Günün Haberleri   |   Giriş sayfam yap   |   Favorilere ekle   |   Künye   |   İletişim   |   Sitene haber ekle


 
DOLAR
39,2169
EURO
45,2700
IMKB
9.312,000
ALTIN
4.328,410
 
Hava Durumu ANKARA
12 / 24 C°
Değiştir
 
     
 
Medya Spot Google
 
 
 Ana Sayfa  Gündem   Ekonomi   Dünya   Yaşam   Medya   Spor   Magazin   Polis Adliye 
 
OSMANLI'NIN İLK YASAK KİTABI YENİDEN YAYINLANDI
OSMANLI NIN İLK YASAK KİTABI YENİDEN YAYINLANDI
 
Osmanlı'nın ilk yasakladığı kitaplardan olan ırklara göre kadınların cinselliğini anlatan 'Zenanname'yeniden yayınlandı. Kitapta kadınlarla ilgili her tür bilgi yer alırken, Rus kadınları mı daha cazibelidir İngilizler mi? konuları o zaman da tartışma konusu imiş...
 
5.2.2007 - 11:37

Kadınlar Kitabı ya da Osmanlıca adıyla Zenanname yüzyıllar boyunca itinayla saklanan, elden ele, dilden dile gizlice dolaştırılan, kulaktan kulağa fısıldanan en ilginç metinlerden biri. Hele minyatürlü nüsha… Kitaplıkların tozlu raflarında kalmış, el yazma sayfaları sararmış, unutulur gibi olmuş ama unutulmaya kıyılamamış bir eser…  Zenanname zaman zaman bilimsel amaçlı çalışmalara konu olsa da (1) yine de ilk yazıldığı günkü gibi bir yayılıma hiçbir zaman için ulaşamamış, halkla kopan bağını zaman içinde yeniden kuramamış. Oysa tüm dünya erkeklerinin olduğu kadar tüm dünya kadınlarının da ilgisini çekecek özellikler içeriyor.  Fazıl’ın bu panaromik mesnevisini (2) okuduğunuzda, yüzyıllardan bugüne dek hiç değişmeyen kimi “temel erkek bakış açılarını” görüyorsunuz ve tabii artık tamamen değişmiş olanlarını da. Halk dilinin ve halk mizahının en ilginç örneklerinin yanı sıra argo ve kaba dil içinde üretilmiş kadına ve erekeğe yönelik tanımlamaları da buluyorsunuz. Ayrıca saray dilinin ürettiği kıymetli kalıplarla da bu uzun şiirde karşılaşıyorsunuz. Zamanının esprilerini, kahkaha makinesi darb-ı mesellerini hep onun satırları arasında okumak mümkün. Erkeklerin kadınlarla ilgili olarak günümüzde de kullandığı önyargılardan pek çoğu ile bugün hala kullanımda olan atasözü ya da deyimler de cabası. Fazıl’ın zamanında da galiba erkeklerin kafalarını kurcalayan sorular üç aşağı beş yukarı bugünkünün aynı imiş:  Rus kadınları mı daha cazibelidir İngilizler mi? Cezayirlilerle Tunusluları birbirinden ayıran cinsel özellikler nelerdir? Kadınlar hamamında ne yenir ne içilir ve de nasıl kavga edilir? İstanbul’da kaç cins  kadın yaşar?  

Zenanname’den anlaşıldığı kadarıyla 18. yüzyılda Enderunlu Fazıl kadınlarla ilgili tüm soruların yanıtlarını ve daha fazlasını verecek kadar araştırmış, sormuş soruşturmuş, bilgi ve önyargı biriktirmiş, sonunda da “kadın kimdir, nedir, nasıldır?” sorusunun yanıtını kendi çapında vermiş…  Üstelik de verdiği cevaplara bakılırsa kimi fikirleri o günden bu güne “etkisini” ve “ilginç”liğini hiç kaybetmemiş.  

Osmanlı İmparatorluğu’nun saray eğitimi almış bir ferdi olarak Fazıl, döneminin kadınlara bakışını bu eserde çok güzel özetliyor. Özellikle Osmanlı’nın etki ve yönetimi altında bulunan yerlerdeki kadınlarla ilgili olarak verdiği detaylar, çizdiği canlı sahneler ve paylaştığı ilginç saptamalar, bugün bile hala sokak dilinde, kültüründe ve mizahında yaşıyor. 

Fazıl, 1759- 1810 yılları arasında ömür sürmüş bir divan şairi. Döneminin dikkat çekici eşcinsel çapkınlarından biri olarak nam salmış. Eşcinselliğiyle her zaman her vesileyle övünmüş ancak hayatın cilvesine bakın ki kader ona “kadın uzmanı, namlı bir kadın tarifi yazarı” rolünü de uygun görmüş.  

Fazıl her ne kadar eserlerinde kadınlardan zevk almadığını devamlı tekrarlamış olsa da erkek sevgilisi ondan “sadece kadınları anlatan” bir eser yazmasını isteyince kaçarını bulamamış, üstelik bir kere yazmaya  başlayınca da hızını alamamış. Öyle ki elinden bırakamadığı kalemi ile “kadınlar faslını” döktürmüş de döktürmüş… Yakından tanıdığını her vesileyle vurguladığı dünya erkeklerini ele alıp anlattığı Hubanname’den daha çok Zenanname’ye mürekkep ve kağıt harcamış, ötekinden çok daha uzun bir mesnevi ile dünya kadınlarını anlatmaya koyulmuş. 

Maceralarını, duygularını, yargılarını ve cinsel isteklerini apaçık ve hiçbir şeyin ardına gizlenmeden ifade etmesi ile tanınan Fazıl’a, bir Osmanlı Kazanova’sı desek çok mu olur !?!

Aşırı keyif düşkünlüğü, cinsel iştahının büyüklüğü, gönül hırsızlığı, müsriflikten de öte hesapsız harcamalarıyla tam bir hovarda o. Üstelik de “beni her cins sanır kendi cinsinden” diyecek kadar da iddialı. Hayatı romanlara filmlere konu olabilecek maceralarla dolu geçmiş. Felaketlerle başlayan bir çocukluğun ardından sarayda bolluk içinde bir gençlik… Aşklar ayrılıklar sonra yine aşklar…. 

Değişik kaynaklardan alınan bilgilere göre büyük babası ile babası Akka’da bir isyana kalkıştıkları için idam edilmişler. Fazıl İstanbul’a getirilmiş. Padişahın emriyle saray okulu Enderun’a alınmış. Enderun mektebinde geleceğin hükümet ricali, hattatlar, oymacılar, nakkaşlar, musikişinaslar, şairler kısaca devlet idaresinde söz sahibi olacak aydın kimselerle üstün vasıflı sanatçılar yetiştiriliyor. Enderun’a alınan talebelerin giyim ve kuşam zarafetleri kadar yüz ve vücut bakımından da seçkin olmaları gerekiyor. Fazıl elbet tüm bu özellikleri taşıyor. 

Enderun’da kendi cinsinden oğlanlara üç kez aşık oluyor. Zevk ve eğlenceye olan aşırı düşkünlüğü, cinsel tercihleri, çapkınlıkları ve sarayda yaşadığı aşk maceraları nedeniyle dile düşüyor. Üçüncü aşkı ‘şehla hafız” saraydan atılmasına neden oluyor. Bu andan başlayarak İstanbul sokaklarında ve bekar odalarında 12 yıl sürecek yoksul ve serseri bir hayata yelken açıyor. Galata meyhanelerinde tutulduğu bir çingene gencine gönül vermesi ve yedi ay süren bu aşk yüzünden epey acı çekip Defter-i Aşk’ında ona özel beyitler kaleme alması bilinen bir başka hikayesi. 

Yaradılışındaki aldırışsızlık ve safahat düşkünlüğü nedeniyle Fazıl tüm ömrü boyunca yoksulluk çekiyor. Dert içinde geçen on iki yılın ardından çektiği sıkıntılar canına tak etmiş olacak ki zamanın ileri gelenleri ile devrin hükümdarı Üçüncü Selim’e dokunaklı kasideler sunarak durumunu anlatmaya çalışıyor. Sonunda şair “nanpare” adında geçim için verilen vazifeye nail oluyor ve Rodos vakıflarıyla ilgili bir iş sayesinde az da olsa rahata kavuşuyor.

Fazıl bu memuriyeti kendisine gelir bakımından yeterli görmediği anda “memur” olmak istiyor. Dileği kabul görerek Halep Defterdarlığı’nda görevlendiriliyor. Görevi sırasında Gürcistan, Kafkasya ve Doğu illerinde teftişe çıkıyor. Can çıkmadan huy çıkar mı! Teftiş işinden gırtlağına kadar borç içinde dönünce yine yardıma muhtaç hale geliyor. 

Parasızlık bir yandan, sivri dil diğer yandan… Bu kez de İstanbul’da bulunduğu sıralarda Nef’i tarzı hicivleriyle etrafı tedirgin ettiği düşünülen Fazıl için; hakkındaki şikayetler nedeniyle Rodos’a sürgün günleri başlıyor. Rodos’a vardığı gün veliahtlık zamanından beri Üçüncü Selim’in yanından ayrılmayan Ebubekir Ratip Efendi’nin idamını öğreniyor. Bu haberle tam bir şok geçiriyor, gözleri kör oluyor. Bir süre sonra Üçüncü Selim’e sunduğu “iki gözüm” redifli kasidesinde Fazıl hem kör hem romatizmadan muzdarip olduğunu padişaha bildiriyor. Bu sağlık koşulları altında Fazıl’ın affa uğraması neyse ki gecikmiyor ve çok geçmeden İstanbul’a dönmesine izin veriliyor. Affedilmesinde gurbetteyken yazdığı bu kasidenin etkili olduğu sanılmakta. Ve  her nasılsa İstanbul’a dönme izni verildikten bir süre sonra da gözleri yeniden açılıyor. 

Fazıl hayatının son on yılını yatalak olarak Beşiktaş’taki evinde sefalet içinde geçirmiş. Bu on yıl boyunca şair “caize” adlı bağışı alarak geçimini sağlayabilmek için bir çok kaside ve tarih yazıp hükümdara ve devlet büyüklerine sunmuş, yaşamak için çok zor çekmiş. 

                                                   ****   ****   **** 

Eserleri edebi değer açısından zayıf olarak değerlendirilse de içerik açısından eşsiz bulunan Enderunlu Fazıl 18.yüzyıl divan edebiyatının önemli isimleri arasında sayılıyor. Yaşadığı dönemin günlük hayatı ve zevklerini yerel gelenek ve göreneklerini halk dilinin ifade ve deyimlerini ustaca kullanması, döneminin toplumsal yapısı ile ilgili önemli bilgilere yer vermesi, canlı anlatımları bugünün okuru için değerini bir kat daha artırıyor. Eserlerinin sanatsal yönü eleştirilmesine rağmen yerelleşme akımına uygun nitelikteki mesnevileriyle 18.yüzyılın ikinci yarısında bu akımın önemli temsilcilerinden biri olmuş.  

Enderunlu Fazıl kendi ifadesiyle Zenanname’yi yazmak istememiş, sevgili zoruyla kaleme almış. Bunu mesnevinin başındaki sefahat kısmında okuyoruz. Ona göre Divan şiiri adabınca kadından bahsetmek yersiz; hem o kadınlara karşı meyilli değil ki! Fakat yine de “delikanlı” sevgilisi “yok”tan anlayacak bir karakterde olmadığı için kadınlar kitabında ısrar ediyor.

Fazıl sevgilisini bu isteğinden caydırmaya çalışsa, “ben kadınlardan ne anlarım!” dese de dinletemiyor. 

Kızgın sevgili acımasız: 

“Ya yazarsın, ya da gider düşmanınla beraber olurum” diye gözdağı veriyor. 

Çaresiz kalan Fazıl kaleme kağıda sarılıyor ve Hubanname’de erkeklerini anlattığı milletlerin bu kez de kadınlarını yazmaya başlıyor… 

Metin her açıdan ilgiye değer özellikler taşıyor. Osmanlı İmparatorluğunun etki ve yönetimi altındaki yerlerde yaşayan kadınların gelenek, davranış, giyim kuşam özelliklerini sergiliyor.

Çekilen fotoğrafta özellikle İstanbul sosyal hayatına ayna tutuluyor, cinsellik kültürünün üzerindeki perde aralanıyor.  

Zenanname’de anlatılan kadınlar milletlerine göre sırasıyla, Doğu Hindistan, Acem, Bağdat, Mısır ve Kahire, Sudan, Habeş, Yemen, Fas, Cezayir ve Tunus, Hicaz, Şam, Halep, Anadolu, Akdeniz, İspanya, İstanbul, İslam ülkelerindeki Avrupalı, Rum, Ermeni, Yahudi, Çingene, Rumeli, Arnavut, Boşnak, Tatar, Gürcü, Çerkes, bazı Hıristiyan ülkeler, Leh, Avusturya, Rus, Avrupalı, İngiliz, Hollanda ve Amerika kadınları. 

Mesnevide bu kadınların sadece milliyetleri söylenip geçilmiyor elbet. Fazıl kadınların hepsini cinsel çekicilikleri açısından bir kefeye koymuyor, en ince detaylara kadar iniyor:

Fazıl’ın gözüyle ve sözüyle bakıldığında Doğu Hint kadınları yüzü gözü kara kadınlar. Çiftleşmeye talip olmazlar, soğuklar. Onlarla cinsel ilişkiye giren “dondurma” olur, alet yerine bu kadınlara “meşale” gerekir. 

Acem kadınlarına gelince… Onlar cazibeli, eşsiz yanak ve gözlere sahipler. Sarhoş gözleri badem gibi, kaşları çatık, boyları eğri. Nazlılar, hoş edalılar. Ferasetli ve anlayışlı olmaları da cabası. Sol eteklerini yukarı koymaları Fazıl’ın onları huriye benzetmesine neden olur. Fakat Fazıl bu denli övdüğü kadınları gece gündüz önleri ile uğraşmakla suçlar.  

Özbekleri ise hiç beğenmez, “buruşuk çehreli ve çirkin kadınlardır, bakireleri iki yüz yaşında gösterir” demekten çekinmez. 

Bağdat kadınlarının esmer, yüzeysel cazibe sahibi, zamparayı etkileyecek özellikte olduğunu belirten Fazıl “tırnak iliştirecek yer vermeyen, tek gıdaya kanaat eden ahmak bir çöl arabı” niteliklerini uygun görür ve “Allah onlara düşürmesin!” diyerek fikrini belirtir. 

Mısır ve Kahire kadınlarının yürüyüşünün çok etkileyici olduğunun altını çizen Fazıl bunun onlara “şeytanın bir bağışı” olduğunu  belirtir. Bu kadınlardaki şehvet ateşini Nil nehrinin bile söndüremeyeceğinden dem vurur.  

Ona göre Mısırlı kadınlar aşiftedir. Çarşıda gezinişleri, eşeğe binişleri, arsız ve pis oluşları ile Zenanname’de yer bulan Kahire kadınları ise Fazıl’a göre erkeğin “ateşli düşmanı” sınıfındadır.  

Sudanlı kadınlar ise Fazıl’a göre kara simaları ile katrana benzeyen kadınlardır. Memeleri yanaktaki ben topu olarak anılan bu kadınların gözleri kıvılcımlı, bedenleri abanozdur. Fazıl onların yatağa değil mutfağa uygun olduğunu düşünerek “hanımının arkasından yürüsün!” diye yazar. Fakat hanımının önüne geçip, elinden beyini kapan, üstelik kendisine bir hane açtıran Sudanlı kadınlardan da söz eder. 

Habeş kadınları nazlı, edalı, kadınların içinde en çapulcusudur Fazıl’a göre. Cüssesi yufka, hokkası tılsımlı, yarası merhemli, rahmi ateşli bir bakire olarak anılırlar. 

Yemen kadınları hasta bedenli, karnı su toplamış, soluk çehreli ve kızgın halli kadınlardır. Çirkin, zayıf ve bitkindirler. Kanunen orada kadınlar evden dışarı çıkamamakta, Fazıl’a göre ise çirkinliklerini saklamak için dışarı çıkmamaktadırlar. Günahsız ve ırzlarına sahiptirler, fakat bunun nedeni Fazıl’a göre ahlaklarından çok çirkinlikleridir. 

Faslı kadınlar hareketi, yüzü, huyu çirkin kadınlar olarak Zenanname’de yer bulur. Zevksiz ve cahil erkeklerle birlikte oldukları için yanlışlıkla başka bir erkek onlara bakacak olsa erkekleri bu bakan kişinin gözlerini oyar. 

Cezayir ve Tunus kadınları hoş temiz  müstesna, baştan çıkarıcı diye tanımlanır. Fazıl’ın ifadesiyle Tunus’un fahişesi çok olur, sefahatte Mısır’la yarışır. Hatta orada han sahibi sermayeli aşifteler bile vardır. 

Fazıl için Hicaz kadınları çirkin, esmer, zayıf ve beterdir. Mekke kadınları hoş, gümüş tenli, namuslu, fahişesi hiç olmayan bir zümredir. Mısır’ın fahişelerinin orayı kirlettiğini belirten Fazıl, Mekke’ye varıncaya kadarki bölgede tüm Arap çölü kadınlarını ucube olarak tanımlar. Onlar rastığı su gibi süren, mavi dudaklı, kavgacı, alaca tenli yılan gibi, saçına tavşan ve tazı resmi yapan, burnunda halka taşıyan kadınlardır. Kavimlerine hoş görünürler. İki kavim arası kavgalar da hep kız yüzünden çıkar. Araplar arasında kız babalarının kızını evlendirmek için dünyanın malını istediğini de vurgulayan Fazıl, Zenanname’de çok canlı sahnelerin yer aldığı bir bedevi düğününü de nakleder. 

Şam kadınlarının tamamını aşifte olarak gören Fazıl oradaki aşırılıkların soysuz olduğunu belirtir. Orada fahişelerin kapı önünde yattığını, mezaristanın kerhane haline getirildiğini anlattıktan sonra kendi doğum yerinin de o civarlar olduğunu ekler. Orada en fakirin bile dört kadınla evlendiğini, bir odada üst üste yatıldığını, ölenlerin arkasından da kadınların ağladığını anlatır.  

Trablus kadınları ise zevke istekli, kara peçeli kadınlardır. Bağda hanesi olanların, meyvesi kurtludur, yani kocalarından başka bir de sevgilileri bulunur.. Sarı çehreli, ince uzundurlar.Gümüş külah takarlar. Bir gözlerini gösterir ötekini puşi ile kapatırlar. Etraflarına çizilen halkada mahşere kadar kalırlar.  

Halep kadınları Fazıl’ın gözünde hoş simalı, akçıl, hoş, hasta yürüyüşlü kadınlardır. Nazlıdırlar. Rezil fahişeleri ile dünyayı doldurmuşlardır. 

Anadolu kadını işveli, yeni tarzlı, traşsız, nazsızdır. Gerdek adetleri Fazıl’a göre beterdir.

Zenanname’de Akdeniz kadınları gönül çekici, Kıbrıs kadınları ise çirkin olarak nitelendirilir.

İspanyol kadınları endamlı, uzun boylu, gümüş tenli, yasemin yaprağı sıfatlarıyla anılır. Fakat onların da tümü fahişe ve aşiftedir. İspanyol erkekleri ise Fazıl’a göre yaygara sazı olan bu kadınların artlarıyla ilgilidir. 

İslambol yani İstanbul kadınları parlak yüzlü, güzellik mayası, güzel yaradılışlı, güzel ahlaklı, pembe tenli, gonca yanaklı, cinsi alem mecmuası kadınlardır. Onları dünya taklide çalışır. Burada kadınlar dört çeşittir. Namuslular, aşifteler, fahişeler ve seviciler. Namuslular görünmez, kafeste mahpus dudu kuşu gibidirler. Rüzgar saçlarına değmemiş, güneş yüzlerini görmemiştir. Ağırbaşlı ve gayret sahibidirler. Aşifteler namuslular içinde fahişelerdir. Çeşitli elbise giyerler, zinet takarlar, eflatunlu yeni ferace giyerler, avlanmaya niyet ettiklerinde cariyeleriyle çarşıya çıkarlar. Hasta gibi nazla, ayakları birbirine bağlı gibi yürürler. Kocaları ise dükkan işleten esnaftırlar. Üstelik de kavgacı yalancı itlerdir. Kadınlar bu kocaları aldatırlar, üstelik bir de onu araba almazsa boşamakla tehdit ederler. Fahişeler ise gözleri sürmeli, beter, rastıklı ve göz süzen kadınlar olarak tanımlanır. Fazıl’ın ifadesiyle “Sonradan peyda olan “ sevici zümresine gelince. Onlar nazik tabiatlı, birbirine naz eden, seçkin kadınlardır. Bu zümrenin varoluş nedeni Fazıl’a göre bazı gayretli dişilerin bu garip fiili ortaya çıkarma isteği ile çeşitli erkekler görmeleri ve birbirlerine mecbur olmalarıdır. Ona göre güzel oğlan görünce yine ona meyil eder canları.  

İslam Avrupalıları güzellik ustası sarhoş bakışlı, renkli elbiselidirler. Rumlar ve Avrupalılar Fazıl’ın güzelleri içinde ilk sıralardadır. Hatta o kadar ki “basılırsan da o güzellerle basıl asılırsan da o Avrupalıya asıl” diyecek kadar değerlidirler. 

Rum kızları Fazıl’ın favorisidir. Delikanlı sevgilisine her ne kadar kadınlara meyil etme dese de sonunda Rum kızına izin verir. Taşkın, cilve hazinesi, ince nazik, gonca ağızlı, servi boylu, çimenin yeni fidanı bu kadını gören Fazıl’a göre fazla dayanamaz, zampara olur. Salınışı, gönül çeken dili, sarhoş gamzesi, gül memeleri, edası, şiveli sözleri, dudu dili ile kuş dili bilir bir kadındır bu. Biçimlidir, sarhoşça yürüyüşü, kırılışı ile etkili bu kadına kokona deseler de o eli kınalı bir peridir. Ama yine de ya fahişe ya aşiftedir. 

Ermeni kadınları ise Fazıl’ın ifadesiyle çirkin, şivesi, sohbeti,elbisesi çirkin kadınlardır. Kızları yaşlıdır. Rumları taklit ederler, kadınları köle huyundadır, kıvırcık saçlıdırlar, her bülbüle açılırlar, gece zangoç gibidirler. 

Fazıl’a göre Yahudi kadınların çirkin çehreli.  

Çingene kadınları çirkin, dili kara, çehresi kara, derisi kara olarak tanımlanır. 

Rumeli kadınları Zenanname’de İstanbullular gibi semiz tenli, yüzü gül renkli, uygun endamlı, huri gibi tanımlarıyla yer bulur. 

Arnavutlar çirkin, Boşnaklar vahşi ve hiddetli, Tatarlar ise canavar çehreli, maymun simalı, çirkindir. 

Gürcü kadınları ay yüzlü cazibeli, gönül çekici, ahlakı güzel, merhametli ve merttir.

Çerkez kadınları ay parçası, ateş dudaklı, süslü, arkası önü kılsız, temiz huyludur. 

Bazı Hıristiyan kadınları ise Fazıl’a göre sırasıyla şöyledir. Boğdan kadını çirkin, Bulgar kadını pis, Hırvat kadını ise jaleden hoş, rüzgardan hasta, teni gül rengi, nazlı, uzundur.

Leh kadınları güzel, uzun, seçkin, zina sanatında usta, kılsız, lekesiz, naziktir. 

Avusturya kadınları kadınların cadısı olarak tanımlanır. Naz kutusu olan bu kadınların teni billur, saçı siyah samur, naziktir. Cinsel organının ölçüsü dudak ölçüsü kadardır. 

Rus kadınları çirkin, sarı yüzlü, mavi gözlü, uğursuz, kar gibi, soğuk yılan gibi kadınlar olarak Zenanname’de anılır. Fazıl’ın “şeytanın ocağıdır kafir” diye anlattığı cinsel organları hararetlidir.  

Avrupalı kadınlar hoştur, gençlerinin gümüşten külçe gibi tenleri vardır. Türlü elbise ve zinet takarlar. Hızla çoğalırlar. 

Fazıl’a göre İngiliz kadınları hoş simalı, süslü edalı, süse meyilli, zinetli, tantanalı kadınlardır.

Hollanda kadınları tavrı fena, safran gibi sarı, cazibesiz aşiftelerdir. 

Yeni dünya kadınları çirkin, hayvan şeklinde, yedi ayda doğuran, şehvetli kadınlardır. 

Ne çok kadın ne çok sıfat…  

Enderunlu Fazıl Zenanname’si ile rengarenk bir dünya kadınları albümü yapıyor; bir kadınlar geçidi sunuyor.  

Fakat bu kadınların hiçbirinin adı yok , yaşları ise tam belli değil.  

Metinde geçen Meryem, Leyla, Züleyha, Hıta kızları, Kayser ve Kisra kızları gibi özel adlar kutsal kadınlar ya da geleneksel efsanelerdeki kadın isimleri olarak Zenanname’de yer buluyor. Somut bir kadın ismi ise zikredilmiyor. 

Zenanname’nin başında kadın dediğinin güzellik yaşı onbeş olarak belirlenmiş belirlenmesine ama daha sonra anlatılan kadınlar daha yaşlı olmalı. Ayrıca iki yerde daha yaş meselesi eleştiri amacıyla vurgulanıyor. Ermeni kızları yaşlı göründükleri için, Özbek bakireleri ise iki yüz yaşında gösterdikleri için beğeni dışına itiliyor.  

Fazıl’ın kaleminden kadının iyisinin bakire olacağı vurgusu Zenanname’nin bir diğer önemli özelliği. Ancak bakirenin cinsel organı için de bir standart koyulmuş: “Dar olmalı cimrilerin eli gibi , kuru olmalı sofu karakteri gibi, sıcak olmalı nişan tahtası gibi”. 

Giysi ve takı anlatımları ise türlü çeşitli. Oldukça canlı detaylarla dönemin yerel giyim kuşam özellikleri yansıtılıyor. Kadınların kimi tamamen peçeli, tek gözünü puşi ile kapatıyor,  kimi ferace giyiyor. Gümüş külah takan, şapka giyenler de bulunuyor. Zaten minyatürlerde tüm bu özel giyim tarzları görünür kılınıyor. 

İnsan böylesi zengin bir albümü eline alınca elbet ilgiyle bakmadan, merakla okumadan  geçemiyor. Dünya edebiyatında kadınlar için iyisiyle kötüsüyle bunca çok sıfatın bir arada kullanıldığı bir başka eser daha bulmak imkansız. Argosuyla, deyimiyle, kaba diliyle, saray diliyle hem komik hem ilgi çekici hem halk mizahının en dayanıklı önyargılarını bir araya toplayan hem de mesnevi türünün en ilgi çekici örneklerinden birini sunan bir eser Zenanname. Sırf bu nedenlerle bile dikkate değer. Fazıl dünya kadınları için mesnevisinde öyle türlü çeşitli tarif yapıyor öyle detaylara iniyor ki insan gülsün mü kızsın mı bir türlü karar veremiyor. Tüm yüceltmeleri ve tüm yerin dibine batırmalarıyla yaşadığı çağın erkek kültürünün yarattığı bir kadın fantazisi sunuyor Fazıl. Yarattığı düşsel kadınlar topluluğunun etkileyiciliği ise doğrusu ya inkar edilecek gibi değil.  

Zenanname mahalle baskını, kadınlar hamamı, çiftleşmenin ve nikahın zararları konularını işleyen canlı sahnelerle sürüyor ve sonuçta da ortaya “Zenanname”, ya da bugünün Türkçe’siyle “Kadınlar Kitabı” çıkıyor. 

                               ******         *******        ****** 

Fazıl’ın hayat hikayesi ilginç ancak Zenanname’nin hikayesinin de ondan aşağı kalır yanı yok.  

Zenanname yazılır yazılmaz elden ele dolaşan, pek çok beyiti ezbere alınıp okunan eserler arasına girmiş. Çünkü dolaysız ve öylesine halkın içinden bir bakış ve anlayışla üstelik de kolay okunur bir dille yazılmış ki! Okuyucuyu gönülden yakalamış ve elbet tam not almış. Pek çok el yazma kopyası çıkartılmış, özel kütüphanelerde müstesna yerini almış. Çok sürmemiş,  kıymetine kıymet katmak için minyatürlü nüsha 1793 tarihinde kaleme ve resme dökülmüş. 

Fazıl’ın ölümünden 28 yıl sonra 1838’de İstanbul’da basılan matbu nüshaların başına ise o zamana dek görülmemiş bir şey gelmiş.  Kitaplar devlet eliyle toplatılmış. Çünkü bu kez Zenanname  “sansürcülerin” de ilgisini çekmiş.  Böylece Enderunlu Fazıl’ın Zenanname’si bu topraklarda toplatılan ilk kitap olma özelliğini de o günlerde kazanmış.

Toplatılma sebebi nikaha karşı çıkan bölümü olmuş; işin ilginç yanı, toplatma kararını saray, şeyhülislam veya ülkenin iç işleriyle ilgili bir makamı değil, Dışişleri Bakanı Mustafa Reşid Paşa vermiş. 

                  ******                ***********              *********** 

Elinizde tuttuğunuz bu metne son şeklini eski edebiyat meraklısı dostum Neveser Tepe ve Kevser Demir’le birlikte verdik. Benim okuyamadığım yerleri Neveser ve Kevser okudular, benim sözlüklerde bulamadığım sözcüklerin peşine Nurbahar ile Kevser düştüler. Onlara çok teşekkür ederim.  

Başlangıçta “bunlar da olsun, hepsi olsun, hiç biri eksik kalmasın” diye düşündüğüm minyatürler, transkripsiyonlu metin, tıpkı basım, sadeleştirilmiş metin ve İngilizce özet hayalini zaman içerisinde yarı yarıya azaltarak sonuçta Türkçe- İngilizce sadeleştirilmiş metin içeren ve içinde sekiz özel minyatür bulunan bir kitap çıkartma konusunda karar kıldım.  

Sadeleştirilmiş metne Zenanname’nin Milli Kütüphane’de bulunan ve Köprülü Kütüphanesinden alınmış yazmanın mikrofilmini temel aldım. Metni günümüz Türkçe’sine aktararak anlaşılabilir hale getirdim ama bunu yaparken bugün de anlaşılabilecek olan kimi eski sözcükleri koruyup, şiir tadını bozmamaya çalıştım. Zorunlu kalmadıkça söz dizimiyle oynamadım, sadece Osmanlıca sözcükler yerine Türkçe’lerini bulup koyma yoluna gittim. Anlamayı kolaylaştırması açısından metnin arkasına kimi Osmanlıca sözcükler ile özel adları açıklayan bir küçük sözlükçe de ekledim.  

Zenanname’yi çalıştığım süreç eğlenceliydi.

Size de neşeli okumalar dilerim.  

Amatör bir çalışma bu, yanlışları varsa benimdir. Tüm düzeltmeleri sevinçle karşılayacağım.

                                                                                                                    Kasım 2006

                                                                                                                   Filiz Bingölçe

                                                                                                             [email protected] 

1) Zenanname daha önce de pek çok araştırmacı ve edebiyat meraklısının ilgisini çekmiş. Sırasıyla Zenanname üzerine yapılan yayınlara baktığımızda şu eserlerle karşılayıyoruz:

Ercümend Muhib ; 1945, Enderunlu Fazıl, Hubanname ve Zenanname ,Yeni Şark Kitabevi.

Feza Çakmut ; 1975, “Hubanname ve Zenannamenin Minyatürleri”, lisans tezi, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü.

Murat Bardakçı ; 1993, Osmanlı’da Seks,  Gür Yay.

Nebiye Öztürk ; 2001, “Zenanname”, yüksek lisans tezi, İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

Saliha İçen ; 2001, “Hubanname ve Zenanname’de metin resim ilişkisi” yüksek lisans tezi, Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü.  

2) Mesnevi: Sözlük anlamı ikişer ikişer demektir. Edebiyatta mesnevi bir beyitin mısraları kendi arasında kafiyeli iki beyitten binlerce beyite kadar uzayabilen nazım şekline verilen isimdir. Mesnevilerde kaside ve gazellerde olduğu gibi tek bir kafiyeye bağlı kalma zorunluluğu bulunmadığından şairler, geniş içerikli bir konuyu topluca ele almak istediklerinde duygu ve düşüncelerine serbestçe yön verebilme imkanı sağlayan bu nazım şeklini tercih etmişlerdir. Bu nedenle destanlar, uzun aşk hikayeleri, şehrengizler, dini, tasavvufi ahlaki öğretici nitelikte konular mesnevi  nazım şeklinde yazılmıştır.



Arkadaşına Gönder   Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
  Toplam yorum 0   Onay bekleyen 0  


Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

  Bu kategorideki diğer haberler


TÜRKİYE'NİN TANITIMINDA İLGİNÇ BİR YOL BLUETOOTH

ROTTERDAM FİLM FESTİVALİNDE DÖRT FİLME BİRDEN ÖDÜL

SİNEMA SALONU OLMAYAN AĞRI'DA FİLM GALASI
»  168 YIL SONRA SANSÜRDEN KURTULAN KİTAP
»  2500 YILLIK AYNA CANLI YAYINDA KIRILDI
»  OSCAR ADAYLARI AÇIKLANDI
»  SAHİBİNİ ÖLDÜREN DEVE SUCUK OLMAKTAN KURTULMUŞ
»  ROCK VE METAL MÜZİK İNTİHARI ÖZENDİRİYOR
»  AZİZ NESİN'İN YAKILAN AŞK MEKTUPLARI
»  ANADOLU'DA 3200 YILLIK ANADOLU MEZARLARI
»  NÂZIM HİKMET'İN KAÇIŞINI ANLATTIĞI BELGE, AÇIĞA ÇIKTI
»  NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜNDE CİA PARMAĞI
»  TİYATRO SANATÇISI LALE ORALOĞLU VEFAT ETTİ
»  ARTIK BİR NOBELDE YAŞAR KEMALE VERİN
»  MARMARAY KAZILARI VE BİZANSIN BİLİNMEYEN SIRLARI
»  PAMUKOĞLU PAŞA İLE İPSİZ RECEP YÜZBAŞI KAVGASI
»  MEKSİKA'LILAR OSMANLI SAATİ İÇİN TÜRKİYE'DEN YARDIM İSTEDİ
»  DÜNYACA ÜNLÜ GİTAR VİRTİÖZÜNÜ DOÇENT YAPMADILAR
»  DÜNYACA ÜNLÜ GİTAR VİRTİÖZÜNÜ DOÇENT YAPMADILAR
»  TARTIŞILAN OPERA İZMİR'DE
»  MALATYA'DA 78 MİLYON YILLIK DENİZ CANLISI FOSİLİ BULUNDU
»  ŞREK HAYRANLARINA MÜJDE
»  HİTLER PLASTİK GEMİ YÜZDÜRÜRSE
»  KANALİZASYON KAZISINDA 3 BİN YILLIK MEZAR BULUNDU
 
  ÇOK OKUNANLAR
  YAZARLAR

 
EMİN VAROL
 
GAZETEC? ACI S?YLER !

 
Ercan Deva
 
Hatalar Zinciri ve Ortak Akıl

 
MURAT ŞAHİN
 
Matematik Ucuzlugu

 
Cahit Saraçoğlu
 
100 Milyar Liralık Destek Alacaklar
  ÇOK YORUMLANANLAR
  ANKET
Ekrem İmamoğlu CHP Genel Başkanı Olmalı mı?
Evet
Hayır
İlgilenmiyorum
 Sonuçları göster   
 
 
RSS

Add to Google
Medya Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.  Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz.