ORAY EĞİN
Anlaşılan bu ülkenin en yüksek makamında oturan Cumhurbaşkanı bile Türkiye'nin kim olduğu bilinmeyen bir şebeke tarafından korku toplumu haline getirilmesini adeta kabullenmiş, yapacak bir şey olmadığını da 'maalesef' kelimesiyle vurgulamış.
Yapması gereken her koşul ve şartta bu şebekenin çökertilmesi için var gücüyle çalışması ve bunun çökertilmesi için en tepedeki kişi olarak ilk adımı atması gerekirken adeta çaresizlik sinyali vermiştir.
Türkiye'nin en kuvvetli siyasi figürü Başbakan Erdoğan ise yaşananlardan duyduğu üzüntüyü belirtti, başka hükümet üyeleri gibi. Erdoğan'ın talimatıyla ve çabalarıyla bu görüntüler sızdırıldıktan bir saat sonra geri çekildi ama o bir saatte bile herkesin izlemesinin önüne geçilemedi.
Bu yazıyı kaleme alırken bir kez daha baktım, onca engellemeye ve yasağa rağmen hala kolaylıkla orijinal kaynağından izleniyordu söz konusu görüntüler.
Dahası, söz konusu sitede 'Varan 2 çok yakında' denerek ikinci bir gözdağı veriliyor; uygun zaman ve şartlar altında tekrar sarsıcı başka bir görüntünün ya da konuşma kaydının çıkacağı 'az sonra'lanıyor.
Şebeke kuşkusuz ne zaman olduğunu bilmediğimiz bir tarihte 'Varan 2'yi de sızdıracaktır.
O gün de bugün olduğu gibi yetkililer sadece 'üzüntülerini' mi bildirecekler yoksa bu şebekenin kökeninin kazınması, çökertilmesi ve deşifre edilmesi için gerekli tedbirler alınacak mı?
Maalesef, hükümet son yıllarda gizli kayıtlarla mücadele konusunda 'üzüntülerini bildirmekten' öte pek fazla adım atmadı. Atılmayan adımlar da şebekeyi güçlendirdikçe güçlendirdi.
İster istemez daha kimlerle ilgili ne kayıtların yapıldığını da düşünüyoruz. Kim bilir kaç kişi karanlık odalarda bu görüntülerle tehdit edildi, kaç kişi susturuldu, sindirildi. Kamuoyuna yansımayan daha başka ne gibi konuşmalar var, ne gibi görüntüler çekildi...
Bugün hemen herkesin telefonlarının dinlendiği paranoyası yaşaması şebekenin başarısı, hükümetin de üzüntülerini bildirirken ne kadar başarısız olduğunun en net kanıtıdır.
Hükümet üzülmez, istese varolan bütün imkanlarıyla bu olayın üzerine gider ve sorumlularını deşifre eder. Ama bugüne kadar bunu pek istemedi...
Tarihin en büyük davası olarak bakılan Ergenekon'un ek klasörleri yasadışı yolla elde edilen görüşme kayıtlarıyla dolu. İki kişi arasındaki özel görüşmeler, içeriğine bakılmaksızın, dahası davayla ilgili olmasa da yandaş gazetelere defalarca sızdırılmadı mı?
Hükümetin aleyhinde yazan, konuşan pek çok kişi bu gazetelerin manşetleriyle hedef gösterililip deşifre edilmeye çalışılmadı mı?
Hükümet o gün de, bugün olduğu gibi sadece üzülüyordu.
Şebekenin sızdırdığı kayıtların hükümeti hiç vurmaması, sızdırılan kayıtlarda hükümetin aleyhinde hiçbir şeyin olmaması da ayrıca çok ilginçtir. Başbakan Erdoğan'ın yaptığı ve Aydınlık'ın yayınladığı Remzi Gür'le telefon konuşması ise bugün Ergenekon kapsamında yargılanan Jandarma bünyesindeki bir başka organizasyonun marifetidir.
Kendi kayıtlarına haklı bir öfke ve tepkiyle yaklaşan Başbakan Erdoğan ve kurmaylarının diğer sızdırmalar karşısında ise seyirci kalmakla yetinmesi düşündürücüdür.
Bu sicil Baykal'a ait olduğu iddia edilen görüntülerin üzerine gidilmesi konusunda da ne yazık ki umutsuzluk veriyor.
Neredeyse Baykal cephesinde olduğu gibi, hükümet cephesinde de bu olayı unutturmak, üzerini örtmek onlar açısından en sağlıklı kararmış gibi bir hava var.
Cumhurbaşkanı'nın gafı şebekenin ne kadar kuvvetli olduğunu, nasıl sindirdiğini anlamak açısından daha da ürkütücü.
Bu ülkenin bir yurttaşı olarak seçilmiş hükümetin bu şebekeyle savaşabileceğine dair herhangi bir umudum yok.
Dolaptaki eleştirmen
Zaman zaman gazetelerde öyle bir yazı okuyorum ki, okuduğuma inanamıyorum, dönüp 'Acaba gerçek mi' diye tekrar okuyorum... Gerçek olduğuna emin olduktan sonra da şaşkınlıkla dehşet arasında bir duyguya kapılıyorum...
Bende bu hissi yaratan son yazı televizyon eleştirmeni Yüksel Aytuğ'un geçenlerde kaleme aldığı şu satırlardı:
'Pazartesi günü Derya Baykal'ın programındaydım. Geçen yıl konuk olduğumda birlikte gardırobun içine oturup, elbise yenileme kampanyasının tanıtımını yapmıştık. Bu kez bir mizansen hazırladık. Ben yine gardıropta olacaktım ve Derya Baykal da sanki beni bir yıldır orada unutmuş gibi yapacak, kapağı açıp, şaşıracaktı. Ama beklediğinden daha büyük bir şaşkınlık yaşadı. Zira ben gardıropta bulduğum erkek takım elbisesinin 'hesabını' sordum.'
Gel de bu satırları okuyunca kahkahalarla gülme...
'Ne var bu satılarda' diyecekler içinse bir zorunlu açıklama: 'Dolaptan çıkmak' ya da 'dolapta olmak' İngilizce'de eşcinsellikle ilgili yaygın bir tabirdir... Dolaptan çıkan kendini afişe eden, dolapta kalansa kendisini gizleyen eşcinsel için kullanılır.
Yüksel Aytuğ'un gardıroptan çıkışı da bu açıdan düşününce manidar değil mi?
Aytuğ bu jargonu belli ki bilmiyor ama dikkatli bir televizyon eleştirmeni olarak hiç mi South Park'ın efsanevi 'Trapped in the closet' bölümünü izlemedi? Bir evin dolabına kendisini kilitleyen Tom Cruise'un konu edildiği bu bölümden tarihe 'Tom Cruise won't come out of the closet' cümlesi kaldı: Mealen 'Tom Cruise kendisinin eşcinsel olduğunu açıklamayacak...'
Kuşkusuz Yüksel Aytuğ televizyondaki bir mizanseni anlatmaktan başka bir şey amaçlamıyordu bu yazıyı kaleme alırken... Ama bazen kelimeler öyle bir yere savruluyor, öyle bir oyun oynuyor ki böyle akıl kaçırtıcı satırlar çıkabiliyor...