İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Carlo Marsili, sık sık sanıldığı ve söylendiği gibi Türkler ile Kürtler arasında bir çatışmanın söz konusu olmadığını belirterek, ''Şu nokta açık olmalıdır ki, Türkiye'de siyasetin çözmediği bir Kürt sorunu vardır'' dedi.

Marsili, İtalya'nın İstanbul Başkonsolosluğu rezidansında düzenlenen ''Türkiye'yi Anlamak'' temalı Türk-İtalyan Medya ve Ekonomik Forumu'nun açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin AB'ye adaylık sürecinde reformlarını hızlandırdığını ve anayasasını da çok ciddi olarak tümüyle gözden geçirme çalışmalarına başladığını ifade etti.

Türkiye'nin geçen yıl siyasi karmaşa ve terör tehlikesi nedeniyle zor anlar yaşadığını ve bu durumun süreci olumsuz etkilediğini kaydeden Marsili, şöyle konuştu: ''Sık sık sanıldığı ve söylendiği gibi Türkler ile Kürtler arasında bir çatışma söz konusu değildir. Söz konusu olan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, parlamento ve hükümetten alınan tezkerenin ardından, PKK adı verilen terör örgütüne karşı harekete geçmiş olmasıdır.

AB açısından da bu örgüt, asla etnik yapısı Kürt olan 10-12 milyon Türk vatandaşının temsilcisi olarak kabul edilmemektedir.'' Son genel seçimde AK Parti'nin Doğu ve Güneydoğu illerinde seçimleri kazandığını ve bugün 60 kadar Kürt parlamenterin iktidar partisinden, diğerlerinin de muhalefet partisinden seçilerek geldiğini anlatan Marsili, ''Şu nokta açık olmalıdır ki, Türkiye'de siyasetin çözmediği bir Kürt sorunu vardır'' dedi.

TBMM'de 3 parti bulunduğunu ve bunların dışında da ''yüzde 10 barajını atlatarak gelen Kürt bağımsız hareketinin çekirdeğinin'' yer aldığını iddia eden Marsili, AK Partinin oyların yaklaşık yüzde 47'sini aldığını ve bu sonucun pek çok soru işaretini de beraberinde getirdiğini söyledi. -OKUMA ANAHTARI- Marsili, şöyle konuştu: ''Her şeyden önce doğru olan bir şey vardır ki, Türkiye'deki seçimlerin sonuçları bizlere bir okuma anahtarı sunmaktadır. Bu ülkede yaşayanların yarısı İslamcı, yarısı ise laik milliyetçi midir?

Diyelim ki bu sorunun cevabı 'evet' olsun, bu iki Türkiye birbiriyle asla uzlaşamaz mı? Ve bu ülke kendisini Asya-Avrupa, laik-dindar, demokrat-askeri, kışla-cami bağlamında daima ikiye bölünmüş gibi mi hissedecektir? Diğer ülkelerden daha çok ve daha hızlı değişime uğrayan bu ülkede tarihi ve coğrafi kalıplar da değişikliğe uğrar. Bu değişiklik üzerinde düşünmek gerekir. Türkiye'nin bazı öncelikleri olduğu inkar edilemez. Ama bu önceliklerin ebediyete kalacağı, mermer üzerine kazılı bir kural değildir. Neden bazıları hala Türkleri Avrupa'nın tarihi düşmanı olarak kabul etmekte?''

Ortak hafızada Türklerin, Avrupa açısından değişmez bir tehdit unsuru olarak yer aldığını belirten Marsili, AB kurulurken Türkiye'nin ortaklık organizmalarında doğru biçimde yer aldığını ve genel bir memnuniyetle karşılandığını anlattı. O yılların soğuk savaş yılları olduğunu ve bunun Avrupa'nın işine geldiğini dile getiren Marsili, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Yine Avrupa kamuoyunda dolaşan ikinci bir soru da şu; Türkiye, coğrafi açıdan Asya'da yer almıyor mu? Geleneksel anlamda coğrafi sınır Avrupa'nın doğusunu Ural dağlarından geçen bir hatla sınırlar, Rusya'yı ikiye böler.

Aynı hat dikey olarak indirilse bütün Türkiye'yi içine alabilecekken nedense bazıları az bir kısmının Avrupa'da, çok kısmının ise Asya'da olduğunu düşünmektedir. Oysa Gürcistan, Türkiye'nin doğusunda kaldığı halde Avrupa'dadır. Ermenistan ve Kıbrıs için de aynı şekilde düşünülür. Dünya haritasına bakmanızı öneririm. Göreceksiniz ki Kıbrıs, Mersin'in karşısındadır ve (Mersin) Türkiye'nin en doğu illerinden biridir.

Kıbrıs'ın Avrupa'da olması kimseyi bu yönde düşündürmedi ve hatta iç sorunlarını çözmesini bile beklemeden birliğe girmesi hızlandırıldı.'' ''Akil Adamlar Komisyonu''nun ne işe yaradığını ve hangi ''akil'' kriterler ışığında işlediğini sormak istediğini anlatan Marsili, ''Türkiye üzerinden yapılan tarihi ve coğrafi tartışmalar bizleri ancak diyalektik açıdan ayırabilir'' dedi.

Türkiye'nin AB'ye resmen aday ülke olmasının kazanılmış bir hak olduğunu ve yeniden müzakere edilebilecek bir konu olmadığını vurgulayan Marsili, "ayrıcalıklı üye" kavramının ise söz konusu olamayacağını söyledi. Marsili, İtalyan hükümetinin bu konuda Türkiye'yi desteklediğini ifade etti.

-''SİYASİ İSLAMIN ZAFERİ OLARAK KABUL EDİLEMEZ''-

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın zaferinin ''siyasi İslamın zaferi'' olarak kabul edilemeyeceğini kaydeden Marsili, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Aynı şekilde, 'İslamcıların laikleri yendiği' gibi de alınamaz. Türkiye'de bir gerçeklik daha var ki, o da bir laik azınlığın olmadığıdır. Tam tersine çoğunluk laiktir. Son yapılan genel seçimle Erdoğan'ın Avrupa yanlısı siyasi iradesi ödüllendirilmiştir.''

Ekonomik gelişmeyle oluşan kent soylu sınıfın, çıkarlarının geleceğini AK Parti'de gördüğünü ve daha inandırıcı bir parti bulamadıkları sürece bu partiye oy vereceklerini anlatan Marsili, ''Bu, normal bir Avrupa burjuva sınıfı olacaktır ve zaten de büyük ölçüde böyledir'' diye konuştu. ''Türkiye'deki muhalefetin Kemalizmin etkisinde olduğunu'' ifade eden Marsili, ''bu hareketin yalnızca laiklikle beslenemeyeceğini ve kendini sonsuza kadar bir azınlık olmaya mahkum edemeyeceğini'' söyledi.

Muhalefetin daha inandırıcı bir parti programı sunması ve gelecek vizyonu hazırlaması gerektiğini anlatan Marsili, ''Türklerin atası Atatürk unutulmadan, Kemalizm güncelleştirilmelidir'' dedi. Bunun, engellenmesi mümkün olmayan bir süreç olduğunu kaydeden Marsili, giderek daha çok Avrupa soluna benzeyen bir hareket oluşacağını ve muhafazakarlık karşısında bir alternatif haline geleceğini anlattı.

-TÜRKİYE-İTALYA TİCARET HACMİ-

Marsili, 2006 yılında iki ülke arasındaki 15 milyar dolarlık ticaret hacminin, 2007 yılında 17 milyar doların üzerine çıkacağını ifade ederek, Türkiye'de 560'tan fazla İtalyan firması bulunduğunu, İtalya'nın doğrudan dış yatırımlar toplamının yüzde 4'ünün Türkiye'de olduğunu ifade etti. İtalyan girişimcilerin, Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda İtalyan destekçilerin bayraktarı olduğunu kaydeden Marsili, şöyle konuştu: ''AB şunun bilincinde olmalıdır ki, Türkiye'nin katılımı gereklidir.

Bu katılım, Avrupa sınırları üzerinde bugün yapılan tartışmalarla paralel sürdürülmeli, politik entegrasyon için sürdürülen süreç güçlendirilmeli ve buna öncelik verilmelidir. AB'nin genişlemesi bugüne kadar hep Orta ve Kuzey Avrupa ekseninde olmuş, tümüyle Alman veya Franko-Alman çıkarlarının stratejisine göre yönlendirilmiştir.

İtalyan stratejileri açısından eksik olan halka Akdeniz'dedir ve adı da Türkiye'dir. Eğer Türkiye önümüzdeki yıllarda katılım prosedürünü sürdürür ve gerçekleştirirse, ki bunu yapacağından eminim, AB içerisinde onun katılımını engelleyen hiçbir dayanak kalmaz. Ve bu noktada, ancak bu noktada kurucuların hayal ettiği Avrupa'nın oluşumu tamamlanacaktır.''