|
 |
 |
|
DOLAR |
39,8620 |
 |
|
 |
EURO |
46,9765 |
 |
|
 |
IMKB |
10.276,000 |
 |
|
 |
ALTIN |
4.274,340 |
 |
|
|
|
Şehir Seçimi

|
|
|
|
|
 |
|
|
|
 |
|
MUMCU: "SORUN, KÜRT SORUNU DEĞİL, BÖLÜCÜLÜK SORUNU"
|
 |
 |
 |
|
|
Anap Genel Başkanı Erman Mumcu, Başbakan Erdoğan'ın, "Kürt sorunu" nitelemesine tepki gösterdi. Mumcu,"sorun bölücülük sorunu" derken, "Cumhurbaşkanı’nın bu konuda inisiyatifi ele alması ve siyasi parti genel başkanlarını bu konuyu görüşmek üzere bir toplantıya çağırması yönündeki çağrılarına da destek veriyoruz" dedi |
|
|
 |
|
|
|
|
 |
Konuyla ilgili olarak bir basın toplantısı düzenleyen Mumcu, Hatırlayacağınız gibi Türkiye Büyük Millet Meclis’in RTÜK üyeliklerini görüşmek üzere toplandığı günden bu yana ısrarla bir çağrıda bulunuyoruz. O günden beri tekrar ettiğimiz çağrımızın özü şu; diyoruz ki Türkiye’de terör ve bölücülük sorunu etrafında yeni ve önemli gelişmeler yaşanıyor. Yaşanmakta olan bu gelişmeler bugüne kadar tanığı olduğumuz, bildiğimiz terörden farklı nitelikler ve özellikler gösteriyor" dedi
Mumcu Şöyle konuştu:
"Son günlerde yükselen PKK terörünün arkasında bugüne kadar alışık olduğumuz stratejilerden farklı bir strateji var, bu strateji karşısında özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin topyekun bir mücadele kararlılığını ortaya koyması son derece önemlidir. Topyekun bir mücadele kararlılığının ortaya konulması topyekün benimsenmiş bir stratejinin varlığına bağlıdır. Kamuoyuna yansıyan beyan ve tutumlardan biz görüyoruz ki bu konuda topyekun benimsenebilir ve bölücü hareketin stratejisini etkisizleştirebilecek bir stratejik tutum yoktur. Bu stratejinin, topyekun benimsenebilir ve topyekun uygulanabilir bu stratejinin yaratılması için siyasetin inisiyatif alması gerekir. Herkesin kendi siyasi çıkarlarına göre pozisyonlandığı bir kendini emniyete alma tutumu içinde Türkiye karanlık bir geleceğe sürüklenebilir. Bir an önce bu konuyu TBMM’de gizli ve özel bir görüşmenin genel görüşmenin konusu yapalım diye çağrıda bulunuyoruz. Bu çağrılarımız önce hükümete sonra ana muhalefet partisinedir. Çünkü Meclis tatilde olduğu için Meclis’in toplanabilmesi 110 imzayı gerekli kılıyor, fakat Anavatan Partisi’nin 110 imzayı toplayabilecek bir sayısal yeterliliği bulunmadığı için biz bu toplantıyı kendi inisiyatifimizle gerçekleştiremiyoruz. Yine aynı zamanda başka siyasi partilerin özellikle Cumhurbaşkanı’nın bu konuda inisiyatifi ele alması ve siyasi parti genel başkanlarını bu konuyu görüşmek üzere bir toplantıya çağırması yönündeki çağrılarına da destek veriyoruz. Bunun bu güne kadar çoktan yapılmış olması ve mutlaka yapılmış olması gerekiyordu. Yukarda izah ettiğim nedenlerle, ama buna ilave edilecek başka nedenler de var, bu nedenlerin başında da bu konuda ortaya çıkabilecek zaafları kamuoyu ile paylaşmanın yaratacağı sakıncalar gelmektedir. Nitekim son birkaç gün içinde özellikle hükümetin tutumundan yansıyan zaafların Türkiye’yi geri dönülmez, geri dönülse bile telafisi çok zor bir noktaya getirdiği aşikardır. Biz bu konulardaki öngörülerimizi görüşlerimizi düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmadan önce sorumlu taraflarla paylaşmak istedik. Biz bu konuda bugüne kadar sadece dikkat çekmekle ve çağrımızı yinelemekle yetindik çünkü bu konuda var olan ortada gözüken zaafları işaret etmek özellikle terörü ve bölücü hareketi cesaretlendirecek sonuçlar doğurabilir. Ama ne yazık ki bu çağrılarımıza hiçbir cevap verilmedi. Bu konuda sorumluluk ne sadece hükümetindir ne de başkalarının. Bu konuda özellikle ana muhalefet partisinin sorumluluğu gözden ırak tutulmamalıdır. Şimdi geldiğimiz nokta ne yazık ki bunun da anlamını ve önemini büyük bir ölçüde kaybettiği bir noktadır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye bir zaafın içine hızla sürükleniyor. Bu zaaf her şeyden önce içine düştüğü sorunun teşhisine ilişkin bir tanım zaafıdır, bir teşhis zaafıdır. Son aylarda yükselen PKK terörünün neyi amaçladığı nereye yöneldiği ve Türkiye’yi nereye götürmek istediği konusunda doğru bir teşhis yapılamamıştır. Her şeyden önce sorunu bir terör sorunu olarak gören bütün çevreler konunun terörün dışında araçlar ve yöntemler de kullanabilecek durumda olan bölücü hareketin niyet amaç ve stratejisinden farklı bir bağlama oturduğunu daha doğrusu oturtulması gerektiğini görmezden gelmişlerdir. Bu konudaki ifademi müsaadenizle biraz daha berraklaştırmak istiyorum. Sorun asla tek başına bir terör sorunu değildir. Çünkü terör bir gayeye tahsis edilmiştir, bir amaca tahsis edilmiştir ve terörün tahsis edildiği amaç, gaye bölücü hareketin ta kendisidir. Ve bölücü hareketin kullanabileceği tek araç, tek yöntem hiçbir zaman terör olmamıştır. Ve son günlerde yükselen PKK terörünün amaçladığı şey terörü geride bırakan ve yeni siyasi araçları mümkün ve işler kılan mevziler yaratmaktır. Ve hükümetin ortaya koyduğu tutumla bu mevzilerden bazıları ne yazık ki bölücü hareket tarafından kazanılmış gözükmektedir. Daha üzücü olan Türkiye’nin adeta bir hipnozun altındaymış gibi davranmasıdır. Bir aydan beri PKK terörünün neyi amaçladığı, nereye yöneldiği konusunda anlamlı bir tek tutuma rastlamadığımızı üzülerek ifade etmek istiyorum. Özellikle kendisini terörle mücadelede uzman gibi gören ya da niteleyen kişi ya da kesimlerin bu konuya ilişkin tutumları ne yazık ki bölücü hareketin yeni stratejisini anlamaktan ve yeni stratejisi karşısında anlamlı, işe yarar tedbirler geliştirmekten son derece uzaktır. Bir kere olup biten şeyin ne olduğunun teşhisi doğru yapılmamıştır. Bu teşhisi bir kez daha, doğru biçimde yapmakta büyük bir fayda vardır. 1999 yılında örgüt elebaşı Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla büyük bir darbe alan bölücü hareket, özellikle terör bağlamında, silahlı mücadele bağlamında uykuya çekilmiş, bir anlamda da derin bir zaaf içine düşmüştür. Bu zaaf özellikle kendi hedef kitlesi, kendi gücüne inandırmak, yıldırmak ve sindirmek istediği kendi hedef kitlesi üzerindeki hegemonyasının yavaş yavaş ortadan kalkması ve Türkiye’de, Türkiye’nin bütünlüğü içinde, Türkiye’nin birinci sınıf vatandaşları olarak yaşamak arzusunda olan Kürt kökenli vatandaşlarımızın bu örgütün baskısından, bu örgütün yıldırmasından azade olabilecekleri bir ortam yavaş yavaş doğmaya başlamasıdır. Tabii özellikle silahlı kuvvetlerimizin bu süreçteki müdahaleleri bölücü örgütü bilhassa çatışma ve savunma alanı olarak kullanmaya mecbur bırakıldığı Irak’ın, Kuzey Irak’ın bir geri üs olarak kullanılması imkanından da mahrum etmiştir. Tabii bu sonucu hazırlayan, bu sonucu mümkün kılan bir uluslararası konjonktür vardır. Ancak 1 Mart tezkeresinden sonra bölücü örgüt Kuzey Irak’ı yeniden bir geri üs olarak kullanabilme, derlenip toparlanabilme fırsatını yakalamıştır. O günden bu güne hükümet aralarında benim de bulunduğum pek çok kişi tarafından yapılan bütün hatırlatmalara, dikkat çekmelere duyarsız kalmıştır ve bugün ortaya koyduğu tutum ne o günü ne bu günü hiçbir şekilde anlamadığının, kavrayamadığının en açık kanıtıdır. Şimdi bölücü hareket terörü de geride bırakan yeni bir faza geçme hazırlığı içindedir. Bu faz bölücü hareketin özellikle siyasi araçları daha etkili kullanabileceği bir vasatın yaratıldığı Türkiye’nin uluslararası ilişkileri üzerinden bir takım yaptırımlara zorlanacağı bir faz olarak tasarlanmaktadır. Ve sırf bu nedenle dünya kamuoyunda teröre karşı duyarlılığın son derece yüksek olduğu, bugüne kadar PKK’yı ve PKK terörünü lanetlemekten uzak duran özellikle Avrupa çevrelerinin, birden bire PKK’yı ve PKK terörünü suçlayan, dışlayan tutumları karşısında bu yeni stratejiyi benimsemek bölücü hareket açısından hem bir zaruret hem de yeni fırsatların varlığı anlamına gelmektedir. Bu noktada PKK’nın geliştirmeye çalıştığı ve inisiyatifin anlamı yine bu sürecin kendi liderliğinde ve kendi önderliğinde gerçekleşmesi konusunda kendi pazarlık gücünü ortaya koymak tutumudur. Nitekim terörün ayrılıkçı mücadelede, kendi literatürleriyle söylüyorum, artık işe yarar bir aygıt olmadığını, özellikle uluslararası alanda geçerliliği ve işlerliği olan yeni siyasi yöntemlerin benimsenmesi gerektiğini yüksek sesle ifadelendiren ve taraftar bulmaya çalışan kimselerin ki, bunların bir kısmı örgüt mensuplarıdır, ölümle cezalandırılmış olması, Hikmet Fidan suikastı böyledir, bölücü terör örgütünün bu konuda irade sahibi benim, inisiyatif sahibi benim, bu konuda bir pazarlık yürütülecekse benimle yürütülmelidir diyen apaçık tutumudur ve mesajlarıdır. Bu noktada konuyu terörden ibaret gibi görmek ve terörün yarattığı tehdit algılaması karşısında ‘aman şiddet dursun, aman terör olmasın, ne olursa olsun’ gibi belki iyi niyetli ama geçerliliği, hayatın gerçekleriyle uyumluluğu son derece kuşkulu biraz da safiyane bir tutuma sapmanın stratejik anlamda ne gibi zaaflar yaratabileceği ne yazık ki gözden kaçmıştır. Ve bu noktada Türk siyaseti sınıfta kalmıştır. Türkiye’de bu konuda görüş beyan eden neredeyse bütün taraflar sınıfta kalmışlardır. Buradan çıkan sonuç şudur; Türkiye bu konuyu kendi düşmanları kadar, kendisini bölmeye, parçalamaya odaklanmış düşmanları kadar iyi düşünmemiştir ve özellikle bölücü hareketin taşınmaya çalıştığı bu yeni faz karşısında yeterince hazırlıklı değildir. Başbakan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve meşhur siyaset platformlarını bir istişare platformu olarak görmeyi reddederken şiddetin önlenmesi başlığı altında iyi niyetli olsa bile geçerliliği ve kapsayıcılığı kuşkulu olan bir çağrının sahiplerini muhatap alarak bu konuyu ülke gündeminde farklı bir düzleme taşımış olması iyi niyetin ötesinde, hatta günübirlik bir faydaya odaklanmış bir halkla ilişkiler operasyonu olarak mazur görülebilir niyetlerin ötesinde son derece büyük bir yanılgı olmuştur. Çünkü Sayın Başbakan adına “aydınlarla buluşma” dediği bu toplantıda bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları’ndan hiçbirisinin telaffuz etmediği hele de etmekten özenle kaçındığı, telaffuz edilmesini reddettiği ki, telaffuz edilmesini reddedenler arasında Sayın Erdoğan da vardır, bölücü hareketin patentini almış ibareleri, ifadeleri tanımları altını çizerek beyan etmekten kaçınmamıştır. Unutulmamalıdır ki sorunun ‘Kürt sorunu’ olarak tanımlanmış olması dilbilimsel olarak doğru ifadenin ne olduğu, kapsayıcı ifadenin ne olduğu konusundan daha ayrı bağımsız özellikleri, boyutları olan bir konudur. Nitekim Başbakan Oslo’da bu tanımlamayı reddederken, sanki bu ayrımın farkındaymış gibi bir tutum içindeydi. Şimdi Başbakan o gün niye reddettiğini, bugün niye kabul ettiğini açıklamak zorundadır. Bu tanımlama kabul edilemez, çünkü bu tanımlama bölücü hareketin patenti altında bir tanımlamadır ve bu tanımlamanın hedefi bölücü hareketi, terör örgütü PKK’yı ve onun uzantılarını Kürt halkının bütün meşru taleplerinin de meşru temsilcisi olarak sunma çabasının stratejik adıdır. Bu tanımlama en başta bu yüzden kabul edilemez. Ayrıca bu tanımlama kendisini bölücü hareketten ayrı ifadelendirmek isteyen Kürt kökenli vatandaşlarımızı yine aynı tanım içinde bütünleştirdiği için kabul edilemez. Bu tanımlamanın kabul edilemezliği bir sürç-i lisan olsa idi kuşkulu bulunabilirdi. Yani Sayın Başbakan çok sık yaptığı gibi metin dışına çıktığı sözlerinde bir sürç-i lisanda bulunmuş olabilirdi ve bu mazur görülebilirdi. Ama Sayın Başbakan özenle hazırlandığı besbelli bir yazılı metne dayalı konuşmasında bu ifadeleri ısrarla tekrar etmiştir, bu ifadeler üzerine yapılan tartışmalara rağmen bu tanımlamayı Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı sıfatıyla ısrarla tekrar etmiştir. Yine aynı buluşmanın yazılı metninde ifadesini bulan ‘demokratik cumhuriyet’ ibaresi de bölücü terör örgütünün patentinde bir ibaredir ve bu ibarenin kastettiği şey Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası’nın kastettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik karakteri asla değildir. Burada kastedilen kurucu iki unsurun varlığı anayasayla güvence altına alınmış yeni ve farklı bir modeldir. Yani bölücü örgütün demokratik cumhuriyeti bizim anayasamızın demokratik cumhuriyeti değildir. Bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti değildir. Türkiye Cumhuriyeti ifadesini reddeden bir anlayışın, Türkiye Cumhuriyetini reddeden bir anlayışın önerdiği ve dayattığı bir modelin adıdır. Bir ülkenin başbakanı bu konularda gafil olamaz, bir ülkenin başbakanının ülkenin geleceğini, ülkenin vatandaşlarının hayatını ilgilendiren temel konularda bilgisiz olması, gafil olması kabul edilemez, hoş görülemez. Ancak sadece bu örnekte değil başka pek çok örnekte ortaya çıkan gerçek şudur ki Sayın Başbakan kamuoyuna açık beyanlarını okuduğu metinleri hazırlayan yakın çevresinin bir kuşatması altındadır. Bu yakın çevreyi yakından analiz ettiğimizde olup bitenlerin bir tesadüf, bir sürç-i lisan ya da popülist bir iletişim kurma çabasından çok öteye anlamlar ve tehlikeler içerdiği apaçık görülecektir. Bu yakın çevreden insanların daha çok yakın zamanlarda Türkiye’nin temel meselelerine, Türkiye’nin temel belgelerine ilişkin geliştirdikleri tutumlar, ortaya koydukları ifadeler, beyanlar bölücü hareketten çok da farklı düşünmediklerinin apaçık göstergesidir.
Değerli arkadaşlar ‘Kürt sorunu’ tanımını reddettiği için Diyarbakır’da protesto edilmeye hazırlanılan Başbakan’ın sırf bu nedenle protesto edileceği, hatta birtakım eylemlerle gezisinin sabote edileceği, Başbakan’a suikastı kastetmiyorum, gezisinin sabote edileceği yolunda haberlerin yaygınlaştığı bir ortamda önceden reddettiği bu ifadeyi ısrarla yinelerken bu sözleri hepimizi şaşırtan ve üzen bir etki yaratmıştır. Açıkça Başbakan’ın konuya ‘Kürt sorunu’ tanımını getirmiş olması kimilerince adeta bir parola olarak algılanmıştır. Başbakan parolayı söylemiş biri gibi bizi şaşırtan, bizi yanıltan, bizi üzen, bizi kahreden bir teveccühle karşılanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin illerinden birine seyahat etmesinin sanki Kuzey Irak’a, sanki ABD’ye, sanki yabancı bir ülkeye seyahatmiş gibi kurgulanmış olması bir tarafa bırakılabilir, ancak bu konuda DEHAP’lı belediyelerin Sayın Başbakan’a bir misafirmiş gibi davranacakları yönündeki özenli beyanları affedilebilir bir şey değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı Misak-ı Milli sınırları içinde hiçbir yerde misafir değildir. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı kendi mağduriyeti, geçmişte yaşadığı kendi mağduriyeti üzerinden sözüm ona bir duygudaşlık kurmaya çalışarak devletin vatandaşlar üzerinde türlü çeşitli mağduriyetler yaratan bir öcü olduğunu söyleme hakkına sahip değildir. Çünkü Türkiye’de PKK’nın sindirmesinden ve yıldırmasından korkan, çekinen, bıkan, usanan, devletin gücüne ve adaletine inanmak isteyen vatandaşlar, Başbakan’ın ağzından devletin vatandaşlarını mağdur ettiğini duymak istemiyorlar. Hele hele başörtüsü konusunu da aynı bağlamla ilişkilendirerek, ‘Kürt sorunu’yla ilişkilendirerek devletin yarattığı mağduriyetler zincirinde başka bir mağduriyet olarak adlandırmak devletin birliğine suikastıdır. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı’nın Anayasa’ya sadakat andını hiçbir zaman unutmamasını istiyoruz. Bugün bu hipnoza isyan etmenin zamanıdır. Bugün kuru laf kalabalığıyla Türkiye’nin geleceğini karartacak bu sürece seyirci olmanın zamanı değildir. Sayın Başbakan şiir okuduğu için bir mağduriyete uğramıştır, evet. Ama o bu mağduriyete uğradığında bütün Türk Milleti arkasında olmuştur. Biz de arkasında olduk. O gün de arkasında olduk. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bugün siyaset yapıyorsa o mağduriyetine karşı koyabilen onurlu siyasetçilerin varolması yüzündendir. Türkiye’de demokratik sistem işlemiştir ve bu mağduriyeti ortadan kaldırmıştır. Ancak anlaşılan odur ki Sayın Başbakan öylesine bir mağdur edilmişlik duygusu içindedir ki Başbakan olmak bile, Türkiye’nin kendisini Başbakanlık koltuğuna oturtmuş olması ve ona Başbakanlık payesini vermiş olması bile bu mağduriyet duygusunun ortadan kalkması için yeterli olmamıştır. Başbakan neyin hesabını yaptığını, neyin muhasebesini yaptığını, nereye varmak istediğini apaçık ortaya koymalıdır. Ne demek istiyor? Türkiye Cumhuriyeti Devleti sürekli mağduriyetler yaratıyor. Başörtüsünde mağduriyet yaratıyor, Kürt sorununda mağduriyetler yaratıyor, şiir okumada mağduriyetler yaratıyor, bunu mu söylemek istiyor? Devletin adil bir mekanizma, güçlü ve adaletine inanılan bir sistem olarak vatandaşlarımız tarafından kabul edilmesi, benimsenmesi, içlerine sindirilmesinde bir mahsur mu var? Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı’nın yapması gereken şey bu mağduriyet edebiyatını sömürmek midir? Varsa bir mağduriyet kaldırırsınız. Bu mağduriyetin kaldırılmasını kimden bekliyorsunuz? Dolayısıyla vatandaşın zihin coğrafyasını parçalayan ifadelerden ve beyanlardan özenle ısrarla kaçınmak gerekir."
 |
|
|
|
 |
|
|
Toplam yorum |
0 |
|
Onay bekleyen |
0 |
|
|
 |

Yorumunuz editörlerimiz
tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır. |
|
|
|
 |
Bu haber henüz yorumlanmamış...
|
 |
|
 |
Bu kategorideki diğer haberler |

|
|
|
|
|
|
 |
|
|
ÇOK OKUNANLAR |
 |
 |
-
|
 |
 |
|
Fenerbahçe Spor Kulübü'nde gerçekleştirilecek Olağanüstü Seçimli Genel Kurul Toplantısı'nın 13-14 ... |
 |
|
 |
 |
|
15 Temmuz Köprüsü'ne "Free İmamoğlu" pankartı asan CHP İstanbul Milletvekilleri Suat Özçağdaş ve ... |
 |
|
 |
 |
|
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere gözaltına alındı |
 |
|
 |
 |
|
Teksas'taki Guadalupe Nehri boyunca meydana gelen ani sel baskınları sonucu en az 24 kişi hayatını kaybetti. |
 |
-
|
 |
 |
|
Altın fiyatlarında sert hareketler yatırımcıların dikkatini çekmeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda ... |
 |
|
 |
 |
|
HÜDA PAR, cuma namazı saatinde çalışanların izinli sayılmasını öngören bir kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sundu. |
 |
|
 |
 |
|
CHP Manavgat'taki Rüşvet iddialarına Soruşturma başlattı |
 |
|
 |
 |
|
DEM Parti: Tunç Soyer, sürece destek ve katkı sunan önemli bir siyasetçidir, tutuklama kararı barış istemine bir müdahaledir! |
 |
-
|
 |
 |
|
CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar sürüyor… Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, ... |
 |
|
 |
 |
|
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Adana Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere, Adana Büyükşehir ... |
 |
|
 |
 |
|
Adana, Antalya ve Adıyaman'da belediyelere yönelik yürütülen yolsuzluk soruşturması kapsamında ... |
 |
|
 |
 |
|
CHP'li isimler, belediye başkanlarına dönük sabah operasyonlarını eleştirerek “Arkadaşlarımızı ... |
 |
-
|
 |
 |
|
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, gözaltında sağlık kontrolüne götürülürken gazetecilere ... |
 |
|
 |
 |
|
CHP'li belediye başkanlarına yönelik son operasyona tepkiler gelmeye devam ediyor.
İYİ Parti ... |
 |
|
|
|
 |
|
 |
 |
YAZARLAR |
 |
|
 |
|
 |
|
 |
|
 |
 |
 |
ÇOK YORUMLANANLAR |
 |
 |
-
|
 |
 |
|
Fenerbahçe Spor Kulübü'nde gerçekleştirilecek Olağanüstü Seçimli Genel Kurul Toplantısı'nın 13-14 ... |
 |
|
 |
 |
|
15 Temmuz Köprüsü'ne "Free İmamoğlu" pankartı asan CHP İstanbul Milletvekilleri Suat Özçağdaş ve ... |
 |
|
 |
 |
|
Teksas'taki Guadalupe Nehri boyunca meydana gelen ani sel baskınları sonucu en az 24 kişi hayatını kaybetti. |
 |
|
 |
 |
|
Altın fiyatlarında sert hareketler yatırımcıların dikkatini çekmeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda ... |
 |
-
|
 |
 |
|
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere gözaltına alındı |
 |
|
 |
 |
|
CHP Manavgat'taki Rüşvet iddialarına Soruşturma başlattı |
 |
|
 |
 |
|
DEM Parti: Tunç Soyer, sürece destek ve katkı sunan önemli bir siyasetçidir, tutuklama kararı barış istemine bir müdahaledir! |
 |
|
 |
 |
|
HÜDA PAR, cuma namazı saatinde çalışanların izinli sayılmasını öngören bir kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sundu. |
 |
-
|
 |
 |
|
CHP'li isimler, belediye başkanlarına dönük sabah operasyonlarını eleştirerek “Arkadaşlarımızı ... |
 |
|
 |
 |
|
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Adana Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere, Adana Büyükşehir ... |
 |
|
 |
 |
|
CHP'li belediye başkanlarına yönelik son operasyona tepkiler gelmeye devam ediyor.
İYİ Parti ... |
 |
|
 |
 |
|
CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar sürüyor… Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, ... |
 |
-
|
 |
 |
|
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, gözaltında sağlık kontrolüne götürülürken gazetecilere ... |
 |
|
 |
 |
|
Adana, Antalya ve Adıyaman'da belediyelere yönelik yürütülen yolsuzluk soruşturması kapsamında ... |
 |
|
|
|
 |
|
 |
 |
ANKET |
|
 |
 |
|
|
|
|
 |


 |
Medya
Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden
kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan
haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması
durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır.
Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait
yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz. |
 |
|
|
|