Günün Haberleri   |   Giriş sayfam yap   |   Favorilere ekle   |   Künye   |   İletişim   |   Sitene haber ekle


 
DOLAR
39,3965
EURO
45,7247
IMKB
9.319,000
ALTIN
4.327,080
 
Hava Durumu ANKARA
11 / 23 C°
Değiştir
 
     
 
Medya Spot Google
 
 
 Ana Sayfa  Gündem   Ekonomi   Dünya   Yaşam   Medya   Spor   Magazin   Polis Adliye 
 
ANAVATAN MİLLETVEKİLLERİ'NDEN MUMCU'YA DESTEK
ANAVATAN MİLLETVEKİLLERİ NDEN MUMCU YA DESTEK
 
Anavatan Partisi Milletvekilleri, Erkan Mumcu'nun grupta yaptığı konuşmadan sonra hakkında suç duyurusunda bulunulması tepki gösterdi. Kamuoyuna bir duyuru yayınlayan milletvekilleri, Genel Başkan Erkan Mumcu'nun konuşmasının altına kendilerinin de imza attıklarını belirttiler.
 
9.3.2006 - 19:35
Milletvekillerinin açıklaması ve Genel Başkan Erkan Mumcu'nun grup konuşması şöyle:
Sayın Erkan MUMCU’un 08 Mart 2006 tarihinde ANAVATAN PARTİSİ  Grup Toplantısında Şemdinli olayları ile ilgili Savcı iddianamesi hakkında kullandığı “manifesto” ifadesi başta olmak üzere aşağıda yer alan tüm söylemlerinden dolayı yargıyı etkilediği görüşü ile Şemdinli’deki Seferi YILMAZ’ın avukatı tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur.
 
"Biz aşağıda imzası bulunan milletvekilleri, Sayın Erkan MUMCU’nun aşağıda yer alan, 2206/32 sayılı iddianame ile ilgili değerlendirmelerini tekrar ediyor ve tamamen iştirak ettiğimizi, paylaştığımızı kamuoyuna saygılarımızla duyururuz"
ERKAN MUMCU’NUN 8 MART 2006 TARİHİNDE ANAVATAN PARTİSİ GRUP TOPLANTISINDA ŞEMDİNLİ İDDİANAMESİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI DEĞERLENDİRME:  
…Şimdi Türkiye’de önemli bir gündem yaşanıyor. Aslında yaşanan şey güncel bir gelişme değildir. Her ne kadar güncel bir sürprizmiş izlenimi verilmek isteniyorsa da, yaşanan şey kesinlikle güncel değildir.
 
Yaşanan şeyler kesinlikle tesadüfi değildir. Yaşanan şeyler planlıdır. Yaşanan şeyler kurgulanmıştır ve yaşanan şeylerin bir hedefi vardır. Şimdi önce durum nedir diye baktığımızda kendi tespitlerimizden azade olarak, kendi tespitimiz olarak değil, kamuoyuna yansıyan, özellikle gazete ve televizyon haberlerinden aktarılan söz düellolarının ifade ettiği durum nedir diye baktığımızda gördüğümüz manzara şu: Ortada Susurluk olaylarına benzetilen, onlarla ilişkilendirilen derin ve karanlık ilişkiler yumağından oluşan karmaşık, karanlık bir olaylar demetinin var olduğu ifade ediliyor. Ve bu demetin bir parçasının Şemdinli olaylarıyla açığa çıktığı ifade ediliyor. Bir başka ifade Hükümetle TSK arasında özellikle komuta kademesinin değiştirilmesi meselesi üzerinden bir gerginliğin bir çatışmanın yaşandığı izlenimi veriliyor. Diğer taraftan Ana muhalefet partisi Hükümetin TSK’ye karşı bir darbe girişiminde bulunduğundan söz ediyor. Bazı yorumlar hükümetin bu olaylar üzerinden Van Cumhuriyet Savcılığını adeta bir tetikçi gibi kullandığını ve yargı bağımsızlığını zedelediğini ifade ediyor. Bazı yorumlar gelişmekte olan olayların TSK’nin sistem içindeki yerini değiştirmeye dönük planlı bir sürecin parçası olduğunu söylüyor ve bu yoruma yaklaşanlar da daha çok demokrasi odaklı yaklaşımlarla, daha doğrusu demokrasiyi içeren söylemler içerisinde, olayın bütünlüğünü değil, sadece bir parçasını ön plana çıkararak sürece destek veriyorlar.
 
Şimdi tabii ki siz merak ediyorsunuz. Erkan Mumcu ne diyor? Anavatan Partisi ne diyor? Anavatan Partisi’nin durduğu yer neresidir?  Her şeyden önce şunun bilinmesini isterim ki Anavatan Partisi’nin ve Erkan Mumcu’nun durduğu yer milletin yanıdır. Ve bu meselede sahipsiz kalan devletin bekası, milletin bütünlüğüdür. Ortada filler tepişirken olan karıncalara olmaktadır. Ve bir tahterevalli siyaseti içinde birbirlerine karşı pozisyonlaşma çabasıyla ayak oyunlarına girişenler, söz düellolarına girişenler, içinde yer aldıkları sürecin bu devletin bütünlüğü ve bekası için, bu milletin bütünlüğü ve bekası için hangi anlama geldiğinden habersiz ya da umursamaz olarak bir kayıkçı kavgası yürütmektedirler. Ve millet açısından bakıldığında ortadaki manzara son derece vahimdir. Gazetelerden okuyoruz ki Hükümet sözcüsü gelişmekte olan olaylarla ilgili olarak Hükümetin bu olaylarla hiçbir ilişkisinin olmadığını söylemeye çalışan bir yaklaşım içinde, “biz bu olayları gazetelerden izliyoruz. Hükümetin bu işlerle bir alakası yok” diyor. Yani Hükümet kendisine seyir terasından bir yer beğeniyor. Sayın Başbakan sanki bu ülkenin başbakanı değil, geçerken uğramış birisiymiş gibi kendi sesiyle kendi ağzıyla diyor ki “Hükümeti bu olaylara bulaştırmaya çalışan bazı zavallılar var”. Ben anlamadım. Bulaşmak dediğiniz şey nedir? Bir ülkenin hükümeti ne işe yarar? Bizim niye bir hükümetimiz var? Bizim niye bir başbakanımız var? Devletin güvenliğini ilgilendiren hukukun üstünlüğünün tartışıldığı, demokratik rejimin geleceğinin tartışıldığı bir bağlamda Türkiye’nin geleceğinin tartışıldığı bir sorunla ilgili olarak ülkenin başbakanı “Bizi bu olaylara bulaştırmaya çalışan zavallılar var.” diyor. Bana sorarsanız zavallılığın ta kendisi bu meseleleri bizzat ele alıp yönetmek kudretini ortaya koyacak yerde “biz bu iş için bir seyir terası seçtik, biz bu işin içinde değiliz, biz de gazetelerden okuyoruz, aman bizi karıştırmayın” diyen yaklaşımdır. Her zaman yaptıkları gibi bir kayıkçı kavgasının içerisinde birbirleriyle söz düellosuna girmeyi bir marifet zannediyorlar. Ana muhalefet partisinin tutumunu anlamak mümkün değil. Ortada bir kargaşa varsa buradan bir fırsat çıkaralım. Ne için fırsat çıkaralım? Partimiz için bir fırsat çıkaralım. Yazıklar olsun. Yani bir darbe girişiminden söz etmek için biraz daha dikkatli olmak lazım, biraz daha soğukkanlı olmak lazım. Sivil siyasetin temsilcisi durumunda, sözcüsü durumunda olan siyasetçilerin sözlerini daha özenli seçmeleri gerekir. Daha dikkatli konuşmaları gerekir. Sözlerinin doğrudan doğruya anlamlarından öteye yaratacağı çağrışım ve tetikleyebileceği süreçler hakkında da dikkatli ve sorumlu davranmaları gerekir. Bir darbeden söz etmek uluorta söylenebilecek bir şey değildir. Ve unutulmasın ki demokrasimiz için titizlenmek, demokrasimiz için duyarlılık göstermek iktidardan çok muhalefete düşen bir sorumluluktur. Dolayısıyla bu işlerin üstesinden gelebilecek çözüm yollarını ortaya koymak yerine yangına körükle gitmenin kimseye bir faydası olmaz.
 
Ne yangına körükle gitmek doğrudur, ne de bizim bu işlerden vallahi haberimiz yok bizde gazetelerden okuyoruz aman bizi karıştırmayın demek kabul edilebilir bir tutumdur. Yani TBMM üçte ikilik çoğunluğuyla AKP Grubu’nun seyir terası değildir. TBMM bir söğüt gölgesi değildir. Burada esaslı olan hiçbir meseleyle ilgilenmeyelim. Türkiye’nin rejimini ilgilendiren temel sorunlarla ilgili çözümlerimizi getirmeyelim. İktidar olmanın keyfini başka yerden çıkaralım. Kimsenin bunu söylemeye hakkı yoktur. Bu millet bu çoğunluğu bu iktidara orayı bir söğüt gölgesine çevirsinler diye vermedi. Şimdi, peki ne oluyor? Olan nedir? Aslında bir anlık bir şey olmuyor. Olmakta olan bir şeyler var. Uzun zamandır olmakta olan bir şeyler var ve olmakta olan şeylerin bir tek tarafı yok. Birden fazla tarafı var. Bir tek hedefi yok. Birden fazla hedefi var. Konunun her şeyden önce Türkiye’nin de içinde yaşadığı bölgenin geleceğine ilişkin tasavvurlarla, tasarımlarla, oyun planlarıyla doğrudan ilgisi ve ilişkisi vardır. Birileri bunu böyle planlamamış olmasalar dahi sonuçları Türkiye’yi buraya götürecektir. Konunun Kıbrıs’la ilgisi vardır. Konunun Türkiye’nin Kıbrıs’tan asker çekmek mecburiyetinde bırakılmasını planlayan bazı çevrelerin niyetleriyle ilişkisi vardır. Konunun Türkiye’nin iç güvenliği ile ilişkisi vardır. Konunun bölücülüğe karşı yürütülecek mücadelede yöntem ve usullerle ve anlayışlarla ilişkisi vardır. Konunun yakın dönem siyasi gelişmelerle ilgisi ve ilişkisi vardır. Bu konu öyle durduk yerde ortaya çıkmış bir konu değildir. Ve burada duracak ve kapanacak bir mesele olarak da gözükmemektedir. Özellikle Cumhuriyet Savcısı’nın iddianamesi dikkatle okunduğunda bu meselenin aylar boyu sürecek bir tartışmanın, kaynaşmanın ve hatta kaosa dönüşebilecek olaylara gebe olduğunun açık resmi gözükecektir.
 
Bu dava görülmeye devam ettikçe Türkiye çok temel meseleler üzerinden tartışılacaktır. Bu davanın neyi hedeflediği konusu bugün henüz berrak değildir. Ama bir konuda çok net bir şey söyleyeceğim. Savcının iddianamesine iddianame demek mümkün değildir. Bu bir iddianame değil. Siyasi ve ideolojik bir manifestodur. Savcının kendine göre bir devlet ve demokrasi anlayışı vardır. Ve savcı bu anlayış içerisinden, kendi devlet ve demokrasi anlayışı üzerinden bir ideolojik perspektif kurmakta ve bu perspektif üzerinden sadece önüne gelen olayı değil, Türkiye’nin otuz yıllık, elli yıllık geçmişini yargılamak istemektedir. Türkiye böyle bir hesaplaşma yapmalı mıdır sorusu başka bir meseledir. Bu hesaplaşmayı kim yapabilir, kim yapamaz. Bu hesaplaşma yapılmalıysa nasıl yapılmalıdır sorusu ayrı bir sorudur ve cevapları ayrıdır. Herkes haddini bilmelidir. Herkes yerini bilmelidir. Herkes görevini bilmelidir. Savcı bey iddianamesinde, bana göre manifestosunda Hükümetin iyi niyetinden ve Hükümete karşı eylemli ve sürekli bir direniş içinde olan, entrikalar planlayan bazı güçlerin suiniyetinden söz etmektedir. Böyle bir şey var mıdır? Varsa da bu siyasetin meselesidir. Bu savcının meselesi değildir. Ben bir hukukçuyum. Bir iddianamede ne olması gerektiğini iyi bilirim. Şimdi buradan biri kalkacak bu sözlerimi yargıya müdahale olarak değerlendirilecek. İsteyen istediği gibi değerlendirsin. Eğer benimle ilgili de dava açmak istiyorsanız buyurun açın. Dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmaya tenezzül etmeyeceğimi buradan ilan ediyorum.
 
Savcının beyanları ve iddianamesi hakkında söylenecek çok söz var. Vakti çok uzattığım için mümkün mertebe kısaca toparlamak istiyorum ama savcının iddianamesinde benim en çok dikkatimi çeken ibare bölge ibaresidir. Başka pek çok husus başka yorumcular tarafından da hiç şüphesiz ele alınacaktır. Ama ola ki gözden kaçar diye bunun altını çiziyorum. Bu dil garip bir biçimde PKK’nın ve PKK sempatizanlarının kullandığı dille aynıdır. Bölgeden kastettiği şey eğer Doğu veya Güneydoğu Anadolu Bölgemiz ise onun adı Doğu veya Güneydoğu Anadolu Bölgesidir. Böyle söylediğinizde, böyle andığınızda Doğu ya da Güneydoğu Anadolu Bölgemizi bir bütünlüğün bir parçası olarak tavsif etmiş, tanımlamış olursunuz. ve Türkiye’nin neresinde olduğunu söylemiş olursunuz. Ama bölge diye andığınız zaman, artık herhangi bir bütünlüğün parçası olarak, herhangi bir yere bir bütünlüğe göre değil, kendiliğinden bir müstakiliyete işaret etmiş olursunuz. Bana göre yüzlerce sayfa bir ideolojik manifesto ortaya koyacak kadar bu işe titizlik göstermiş olan bir savcının bu ibareyi rastlantısal olarak seçmiş olması mümkün değildir ve tek başına bu ibare, savcının kötü niyetinin en açık kanıtıdır.
 
Türkiye bir kaosun içine sürüklenmek istenirken yargı bağımsızlığı gibi bir mazeretin arkasına saklanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Evet, hukukun üstünlüğü her şeyden önemlidir. Evet, yargının bağımsızlığının sonuna kadar yanındayız. Bütün siyasi geçmişimiz ve siyasette yapıp ettiklerimiz bunun en açık kanıtıdır.  Evet, Türkiye’de asker sivil ilişkileri yani Türk Silahlı Kuvvetlerinin sistem içindeki yeri Batı demokrasilerinde nasılsa Türkiye’de aynı olmalıdır. Evet. Bunların tamamına evet. Ama bu gibi argümanların arkasına saklanarak siz eğer Türkiye’nin otuz yıllık terörle mücadelesini yargılamaya kalkışırsanız, yargıladığınız şey bir fail, bir eylem ya da bir örgüt olmaktan çıkıp bir tutum, bir ahlak, bir kurum olursa karşınızda bizi bulursunuz. Şimdi buradan çıkıp; “Biz de Erkan Mumcu’yu demokrat bilirdik ama o başka şeyler söylüyor.” diyenler çıkacak. Evet ben demokratım. Hem de soy bir demokratım, saf bir demokratım! Ama bir demokrat olduğum kadar da bir vatanseverim.
Bu savcıya devleti bürokratik bir hizmet aygıtı olarak gören anlayışını değiştirmesini tavsiye ederim. Türkiye’yi yıkmaya yönelmiş bölücü mihrakların sinsice pompaladıkları son derece kötü niyetli anlayışların en başında bu gelmektedir.
 
Devlet sadece bürokratik bir hizmet aygıtı değildir. Devlet bürokratik bir hizmet aygıtı olmazdan önce milletimizin birliğinin ve istikbalinin teminatı olan örgütlü varlığıdır. Devletimiz bizim birliğimizin, dirliğimizin, istiklalimizin teminatıdır. Yani devlet bizim örgütlü varlığımızdır. Devlet bizim bir olma irademizdir. Devlet bizim bağımsız olma irademizdir. Devlet bizim dünyaya meydan okuyabilme irademizdir ve devlet sadece belli kurumları içine alan bir örgüt değildir. Anayasada tarif edildiği gibi yasama, yargı ve yürütme erkleriyle, kuvvetler ayrılığıyla hukukun üstünlüğü prensibine dayalı demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Devleti bürokratik bir aygıt düzeyine indirgemenin Türkiye’yi götüreceği şey, Türkiye’yi bölmeye dönük girişimler karşısında ne yazık ki dirençsiz, ruhsuz, omurgası içinden çekilmiş bir ceset ortaya çıkarmaktır. Biz bu oyunun farkındayız. Ve biz bu oyuna müsaade etmeyiz. Ve buradan sesleniyorum. Siyaseti siyasetçilere bırakın. Her ne kadar Meclisi söğüt gölgesine çeviren bir iktidar çoğunluğu orada durumu sadece seyretmekle yetiniyorsa da bu mecliste biz varız. ANAVATAN var ve unutmayın: Meşrutiyetin kudreti sayıların kudretinden büyüktür.
      
Bizim milletimizin vicdanında karşılığı olan meşruiyetimiz sizin sayısal üstünlüğünüzden çok daha büyük ve etkilidir. Dolayısıyla memleketi sahipsiz bırakacak değiliz. Memlekete kendiliğinden sahip çıkmaya da hiç kimse soyunmasın. Olup bitenleri anlamak isteyenlere Türkiye’nin daha doğrusu Osmanlı’nın Balkan Harbi öncesindeki durumunu hatırlamalarını, bir kez daha gözden geçirmelerini salık veririm. Bugünlerde oynanan, Türkiye’yi de bir oyun alanına çeviren bu ayak oyunlarıyla biz bir koca imparatorluk kaybettik. Kendi ikballerini devlet içinde kurdukları işbirliklerine, ittifaklarına dayandıran ve ittifakları sadece kendi içinden, kendi milli kaynaklarından aramayıp dışarıda arayan bir takım kifayetsiz ama kifayetsiz olduğu kadar da muhteris devlet adamlarının, siyaset adamlarının, paşaların Türkiye’yi, Osmanlı’yı, devletimizi, milletimizi sürüklediği nokta ne yazık ki bir bölünme, parçalanma, yıkım ve hicap olmuştur. Sonunda bu süreç bizi Avrupa’dan on milyonlarca insanımızla beraber sürmüş, gelmiş Anadolu’daki Türk varlığını, Anadolu’daki Müslüman varlığını Orta Asya steplerine kadar sürme planlarına dayanmıştır. Kendilerine sefaret sefaret gezerek ikbal arayan sadrazamların, siyasetçilerin milletimizi getirdiği durum tarihimizde bir ibret vesikası olarak görülmektedir.
 
Kendilerine haklarından daha fazla rol, önem atfedenlerin ve hakları olmadığı halde devlet siyasetine müdahale ederek Osmanlı’yı savaşa sürükleyenlerin milletimizi getirdiği nokta ne yazık ki kıstırılmak, sıkıştırılmak ve büyük kayıplar vermek olmuştur. Sonunda kendileri de Asya Steplerinde can vermişlerdir. Bu milleti kendi ihtiraslarıyla bir takım maceraların içine sürüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Ve burada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün özellikle siyasete dair değerlendirmede bulunan asker zevata söylediği sözleri bir kez daha hatırlamakta fayda vardır.  Ne demişti Atatürk? “Siyaset yapmak istiyorsanız üniformalarınızı çıkarın gelin. Buyurun.” Şimdi, “Benim bu işlerden haberim yok, beni bu işlere karıştırmayın” demek bir başbakana yakışacak bir söz değildir. Ve Başbakan’ın söylemesi gereken şey şudur: Demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletinin başbakanı benim. Ben Türk Silahlı Kuvvetlerinin de başındaki kişiyim. Bu kurumlar bana bağlıdır. Bu kurumlardan sorulması gereken bir hesap varsa ben sorarım. Ama birileri bu kurum üzerinden Türkiye’yi bir yerlere sürüklemek istiyorlarsa buna müsaade etmem. Türk Silahlı Kuvvetlerinden sorulacak hesabınız varsa gelin benden sorun demesi lazımdır. Ortada seyirci gibi duran, “Benim bu işlerden haberim yok. Ben de gazetelerden okuyorum” deyip ondan sonra kürsü kürsü, alakasız meselelerde sözüm ona aslan gibi kükremeye çalışan başbakan rolüyle bu ülke idare edilemez.
 
Başbakan milletine karşı heybetli ama güç odaklarına karşı, özellikle dış mihraklara karşı fevkalade hürmetli. Parti kongrelerinde gezerek her gün birine meydan okuyor. Her gün birine kafa tutuyor. Asıl olması gereken yerde yok. Ne yapalım şimdi? Ne yapalım? Sonuç itibariyle içinde yaşadığımız düzenin adı demokrasi ve bunu yaşatan milletimizin iradesi bu iktidarı da işbaşına getiren milletimizin iradesi. Millet getirirdi. Millet götürür. Milli iradenin dışında mekanizmalar aramaya hiç kimse tevessül etmesin. Hiç kimse muhalefetin rolünü elinden almaya kalkışmasın. Biz buna müsaade etmeyiz. Ama hiç kimse de Türkiye’nin tarihi perspektifteki sorunlarını göz ardı etmeye ve bu süreçte Türkiye’nin kurumlarını yıpratarak Türkiye’yi dirençsizleştirmeye, Türkiye’yi etnik bir toz kümesine dönüştürmeye çalışan niyetler karşısında da seyirci kalmasın, seyirci kalmamızı da beklemesin. Bu savcının iddianamesi üzerinden daha çok şey konuşulacak. Beyefendi üşenmemiş Lagendijk’in beyanlarını da iddianamesine koymuş. Hani şu; “Türk Silahlı Kuvvetleri PKK ile çatışmayı ve gerginliği seviyor” diyen ve Türk Silahlı Kuvvetlerini ağır töhmet altında bırakan sözleri de iddianamesine koymuş. Savcı bey kendi sözlerini koymuş olsaydı -aynı anlama gelecek bile olsa- ben bunu yine de kabul edebilirdim. Yine de hüsnü zan ile yorumlayabilirdim. Ama bu sözlerin buradan aktarılıp konulmuş olması, savcı beyin kendi iradesini de aşan bir oyunun bir parçası olduğunun ve bu oyunun içinde başka türlü ittifak arayışlarının da bulunduğunun en açık kanıtıdır. Dolayısıyla kimse milletin kaderiyle, memleketin kaderiyle böylesine keyfi biçimde oynayamaz ve kendi oyununu yargı bağımsızlığı adı altında savunamaz. Kimsenin böyle bir keyfiliğine biz müsaade etmeyiz. Ve savcı beyin hukuki bir belge olarak bir iddianame hazırlamak yerine siyasi ve ideolojik bir manifesto sergiletmesi bizim açımızdan kabul edilebilir bir şey değildir.
 
Değerli arkadaşlarım. Görülmektedir ki Türkiye’nin günü idare etmek yerine, durumu geçiştirmek yerine, geleceği öngören ve öngörüler üzerinde tavır koyan bir siyasete, bir liderliğe ihtiyacı vardır ve ne yazık ki Türkiye bu liderlikten mahrumdur. En açık örneklerinden bir tanesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanmasıyla ilgili aldığı karardan sonra Türkiye’nin önüne gelmiştir. Bu Hükümet iç hukukta bir düzenleme, değişiklik yaparak biran önce bu yargılamayı yapıp sonuçlandıracak mekanizmaları işletmek yerine durumu ortada bırakmış ve ne yazık ki Türkiye için bedelinin çok ağır olacağı bir konjonktürde yeniden gündemimize gelecek bir mesele olarak terk etmiştir. Bu sorumsuzluğun dik alasıdır. Şimdi önümüzdeki günlerde bu olaylar çeşitli boyutlarıyla yeniden alevlendiğinde önümüze gelecek meselelerden bir tanesi de bu yargılama meselesi olacaktır. Ve bu meselenin yıkıcı etkisi dün olabileceğinden kat ve kat daha fazla olacaktır. Ve bunun sorumlusu bu Hükümettir! Geleceği ön göremeyen, öngörüleri üzerinde sorumluluk alamayan ve durumu seyretmekle, günü idare etmekle yetinen bu Hükümet. Ama hiç endişeniz olmasın. Milletimiz bu gibi badireleri çok atlatmıştır. Çok daha büyük badireleri atlatmıştır. Eğer biz bu coğrafyada, bu topraklarda yüzyıllar boyu süren taarruzlara göğüs gerebildiysek ve yüz yıllardır bu coğrafyadan bizi sürmek isteyen emellere karşı dimdik ayakta durabildiysek bunu “Devlet ebed müddet” fikrine borçluyuz. “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” diyen derin irfana borçluyuz. Ve bu irfan bu milletin kalbinde, bu milletin hatırasında, hafızasında yaşamaktadır. Bu millet hangi zorlukla karşı karşıya gelirse gelsin bütün zorlukların üstesinden gelebilecek kudrete, irfana sahiptir ve bunların üstesinden gelecektir. Ve bu milletin varlığını onun birliğine adamış, onun dirliğine adamış, onun çocuklarına, onun istiklaline, onun bağımsızlığına adamış evlatları vardır. Varlığını vatanına adamış bir Anavatan Partisi vardır. Türkiye çaresiz değildir. Çünkü Türkiye’nin ANAVATAN’ı vardır.
 
Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum


Arkadaşına Gönder   Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
  Toplam yorum 0   Onay bekleyen 0  


Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

  Bu kategorideki diğer haberler


"TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?"

AKP'DE “HAŞEMA, KONUŞMA” YASAKLI KAMP

ERBAKAN, VELİAHTINI AÇIKLIYOR
»  "BU İDDİANAME SİYASİ BİR MANİFESTODUR"
»  ''TÜRK MİLLETİNİN SABRI TAŞMA NOKTASINA GELMEKTE''
»  DSP'DE ''KADINLAR GÜNÜ''NDE KADIN YÖNETİCİ ATAMASI
»  AKP MİLLETVEKİLİ CAN: "TARTIŞMAYA BEN KARIŞMADIM"
»  AK PARTİ'DE VEKİLLER BİRBİRİNE GİRDİ!
»  AKP'NİN KIZILCAHAMAM KAMPI ERTELENEBİLİR
»  BAYKAL'DAN ZEHİR GİBİ SÖZLER
»  BAYKAL AĞIR KONUŞTU
»  MEDYAYI LANETLEDİ, BAYKAL'A "KRİZ MÜTEAHHİDİ" DEDİ
»  ''SİYASİ ETİK YASASI ÇIKARILMALI''
»  BAYKAL:GELİŞMELER VAHİM"
»  OKUYAN:"AKP YARGIYI ETKİLEMEDE SABIKALI"
»  MUMCU'DAN SOSYAL KRİZ UYARISI
»  BAYKAL: "TSK'YE KARŞI DERBE GİRİŞİMİ VAR"
»  AKP KONGRESİNDE ÇÖMEZ'E AĞIR ELEŞTİRİ
»  ERDOĞAN: ''İKTİDARIN GÜCÜNÜ NASIL YENİLEDİĞİMİZİ GÖRECEKSİNİZ''
»  ANAVATAN'DA VEKİLLERE YER ARANIYOR
»  "YÜCE DİVAN'DAKİ GELİŞMELER BİZİ DERİNDEN ÜZDÜ"
»  "BU ARAPLAR SİZE NE YAPTI?"
»  'BUNLARIN BU ÜLKEDE ÇAKILI BİR ÇİVİSİ YOKTUR''
»  CHP'DE MUHALİFLER, ELAZIĞ'DA DA KAPIDA KALDI
 
  ÇOK OKUNANLAR
  YAZARLAR

 
EMİN VAROL
 
GAZETEC? ACI S?YLER !

 
Ercan Deva
 
Hatalar Zinciri ve Ortak Akıl

 
MURAT ŞAHİN
 
Matematik Ucuzlugu

 
Cahit Saraçoğlu
 
100 Milyar Liralık Destek Alacaklar
  ÇOK YORUMLANANLAR
  ANKET
Cumhurbaşkanlığı Seçimerinde Kim Kazanır?
Recep Tayyip Erdoğan
Kemal Kılıçdaroğlu
Muharrem İnce
Diğer
 Sonuçları göster   
 
 
RSS

Add to Google
Medya Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.  Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz.