-Karaağaç'tan trene bindim. Geçirmeye gelenler arasında, Yaşar Hoca, Salim Arıcı, Hüseyin Top, İsmail Gönülalan ve diğer bazı dostlar vardı. Salim Arıcı, Üçşerefeli'nin baş imamıydı. Bana bir çıkın hazırlatıp vermişti. İçinde peksimet gibi şeyler vardı. O mendili senelerce sakladım. Çünkü ondan böyle bir jest beklemiyordum. Hatta, bana 'Askerden sonra da Edirne'ye gel, beraber çalışalım' demişti. Hayretten donakaldım. Zira o güne kadar hep bana karşı soğuk davranmıştı.
-Ankara Mamak’a teslim olduğumda zannediyorum 10 Kasım'dı. Mehmed Mutlu o zamanlar üsteğmendi. Zaten yarbaylıktan da emekli oldu. Bizim bölük komutanı Yılmaz Bey, onun Harbiye'den arkadaşıymış ve gelip beni bölük komutanına lanse etti. Ayrıca Kurmay Başkanı Reşad Taylan'a ben de Edirne'deki bir yakınından selam getirmiştim. Hatta benimle ona badem ezmesi göndermişlerdi. Cenabı Hakk'ın inayetiyle böyle korunmaya alındım.
-Mamak bir garip yerdir. 1. Tabur, 1. Muharebe bölüğü.. Benden iki yaş büyük amcam da burada askerlik yapmış.
-Bir gün talim yapıyoruz. Bölük komutanı beni çağırarak 'Hoca sen misin' dedi. 'Evet' dedim. İlave etti: 'Benim hanımım hasta. Getireyim de ona bir oku!' dedi. Ben 'Ben öyle okuma filan bilmem. Eğer siz okumanın tesirli olacağına inanıyorsanız sizin okumanız muvafık olur' dedim. Meğer beni deniyormuş ve ben de itikadımın mükâfatını gördüm. Bölük komutanı beni belli ölçüde korudu. Rahat edeyim diye de beni telsizci yaptılar. Tabii kurs görmek için dört ay daha kaldık. Ankara'da kaldığım dönem benim için çok sıkıntılı oldu.
-Tam istenen şekilde askerlik yapmadığım için, oranın yemeği bana helal olmaz, diye, düşünüyor ve diğer bazı mülahazalarla askeriyenin yemeğini yemiyordum. Hatta giyeceğim elbiseyi dahi, bir asker talebeden satın almıştım. Bunlara dikkat ediyordum.
-DARBE GİRİŞİMİNE NASIL KATILMAK ZORUNDA KALDI?-
-Ben eğer ona 'erbain' denecekse, ilk erbaini cebrî olarak askerde yaptım. Talat Aydemir hadiselerinde, birlik olarak, bilmeden onun safında yer aldığımız için, silahlarımızın mekanizmaları alındı ve biz, Mamak'ta -zannediyorum- iki ay kadar hiç dışarı çıkmadan âdeta orada tecrid edildik. Bu tecridden önce gıdama, yiyecek ve içeceğime dikkat etmekle beraber böyle bir tecridde daha fazla dikkat etmek zorunda kaldım. Ben o erbainde rüya-yakaza arası bazı şeylerin tecellisine şahit oldum ki onları burada söylemem -zannediyorum- münasip olmaz.
-O sene Ankara'ya çok kar yağdı. Zaten kasım ayında teslim oldum.
Aralık ayında Talat Aydemir hadisesi patlak verdi. Ve Mamak 15.000 mevcuduyla bu hadiseyi destekledi.
Malum, Talat Aydemir, 27 Mayıs İhtilalini destekleyenlerden. O sırada Kara Harp Okulu Komutanı. İhtilalde Harb Okulu'nun çok büyük desteği oldu. Talebeleri sokağa döktüler, radyoevini onlarla teslim aldılar, Ankara'da asayişi onlarla temin ettiler. Yedek subay Okulu da o zaman Mamak'taydı. Sokağa dökülenler arasında bunlar da vardı. Hatta, Muhabere Astsubay Okulu talebeleri için de aynı şey söyleniyordu. Bir yönüyle ihtilali bunlar yapmıştı. Cemal Madanoğlu ve Sıtkı Ulay gibi sola meyilli insanlar da bu ihtilali desteklemişlerdi. İhtilalden sonra Türkeş ve arkadaşlarını çeşitli yerlere ataşe olarak gönderdiler. Nasılsa Talat Aydemir kalmış.
-Talat Aydemir, 27 Mayıs'ı yapanlara karşı yeni bir ihtilal yapma teşebbüsüne girdi. O zamanlar İsmet Paşa hâkim durumda. Talat Aydemir, Mussolini kafasında bir adam. Gelseydi, aynen Mussolini gibi hareket edecekti. O ve yakından onu destekleyenler tamamen diktatör insanlardı. Dinle diyanetle alakalan yoktu. Hatta maneviyatla alay ederlerdi.
-İhtilâl teşebbüsü olmadan bir ay evvelinden hazırlıklara başlandı. Bize hakiki mermi verdiler. Karda kışta, tel örgü boyu nöbet tutuyorduk. Hele son günler iyice sıkıydı. Kar altında sekiz saat nöbet tuttuğumu biliyorum. Bir de Ramazan, oruç tutuyorum. Yemek yeme fırsatı bulamıyordum. Cebime bisküvi koyar, eder içtimada subay bana doğru bakmıyorsa ağzıma bir tane atardım. Bu bazen sahur, bazan da benim için iftar olurdu. Namazlarımın çoğu nöbete denk geliyordu. Namazımı yine terk etmiyordum.
-Son gece hepimiz pür heyecandık. Radyoevini bir onlar, bir bizim taraf teslim alıyordu. Önce ihtilâl ilan ediliyor, ardından asiler bastırıldı, deniyordu. 28. Tümen hükümet tarafındaymış. Tabii ki, biz bunun farkına daha sonra vardık. Üzerimize uçaklar uçmaya başladı. Niyetleri Mamak'ı ortadan kaldırmakmış. Bizim taraf teslim oldu.
-Sabah umumî bir içtima yapıldı. İçtimada silahlar da yanımızdaydı. Ceza olarak silahlarımızın mekanizmalarını aldılar. Elimizde sadece boru gibi bir demir parçası kalmıştı. İki ay kadar da dışarıya çıkmama cezası verdiler. İki ay, muhabere ve temel eğitim kursları gördük.
-Dışarıya çıkmadığım için, ben kendimi bütünüyle ibadete verdim. Kış geceleri uzun olduğundan erkenden mescide gidiyor ve gece geç vakitlere kadar ibadetle meşgul oluyordum. Duygu ve düşünce dünyamın iyice durulduğunu hissettim.
Bir gün bizi yine topladılar. 'Size bir müjdemiz var' dediler. Hepimiz merakla bekliyoruz. 'Mekanizmalarınızı iade edeceğiz,' dediler. Tabii ki, pek sevinenimiz olmadı. Her sabah onları temizleyeceğiz diye canımız çıkıyordu. Yine böyle bir dönemin başlaması pek sevimli sayılmazdı.”
-“MERCİDABIK VE RİDANİYE SAVAŞLARINI BİLDİM TELSİZCİ OLDUM”-
Komutanı Özmutlu'nun aracılığı ile kendisini yüksek sürate ayırdıklarını kendisine telsizci olmasının önerildiğini kaydeden Gülen, “Zaten imtihanı da kazanmıştım. Benden evvelkilere, Mercidabık ve Ridaniye savaşları kimler arasında olmuştur diye sordular. Onlar bilemeyince aynı soru bana da soruldu. Bildim ve imtihanı kazandım!” dedi.
Askerde Genelkurmay'da bir görev istediğini fakat daha sonra gerçekleşmemesinin hayırlı olduğunu anladığını kaydeden Gülen daha sonraki anılarından pasajları şöyle anlattı:
“-Askerlik deyince, ilk dört ayı unutmam mümkün değildir. Çok sıkıntılı günlerdi o ilk dört ay... İlk gittiğim gün, daha önce tanıdığım Turan adında bir arkadaşla yan yana yatmıştık. Yatak yoktu. Herkese sadece bir battaniye veriyorlardı. Ayakkabıları ayağımızdan çıkarmadan yatardık. Böylece donmaktan kurtulurduk.
-Bir de su iktiza ettiği zaman işimiz bitikti. Bünyem çok kuvvetliydi. Tuvalette yıkanırdım. Buzlara basa basa, başımdan matarayla soğuk su döküp yıkandığım çok olmuştur.
-Banyolarda askerler dikkatsiz yıkanıyorlardı. Onun için onlarla yıkanmaya da giremiyordum.. Çok defa tuvalette saklanır, başımı biraz ıslatarak, sanki yıkanmış gibi yapar ve çıkardım.
-Bir defasında umumi kontrol yapılacaktı. Muayeneyi çıplak yapıyorlardı. Doktor bana 'Sıyır külotunu' dedi. Ben: 'Komutanım, benim dizimden yukarısını annem dahi görmemiştir' dedim. Adam insaflı birisiymiş, 'Geç' dedi ve kurtuldum.
Bir iki dakika, namazdan dolayı geciktim diye ellerimi patlatırcasına çok dövdüler. Bir de çok hakaret yapıyorlar. İnsanı asker olduğuna pişman ediyorlar. Hepsi olmasa bile, bazı mukaddesata dil uzatanlar bile oluyordu. Eğer, askerlik manasındaki kudsiyete inanmak da imdada koşmasa, çekilecek gibi değildi.
-Namaz vakitleri içtimalara denk geldiğinden, namaz kılanların sayısı bir iki kişiye düşmüştü. Bir ben, bir de Mehmed Dinçer adında, Urfa-Viranşehir'den bir arkadaş vardı. Beş vakit olarak sadece ikimiz kılıyorduk.
-Bazen izin vermediklerinde kaçtığımız da oluyordu. Ben daha çok, Salih Özcan Bey ile Osman Yüksel Serdengeçti'yi ziyarete giderdim. İkisi de Denizciler Caddesi'ndeydi. Bir gün caminin imamıyla gidiyorduk. Birden karşımıza inzibatlar çıktı. İmama bir yumruk vurdular, adam boylu boyunca uzandı. Bana bir tekme attı birisi, fakat isabet ettiremedi. Sonra ikimizi birbirimize bağlayarak götürüp inzibat merkezine teslim ettiler.
-O gün yirmi otuz eri daha yakalayıp getirmişler. Sonra, sanki Hz. Nuh zamanından kalmış kadar kirli ve eski ne kadar kapkacak varsa getirip, 'Bunları temizleyin' dediler.
-Benim de bir huyum vardır: Yaptığım işi, hakkını vererek yapmaya çalışırım. Nasıl olsa asker ocağına ait diye, kolları sıvadım, çok ciddi olarak çalışmaya başladım. Bu başçavuşun dikkatini çekmiş. Haber göndermiş. 'O çok çalıştı gitsin' demiş. Ben gittikten sonra da, diğerlerinin isimlerini yazıp birliklerine göndermiş. Benim isim gelmedi ve kurtuldum.”
-İSKENDERUN YILLARI-
Daha sonra bir kez daha aynı şekilde yakalandığını kaydeden Fethullah Gülen daha sonra kura sonucu askerliğine İskenderun’da devam ettiğini bildirdi. Fethullah Gülen İskenderun anılarına şöyle devam etti:
“-Uzun bir yolculuktan sonra, İskenderun'a vardık. Deniz kıyısında, zahiren güzel bir yer. Çok sıcak olmakla beraber, çöl gibi, arasıra denizden esinti oluyordu. Bazen de serin eserdi. Suyu da çok bol... Askerî çevre, ekseriyet itibariyle müsbetti. Ben bu durumu öğrenince biraz daha rahatladım. Bu arada sivilden bazı kimselerle tanışma imkanı oldu. Ve yine sivil olarak bir iki cuma, İskenderun' un merkez camiinde vaaz verdim. Komutanlarla aram iyiydi. Bir de Arif Başçavuş vardı ki, onun çok himayesini gördüm. Beni haber merkezine almıştı. Müstakil kalabileceğim bir şekilde arabayı ayarladı. Arabanın içi, o günün en modern telsiz cihazlarıyla donatılmıştı. Bir kişinin yatıp kalkabileceği kadar da boş yer vardı. Artık tek başıma kalabilecektim. Mamak'ta çektiğim sıkıntılar kısmen hallolacaktı. Çünkü dışardan, zeytin ekmek alıp yiyebiliyordum. Küçük bir ispirto ocağım da vardı. Onunla da bazen patates haşlıyordum. Fakat arabanın içinde bulundurulması yasak olduğundan, ocağımı saklamak zorundaydım. İlk iki ay, normal askerler gibi muamele gördüm. Nöbet tuttum. Biz oraya onbaşı olarak gitmiştik. Normal, nöbet çavuşluğu da yapıyorduk. Fakat beceremedim. Ne tekmil vermeyi ne de millete iş gördürmeyi becerebiliyordum. Durumumu gören subaylar bunu yadırgadılar. Bir cihetle de beni kolladılar. Arabada kalmaya başlayınca, içtimada, nöbetten muaf tutuldum. Randevulu çalışıyorduk. Bağlantımız olan yerlerle görüşüyor, ciddi bir şeyler olup olmadığını soruyor ve sonra kendi işimize bakıyorduk. Ben boş vakitlerimi, kitap okumak ve Kur'an dinlemekle geçiriyordum. Cihazlar çok kuvvetli olduğu için, İslam âleminin çeşitli yerlerinde okunan Kur'anı Kerim'leri çekebiliyordu. Yanında bir araba daha vardı. Onda da Mehmed Yıldırım adında çok mazbut bir arkadaş kalıyordu.”
-"ERZURUM’A DÖNDÜĞÜMDE ANNEM TANIYAMADI"-
Fethullah Gülen askerde gıdasızlık nedeniyle yazın çok hırpalandığını önce “sarılık değilsin” denilen hastanede birkaç gün sonra yatmak zorunda kaldığını belirterek, memleketi Erzurum’a gidişini şöyle anlattı:
“-Askere giderken Erzurum'a uğrayamamıştım. Aradan dört sene geçmişti. Hasta ve alil bir halde Erzurum'a gitmek üzere trene bindim. Arif Başçavuş bana bir çanta almıştı. Eşyalarımı ona yerleştirdim. O çantayı daha hâlâ, değerli bir hatıra olarak saklarım...
-Bir ara trende koridora uzanmak zorunda kaldım. Zaten tren tıklım tıklım doluydu. İskenderun sıcak, Erzurum tarafları da çok soğuk olduğundan, ben farkına varmadan, üşütmüşüm. Uzun bir müddet de, adale ağrısı çektim. Üzerinde İskenderun'a göre diktirdiğim sivil elbiselerim vardı. Fakat Erzurum'un soğuğuna karşı faydalı olacak durumları yoktu.
-Bizim ev çıkmaz sokaktadır. Ben sokağa girince etraftan asker geliyor diye bağıranlar oldu. Kapıyı, çaldım. Annem beni tanıyamamıştı. Neden sonra ki, 'Sen Fethullah mısın?' diye sordu ve boynuma sarıldı. O gün annem çok ağladı. Ben tam fizyonomik olarak değişeceğim sıralarda Erzurum'dan ayılmıştım. Onun için annem beni birden tanıyamadı. Bir de hiç beklemediği bir zamanda, ansızın gelmiştim.. Kardeşlerimde de değişiklik olmuştu. Baktım, Mesih çok tuhaf olmuş.. Üç ay bitince şubeye gittim. Bir ay kadar da onlar idare ettiler. Dört ay kadar Erzurum'da kalmış oldum.
-Ramazan ayı da bu devreye denk geldi. Çeşitli camilerde vaaz veriyordum. Bir gün İslam'ın Doğuşu veya buna yakın bir isimle bir film oynatılacağını duydum. Millet, bir hafta evvelinden biletleri almıştı. Eşya misliyle temsil edilir. Dine saygısız biri sahabeyi temsil edemez. Her haliyle dinden uzak bir kadın Hz. Aişe gibi insanlığın medarı iftiharı bir kadını canlandıramaz. Bu hususu bir iki defa Cedid Camiinde dile getirdim. İkindileri orada vaaz veriyordum.
Erzurum'da zaten iki tane sinema vardı. İnsanların bütün eğlence yerleri de bu iki sinemadan ibaretti. Çoğu da bu filmi, sevap olsun diye seyredecek.
O gün çok hislendim. Duygulu konuştum ve konuşurken kendimi tutamadım ağladım. Yine ikindi vaktiydi. Cemaata 'Yazıklar olsun size! Sizin dininizle, peygamberinizle alay edecekler, siz de kuzu kuzu oturup burada beni dinleyeceksiniz. Onlar ecdadımızın aziz ruhlarıyla eğlenecekler, siz de Müslüman geçineceksiniz' gibi sözler söyledim. Cemaat birden ayağa kalktı. Ben 'Yok, yok, bizim sokağa dökülmekle işimiz yok. Bu meseleyi başka yoldan halletmek lazım' falan dediysem de dinletemedim. Yolda iltihaklar da olmuş. Büyük bir kalabalık sinemayı basmış. Hadise tamamen bütün Erzurumlularca benimsenmişti. Daha sonra bana anlattıklarına göre, Kanlı Fuat bile meseleye sahip çıkmış...” (ANKA)