ÇÖZÜM!
NECATİ DOĞRU
Sezen Aksu ile Hülya Avşar da “Memeyi gösterip çekemezsin” demişlerdi. Açılım dedin, dönemezsin demek istediler. Başbakan da Cumhurbaşkanı da ABD ile AB de Hülya Avşar gibi düşünüyorlardı.
Bunda bir kötlük yok.
Açılım barış diliydi.
Terör örgütüne “silahı bıraktırma” eli uzatmaktı. Ayrımcılığı reddetmek, ötekileştirmeyi kınamak, birlikte yaşama kuralını teşvik edip yükseltmekti. Açılım, geldi geldi “Abdulah Öcalan’ın hapishanesindeki odasının 1 tek parke büyüklüğü kadar dar tutulması” mimar-mühendisilik inşaatına tosladı.
Statükocuymuş!
Eski düzenci!
Değişim istemiyor.
Öcalan, 1 parkenin hacmi kadar bile değişime razı değil. Bunun için taraftarlarının 7 şehirde polis karakolu, öğretmen evi basıp terör yükseltmesine, dağdakı örgütü PKK’nın “Mehmetçik şehit etmeye” yeniden başlamasına ve aynı anda da “eşgüdümlü” hareket ettikleri ortaya çıkan DTP’lilerin Meclis’i bırakıp dağa çıkma tehdidi savurmalarına yol verdi.
Çözümü sakatladılar.
***
Çözüm canlanabilir mi?
Devlet, Öcalan’ı muhatap alamaz. Çünkü o seçilmiş bir siyasi lider değil. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki vatandaşların çoğunu temsil de etmiyor. Böyle bir iddiası olsa bile bunun hiç bir hukuki dayanağı yok. Abdullah Öcalan, bir Yaser Arafat değil, Gerry Adams ya da Nelson Mandela değil. O, 25 yıldır “ülkenin batısında yaşayanları şiddetle bunaltan, doğusundakilerin terörle boğazını sıkan, ızdırap çektiren, ülkeyi yorgun düşüren” ve asker şehit eden örgütün başı.
O sadece terör biliyor.
PKK’da terör üreticisi.
DTP’de terör savunucusu.
Üçü de statikocular.
Değişim istemiyorlar.
Değişim ve barış isteselerdi; “PKK’nın silah bırakmasına razı olur” ve Mahmur Kampı ile Kandil Dağı’ndan “ayaklarına kadar götürülmüş a” teslim olmak için gelenlere zafer kazanmış edasıyla meydan okuyan göseterilerle karşılama töreni yaptırmazlardı. Abdullah Öcalan’ın ve şiddeti kınamayan DTP’nin “barış açılımı” istemedikleri, “açılımla hiç ama hiç ilgilenmedikleri” ve 1 parke büyüklüğünü bahene ederek “süreci bitirecekleri” teslim olma törenlerindeki “tehdit ve korkuyu canlı tutmak istemelerinden” belliydi.
***
Süreci onlar başlatmadı.
Süreci onlar bitiremez.
Süreci Başbakan başlattı, “Memeyi ancak o keser” diyebilirsiniz. Kabul ederim. O zaman da “Memeyi vermeyeceksen niye gösterdin” deme hakkı doğar.
Doğsa ne olur!
Bunun peşinde olamayız.
Başbakanı, “köşe yazarlarını karalama” icraatıyla başbaşa bırakalım. Ülke Bosna-Hersekleşme batağına gidiyor. Aziz milletim, “Durum kritiktir” diyelim, çözümün takipçisi olalım.
Çözüm ne?
Geliyoruz başa, aynı noktaya. Türkiye bölünmez bütünlüğünden ve laik yapısından dönemez. Çünkü Türkiye, tarihi kökleri derinlere iniyor. 72 milyon nüfus. Belalı Ortadoğu’nun içinde bir ülke. Halkı yekpare değil. Herkes tek düşüncede değil. Herkes tek kültürde değil. Herkes tek dinde değil. Herkes tek dilde değil. Herkes tek ideale bağlı değil. Herkes tek kimliğe sahip değil. Ama herkes birarada yaşamak zorunda.
Kimlik gettoları kurulamaz.
Şehirler kimliklere ayrılamaz.
Mahalleler kimliklere bölünemez.
Türkiye ancak bir bütün ortak vatan ve “demoktarik hukuk ulus devleti” olabilir. Bu gereçeğe; Doğu ve Göneydoğu da ve batı kentelerinde yaşayan herkes adabıyla yaklaşmalı.
Adabıyla aransa!
Çözüm bulunur!