Gazetecilik bu kadar horlanmamalıydı.
Halkın haber alma hakkı, böylesine yerlerde süründürülmemeliydi.
Devlet denetiminlerinde önemli rol üstlenen gazetecilik, kurşuna dizilmemeliydi.
Ve gazetecilerin tutuklanması Türk medya tarihine kara leke olarak düşmemeliydi…
Bugünleri yazacak, araştıracak ve inceleyecek olan akademisyenler bilsinler ki, yarım asrı
aşkın süredir, yani demokrasinin denendiği 65 yıl içinde, medya mensupları en ağır bedeli
2002-2015 arasında ödediler.
Sonunda, 2015 yılında gazetecilik öldürüldü.
Nedenlerini anlatalım…
Gazetelerin, televizyonların, radyoların ve burada çalışan emekçilerin, yani gazetecilerin
ilk görevi, halkın yaşamını birinci dereceden ilgilendiren tüm gelişmeler konusunda
kamuoyunu bilgilendirmek, halka gerçekleri ulaştırmaktır.
Halkın, Suriye’ye malzeme taşıyan MİT TIR’larının aranmasının engellenmesiyle
başlayan ve kamuoyundan gizlenerek devlet sırrına dönüştürülmeye çalışılan karanlık
gelişmelerin açığa çıkarılmasını istemeleri haklarıdır. Bu hakkı, doğru bilgilerle vatandaşa
ulaştırmak ancak yayın organları ile gerçekleşir.
Gazeteler ve gazetecilerin görevi tam da burada başlar.
İster sevin, ister sevmeyin.
Cumhuriyet Gazetesi, düşük trajına karşın bu yıl çok büyük bir habercilik sergiledi.
Yandaş medyanın tüm gizleme çabalarına karşı, TIR’larla Suriye’ye götürülen silahların
esrar perdesini araladı.
“İnsani yardım” denilen TIR’daki malzemelerin silah olduğu gün ışığına çıktı.
Çıktı ama Cumhurbaşkanı da ortaya çıktı:
Mealen dedi ki:
“Bunu yazanlar haindir. Hesabını verirler.”
Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve haberi kaleme alan Ankara
Temsilcisi Erdem Gül tutuklandılar ve dün akşam Silivri Cezaevine konuldular.
Kim ne derse desin, bir şeyi teslim edelim:
O da, yılın değil, son yılların en başarılı habercilik ve gazetecilik örneğini sergileyen
Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeni, geçen haftalar içinde Avrupa’da “Yılın başarılı ve
cesur gazetecisi” ödülü aldı.
Bu ödülü sokaktaki biri veya yandaş medya vermedi.
Tarafsız bir kurum verdi.
Oysa, tarafsız habercilik ve gazeteciliğin önce ülkemizde takdir edilmesi ve
ödüllendirilmesi gerekirdi.
Bırakın ödüllendirilmesini, gazetecilik ve medyanın katledildiğine tanık olduk
Kaleminden başka elinde hiçbir silahı bulunmayan, kaçma ihtimali sıfır olan iki
meslektaşımız, sanki devlet sırlarını bir başka ülkeye satmışçasına sorgulamadan
hemen sonra tutuklanıp cezaevine kondular.
Bana göre, gazeteciler ve gazeteciliği cezaevine koyanlar çok büyük bir yanlışa daha
imza attılar.
Bir şeyi unuttular ve fark edemediler.
Gerçekler her zaman açıktadır…
Açıkta ve görünür haldedir.
Ve bu gerçekler bakmışsınız bir başka zaman, bir başka mevsimde kararı verenlerin
vicdanlarını harekete geçirir.
İşte o zaman, karar vericilerin kendilerini, elleriyle inşa ettikleri “pişmanlık ve nedamet”
mahpısuna hapsettikleri an gelmiş demektir.