ŞAMİL TAYYAR/STAR
Başbakan Erdoğan’ın siyasi inisiyatif üstlenerek tartışmaya açtığı Kürt açılımı, hem kamuoyu hem siyaset gündeminin odağına oturdu. Başbakanın, DTP Lideri Ahmet Türk’le görüşmesi de çözüm arayışına yeni bir pencere açtı. Barıştan korkan, puslu havalarda avlanmayı seven, kandan ve şiddetten nemalanan statükocu cephede ise direniş devam ediyor.
Şimdi merak edilen, yol haritasının ayrıntılarıdır. Devlet Bahçeli’nin kulakları çınlasın, “13. kötü adam” olarak bu konuda anlatmaya başlayalım.
Malum, bu zorlu süreçte koordinasyon görevi İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a aittir. Gazeteci, akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle bir araya gelen Atalay, makul sürede, ulaşabildiği her kesimin çözüm önerilerini toplayacak.
Sadece yurt içinde değil, Türklerin yoğun yaşadığı ülkelerde soruna ilgi duyan sivil toplum kuruluşlarına da ulaşmaya çalışacak.
Doğu ve Güneydoğu’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, birlikler ve odalara ağırlık verilecek.
Sonra?
Genelkurmay, MİT, Jandarma ve Emniyetle sınırlı kalmamak üzere devletin tüm kurumlarından önerilerini talep edecek. Önyargılı olmayan tüm siyasi partilerin kapısını çalacak.
Çünkü, geçmiş dönemlerden farklı olarak, bu kez, çözüm önerilerinin parça parça değil bütün halinde yaşama geçirilmesi arzu ediliyor. Zamana yayılan ve parçalanarak uygulanan politikaların etkisinin sınırlı kaldığı düşünülüyor.
Sözgelimi, TRT Şeş’in diğer reformlarla güçlü şekilde desteklenmediği için etkisinin sınırlı kalması gibi...
Atalay, makro düzeyde meselenin tespiti ve çözümüne ilişkin genel fotoğrafı çektikten sonra başbakana gidecek.
Yani, meselenin çözümüne ilişkin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ne gibi tespitler yapılmış, öneriler dile getirilmişse topluca masaya yatırılacak. Burada yoğrulduktan sonra paket taslağı çıkarılacak.
Ardından Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu’nda gündeme getirilecek. Bu iki kurulda, Kürt açılımına dair genel prensipler daha önce belirlendiği için müzakerelerin geçmişe oranla daha kolay geçeceği düşünülüyor.
Başbakan bu konuda çok kararlı, geri adım atmak istemiyor. DTP Lideri Türk’le görüşmesi sonrası Meclis kulisinde karşılaştığımızda Erdoğan, çok net mesaj verdi: “Bu meselenin çözümü konusunda çok kararlıyız. Bu fırsatı sonuna kadar kovalamak istiyoruz.”
DTP’nin ılımlı yaklaşımından da çok memnundu.
Müzakerelerin bu aşamasında cevabı aranan bir başka soru, çözüm arayışındaki kırmızı çizgilerdir. Hükümetin, geniş anlamıyla devletin, “bundan sonrası mümkün de
ğil” diyeceği nokta, neresidir?
CHP Lideri Baykal’ın iddia ettiği gibi masanın bir kenarında PKK olacak mıdır? Abdullah Öcalan’a İmralı’dan çıkış vizesi verilecek midir? Kandil boşaltılacak mıdır?
Bu soruların cevabını, Başbakan Erdoğan ile DTP Lideri Türk arasındaki görüşmede bulmak mümkündür. Başbakan, Türk’e açık şekilde şöyle diyor: “Bu sürecin kesintiye uğramaması için herkesin üslubuna ve diline dikkat etmesi gerekir. Bizim muhatabımız sizlersiniz, DTP’dir, terör örgütü (PKK) değildir. Aranıza mesafe koyarsanız sürece daha çok katkı sağlarsınız.”
Erdoğan, DTP ile PKK’yı aynı kefeye koyan Baykal’dan farklı olarak ikisini ayrıştırıyor. Biri için “terör örgütü”, diğeri için “gücünü halktan alan legal siyasi parti” muamelesi yapıyor. Bu mesajda önemli olan bir başka nokta, “üslup ve dil” uyarısıdır.
Hatta örnek veriyor: “Terör örgütüyle TSK ve Emniyeti birlikte değerlendirip ‘silahları bırakın’ derseniz doğru olmaz. Zaten silah, bu kurumlarımızın mütemmim cüzidir. Olur mu öyle şey?”
İşte bu noktada verdiği şu mesaj çok anlamlı: “Ama örgüt silahları bırakır dağdan inerse elbette operasyon olmaz.”
Lafı evirmeden çevirmeden söylüyor. Akan kan durur ve örgüt kendini feshederse, “gerisini bana bırakın” dercesine...
Demek istiyor ki, analar gözyaşı dökerken barış türküsü söylenmez.