Pekmezci, Elips yayınlarından çıkan son kitabı Seferberlik’i “Kara Bir Türkü Olarak” isimlendiriyor:
“Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ilan edilen kısmi seferberlik de yaşananlar da aşka dahil.
Doğu ve Güneydoğu’da yaşananlar da aşkın içinde. Aşk ve hıyanet; korkaklık ve kahramanlık arasında kıldan ince kılıçtan keskin bir çizgi var. Bir o yanda bir bu yanda olmak da mümkün.
Seferberlik bir roman; kitabı kadim toprakların, mazlumlar coğrafyasının çığlığı, Anadolu’yu yurt belleyen kavimlerin boğazlaşması olarak kallavi aşkın, canhıraş hawarı olarak da okumak mümkün.”
Doğu ve Güneydoğu’da yaşananlar da Seferberlik’de yer buluyor. Emperyalizmin adına silah kuşananlara karşı bastırılan kusma isteğinin yazıya dökülen hali.
Seferberlik’in alışılmadık bir girişi var. Uhreviyet kokuyor:
“Allah-u Ekber. Allah-u Ekber Allah-u Ekber…”
Vakitlerden; kuşluk vakti. Günlerden bedir zamanı. Ayın on dördüncü günü. Mütereddit minarelere çöken tevekkül, Türk mavisi bir şavkı elinden tutmuş, birlikte binmişler mütedeyyin bir kırlangıcın kanadına. İhanete alışık çakallar, denklerini topluyor. Göç uluması bu. Belli ki ürkek, korkak ve hain bir ricat başladı…
Kurtlarsa komitacılıktan yorgun;sütre gerisinde, mitralyöz tetiğinde asılı bıraktıkları uykularını, Allahsız ve sabırsız yar başlarında; bilmem kaçıncı küfürlerinde tellendirdikleri bir sigarayı yakmak için kullanıyor.
Ortodoks turuncusu kuzey rüzgarı Müslüman yeşili otların bellerini bükmüş, secde ettirtiyor anaların en kavisine, en kadimine…
Uhreviyet belki de canı cebinde dolaşan seferberlik tiryakilerinin kara türküsünün ifadesi.
“Tanrının unuttuğu Gabar, kuşluk vakti tekbir getiriyor. Ay ışığı, yanık yıldız kokuyor.
Az ötede; bir kayanın altında ateşböceği yanıp söndü. Havada yalnızca tiryakilerin tanıdıkları bir tat var. Alevi yeni sönmüş kibrit ve daha afyon patlamadan tutuşturulan ilk sigarının iflah etmez tadı…
“Sigara içme yasağı kalktı” diye düşündü Yiğit…
Tiryakiliği neredeyse, tevellüdü kadar yaşlıydı. Sağ eli gayr-ı iradi parkasının sağ cebine gitti. Sigarasını hep burada taşırdı.
Bir derviş alışkanlığı ve teslim oluşun sükuneti içinde, elini cebine attı”
Satırlarını okuduğunuzda; güneydoğu yazınına yaslandığınızı zannediyorsunuz. Ama bu sadece zan. Seferberlik’te yaşananlar dün kadar, bugünü de anlatıyor.
Çanakkale’de sırt sırta mavzer düşürenler, Gabar’da Cudi’de hasım olarak karşımıza çıkıyor.
Dün yoldaş olanlar, aynı yasadışı örgüt adına bildiri dağıtanlar, Gabar’da hesaplaşıyor.
Romanın asıl üç kahramanı var, birbirine tutkun, Şimal, Yiğit ve Demir.
Yolları, kesişen üç kişi…
Şimal, Yiğit ve Demir, üç filinta, üç silme militan. Kaderi mutlak ve kader-i muallakın hudutları dahilinde; met-cezir arasında yaşanan kavi bir aşk ve hıyanet.
Haniyse yoldaşların, arkadaşların aşkı da hıyaneti de bir başka güzel diyesi geliyor insanın.
“Işıkta gözleri kör olan yarasa kan revan içinde kaldırıma düştü. Çırpınmaya takati yoktu; kendini mukadderata ve eflatun rengi ayaza teslim ediyordu
Saçakların şakaklarından ak ter boşandı; sarı bir ay ışığı cinnet geçiriyordu; sarası tutmuştu mazgalların, asfaltın üzerinde yığılıp kalmıştı.
Hastane çöplükleri, cerahat, cenin, kesik uzuv biriktiriyordu.
Şimal ve Demir; yitik halkın kurmayı…
Kent kaçkını iki serçe; celladını arayan iki mahkum…
Hesabı er veya geç ödeniyordu; günahın aşkın; Ali Kemalin kadim yazgısıydı. Der Saadet’te kulağına üflenmişti, alacak defterinde bakiyesi vardı.”
Tanıtım bülteninde de vurgulandığı gibi romanın nefes alıp veren kahramanlarıyla, bazen aynı duyguda buluşurken, bazen de içinde yer almış oldukları olayları, hatta sözcükleri bile sorgulama zorunluluğu hissedeceğiniz uzun soluklu bir roman.