MUSTAFA MUTLU
Dünkü yazımın başlığı, “Adli Tıp Kurumu, ‘adli tıplık’ mı oldu?”ydu...
Kurum’un deneyimli uzmanlarının anlattıkları vahimdi...
Bu yüzden, “Eğer bunların onda biri bile doğruysa; bu, adaletin tecellisi için çok gerekli ve önemli bir pozisyonda olan Adli Tıp Kurumu’nun çöktüğü anlamına gelir” dedim.
Peki neden bu kadar “iddialı” bir yorumda bulundum?
Elimde, Adli Tıp’ın yetersizliği konusunda bilimsel bir veri var mı?
Beni bilirsiniz, laf olsun diye yazmam...
Elbette tezimin bilimsel dayanaklar var!
İşte; o dayanaklardan biri:
***
27. 10. 1999’da kabul edilen 4457 sayılı Türk Akreditasyon Kurumu (TURKAK) Kanunu’na göre; ülkemizdeki laboratuvarların “akreditasyon belgesi” alması gerekiyor.
Akreditasyon belgesi alan bir laboratuvar, uluslararası teknik kriterlere göre yeterliliğini kanıtlamış sayılıyor.
Bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra hemen hemen bütün özel ve kamu laboratuvarları, akreditasyon belgesi almak için TURKAK’a başvurdu...
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı da; bünyesindeki morg salonu, biyoloji, kimya, fizik ve narkotik laboratuvarları için TURKAK’tan akreditasyon belgesi istedi...
Ama sadece narkotik laboratuvarı için belge alabildi...
Başka bir deyişle; Adli Tıp Kurumu’nun laboratuvarlarının tamamına yakını, “standartlara uygun” bulunmadı ve başvuraları reddedildi...
***
Günde ortalama 25 cesede otopsi yapılan otopsi salonu da akreditasyon belgesi alamadı... Gerekçe, içler acısı:
Adli Tıp’ın “saray yavrusu” yeni binasında, morgun havalandırması, binanın genel havalandırma sisteminden ayrılmamış...
Morg salonlarının havalandırmalarında mutlaka olması gereken “hepafiltre” konulmamış...
Yani; yapılacak otopsilerde havaya karışacak mikrop ve virüslerin, bütün Adli Tıp çalışanlarına solunum yoluyla bulaşması an meselesi...
Bir de ilginç olay yaşanmış...
Bu yılın mayıs ayında yüksek riskli hanta virüsü (bu virüs, böbrek sendromlu kanamalı ateş hastalığına yol açıyor ve çok kolay bulaşıyor) şüphesiyle gelen bir cenazenin otopsisi, Kurum’un bahçesine kurulan seyyar morg masasında, bilimsellikten uzak bir şekilde gerçekleştirilmiş!
***
Elimde daha ne hikâyeler var ama Kurum’un son aylarda zaten yerlerde sürünen itibarına iyice zarar vermemek için “şimdilik” anlatmıyorum.
Umarım Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. Haluk İnce dünkü sorularıma ve bugün anlattıklarıma yanıt verir de yargı kararlarını doğrudan etkileyen bu kuruma tekar güven duymamızı sağlar...
***
GÜNÜN SORUSU
Suriye ve Arnavutluk’tan sonra Libya’yla da karşılıklı olarak vize uygulamasını kaldıracakmışız...
İyi de... Tam üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği acaba bu işe ne diyecek?
***
PKK’dan esirgenmeyen hoşgörü çalışanlara neden çok görülüyor?
En Büyük Devlet Büyüğü” önceki gece Libya’ya giderken iki kesime gözdağı verdi:
PKK bayraklarıyla İzmir’i karıştıran DTP’lilere, “Bu tür gösterilere bir daha asla müsamaha gösterilmeyecek, anında müdahale edilecek” dedi...
Bugün iş bırakma eylemi yapacak olan memurları da, “Bu eyleme katılanlar neticesine de katlanırlar” diyerek tehdit etti...
***
Bu sözlerin; DTP’yi ilgilendiren bölümü, açıkça “itiraf”tır!
Yasaların bugüne kadar uygulanmadığının, Apo posterleri ve PKK bayrakları açanlara göz yumulduğunun kanıtıdır...
Peki; yıllardır yasa dışı terör örgütü yandaşlarına göz yuman Başbakan, aynı hoşgörüyü neden bir kerecik olsun, “hak arama eylemi” yapan çalışanlardan esirgiyor?
Bu “çifte standart”ı acaba, sözüm ona savunucusu olduğu “demokrasi”nin neresine koyuyor?
***
KIZMAYIN!
Memurlar, bugün “bir günlük iş bırakma eylemi” yaptılar...
Bizde âdettir; ne zaman bir eylem olsa, “Hayat durdu, trafik felç oldu, okullarda eğitim verilmedi” diye kıyameti kopartırız...
Oysa; bu tür eylemler gerçek demokrasilerin vazgeçilmez renklerindendir...
İktidar yanlısı medyanın oyununa gelmeyin ve haklarını arayanlara kızacağınıza, onları anlamaya çalışın...