"Benim yüreğim yandı, başkasının yanmasın"
Acı haberler arka arkaya geldi.
Eruh ve Çukurca'da iki ayrı çatışmada önceki gün 7 gencimizi şehit verdik.
Dün de Van'da 2 askerimizi mayın patlaması sonucu kaybettik.
Saldırıların "demokratik açılım" çalışmaları ile aynı zamana denk gelmesi dikkat çekici.
Görünen o ki, barış çabası bir kez daha teröre kurban edilmek isteniyor.
Birileri kandan beslenmeye devam ediyor.
PKK terör örgütü önceki gün Eruh'ta yaşanan saldırıyı üstlendi.
Gerekçe olarak da "Eylemsizlik kararına rağmen Türk Ordusu'nun operasyonlarına devam etmesini" gösterdi.
Açıklama "işte o kafa" dedirtecek cinsten...
Böylece bir gerçek daha ortaya çıktı:
"PKK terör örgütünün dağ kadrosu lideri Murat Karayılan'ın 'Ramazan boyunca eylemsizlik kararı aldık' açıklaması gerçek dışı."
"Süreci zora sokacak herhangi bir davranışta bulunmak istemiyoruz" sözleri de samimi değil. Aldatmaya yönelik.
Oysa Anadolu halkının yanık yüreği bile akan kanın durmasını istiyor.
Aldatmıyor... Samimi... Yürekten...
Bakın Eruh'ta şehit düşen Yusuf Ulaş'ın acılı babası ne diyor:
"Acımız çok büyük. Biz bu kanın bir an önce durmasını istiyoruz. Benim yüreğim yandı, başkasının yanmasın. Barış istiyoruz. Kürt açılımını herkesin desteklemesini bekliyoruz. Vatanımız, devletimiz sağ olsun.''
Sinesini insanlığa açmış bir çığlık bu...
Tabii, terör örgütünün bu sözler karşısında vicdana gelmesini beklemek mümkün değil.
Mantıklı bir davranış ummak da hata olur.
O halde bu aşamadan sonra ne yapılmalı?
Hükümet demokratik açılımlarını tek tek gerçekleştirmeli.
Refah ve istihdamı artıracak yatırımlarını devreye sokmalı.
Böylece terör örgütünün istismar zeminleri tamamen yok edilmeli.
Şayet bu süreçte PKK terör örgütü IRA benzeri silah bırakmazsa, o zaman Sri Lanka modeli uygulanmalı ve bu acıların kaynağını kökünden kurutulmalı.
**
Sel de can kaybı da kaçınılmaz değil...
Çarpık yapılanma her şekilde hayatımızı karartıyor.
Deprem oluyor.
Bataklık üzerine yapılan evler yıkılıyor.
Deniz kumundan evler ortaya çıkıyor.
Binlerce insan ölüyor.
Yağmur yağıyor. Sel oluyor.
Onlarca insan sürükleniyor.
Arabalar denize dökülüyor.
Evleri ve işyerlerini su basıyor.
Dere yatağına yapıldıkları ortaya çıkıyor.
İyi de bütün bu yapılanmalara neden inşaat sürecinde müdahale edilmiyor?
Yanlış yapılanmaysa su, yol, elektrik, doğalgaz buralara neden götürülüyor?
Kim sorumlu?
Garip olan felaketi yaşayıp, ders almıyoruz.
Olanları unutuyoruz.
Sel ve depremde sanki can ve mal kaybı kaçınılmaz gibi davranıyoruz.
Oysa tedbir alınınca hiçbiri olmuyor.
İşte İstanbul Alibeyköy...
Her yağmurda baskın yiyen evleri ve can kayıplarını artık yaşamıyoruz.
Evler taşındı. Dereler ıslah edildi.
Demek ki sel de can kaybı da kaçınılmaz değil.
Sorun ortada, çözüm de ortada. Ama...
Kaynak: Bugün