Günün Haberleri   |   Giriş sayfam yap   |   Favorilere ekle   |   Künye   |   İletişim   |   Sitene haber ekle


 
DOLAR
32,4401
EURO
34,8514
IMKB
9.916,000
ALTIN
2.427,720
 
Hava Durumu ANKARA
14 / 23 C°
Değiştir
 
     
 
Medya Spot Google
 
 
 Ana Sayfa  Gündem   Ekonomi   Dünya   Yaşam   Medya   Spor   Magazin   Polis Adliye 
 
KEŞİFLER TARİHİ VE GİZLENEN GERÇEKLER
 ARİF NEŞET CANER 31 Mayıs 2012 Perşembe  

Atlas Okyanusu'nda epeyce ümitsiz günler geçirdikten sonra nihayet Ümit Burnu'nu (Cape Good Hope ) dolaşarak Hint Okyanusu'nun enginliğine açılan Portekizli kâşif Vasko Da Gama'nın gemileri, 1498 yılında yıpratıcı bir yolculuk sonunda Hindistan'ın Kalküta limanına yanaşmayı başarmıştı.
Bu cıvıl cıvıl, rengârenk, hayat ve envai türlü mal dolu Şark limanında düzinelerce ırk ve dinden insanın yanında Tunuslu bir Müslüman tüccarla karşılaşması, Avrupa şehirlerinin fakir piyasalarını bilen Vasko Da Gama için bir şans olmuştur der tarihler. Tanıştığı bu tecrübeli "Moorish" tüccar, Kastilyaca konuşabiliyor ve Hindistan halklarının olduğu kadar canlı piyasanın da girdisini çıktısını avucunun içi gibi biliyordu. Sonunda Portekizli kâşifimizin yıldızı parlamıştı. Tunuslu ahbabı sayesinde hem bu meçhul diyardaki işlerini rahatça görebildi, hem de gurbet elde iki çift kelam edecek bir dost bulmuş oldu.
Bu rastlaşmadan şu pek de sorulmayan ters soru uç veriyor galiba:
Acaba 15. yüzyıl sonlarında Hindistan'ı bilmeyen ve ona ulaşamayanlar bir tek Avrupa sakinleri olmasın? Çünkü Hint ekonomisi, o sırada dünyanın süper gücü olan Çin ve son olarak Memluklar, yakınlarda da Osmanlılar tarafından neredeyse komşu kapısı haline getirilmiş ve bölgenin ticari inisiyatifi önemli ölçüde ele geçirilmiş bulunuyordu. Bu geniş coğrafyada "Osmanlı" kelimesinin karşılığı olarak kullanılan "Türk" sözü, halk içerisinde muteber bir nesne haline gelmişti. Hatta Mozambik'te hüküm süren Müslüman Şiraz Sultanı'nın, ilk karşılaştığı zaman meşhur Vasko da Gama'yı "Türk"(!) zannedip kendisine bu yüzden hürmet gösterdiğini dahi biliyoruz kaynaklardan. (*)
Batılı sözde kâşifler gittikleri yere dinlerini de hâkim kılmak için halkı zorla Hıristiyanlaştırıyorlardı.
Bu hurda bir ayrıntı gibi görünen nokta, aslında bizi tarihin derinlerine çekecek kurşun gibi ağır bir soruyu sormaya kışkırtır: Kitaplarımızda o yere göğe sığdırılamayan Keşifler Çağı, kimin keşifleridir Allah aşkına? Bir Hintli, bir Madagaskarlı veya bir Kuzey Amerika'da yaşayan Kızılderili için "keşfedilmek" hangi komik anlamı taşır? Keşfedilmek(!) onlar için çok da anlamlı, onur verici ve hatta etraflarında yeni barbarlar görmekten öte ilginç bir boyut içermeyeceğine göre, Avrupa kıtasının 15. yüzyılın sonlarına doğru içine girdiği bu geç kalmış coğrafî keşifler sürecinin "evrenselliği" de sorgulanmalı değil midir?
Merak buyurmayalım. Sorgulanıyor da zaten.
Sonuçta bu keşifler ancak Avrupalı beyaz özne açısından değerli ve anlamlı eylemler değil midir? Bizi, olsa olsa adına "Avrupa" denilen emperyalist maskeli bir uygarlığın doğuş öyküsü olarak ilgilendirmelidir; daha fazla değil. Peki öyleyse "biz", yani Avrupalı olmayanlar, bu Avrupa'nın sayesinde dünyaya açıldığı keşiflerin tarihini sanki kendi tarihimizin asli bir parçasıymış gibi özene bezene neden okuruz ve okuturuz, üstüne üstlük onların bu sözde başarılarından gurur duyarız? Anlamak pek kolay değil.
Öyle ya, bu merakımız sahici bir merak, yani bilinmeyenleri keşif gibi beşerî bir merak olsaydı, dünyanın en uzun mesafe kat etmiş gezgini unvanına sahip İbn Battuta'yı, Hindistan'da akıl almaz maceralara atılan Seydi Ali Reis'i, haritalarını uzaydan bakan bir gözle yapmayı nasıl başardığına akıl sır erdirilemeyen Piri Reis'i de merak eder ve okul kitaplarımızda onlara da insanlığa katkı yapanlar arasında hak ettikleri yeri ayırırdık. Ama ara ki bulasın! Varsa yoksa Kristof Kolomb, Macellan, Vasko da Gama, şu bu...
Bence asıl sorgulanması gereken husus, zihinlerimizin çıkarıldığı bu "yabancı saha" (displacement ) mantığıdır. Belki de "Oryantalizm" dediğimiz Doğu üzerindeki fikrî egemenlik uğraşının asıl başarısı da, zihinlerimizin dış sahalara çıkarılması, daha doğrusu kendi sahamızın sonsuza dek kapatılarak maçlarımızı hep dış sahada oynamamız gerektiği imajını zihinlerimize şaşırtıcı bir derinlikte kazıma konusunda gösterdiği el çabukluğunda aranmalıdır.
Velhasıl, işgal edilen yöreler askerle, edilemeyenler de zihnen esir alınmış, bu iş de beyinlerimizi doğululaştırarak becerilmiştir. Bir başka deyişle, bedenlerimizin coğrafyamızda kalmasına izin verilse dahi, beyinlerimiz bir kavanozda esir alınmış ve ancak bu şartla "özgür" kalmamıza izin verilmiştir.
Zamanla yabancı sahalarda olduğumuzu da unutmuşuzdur zaten. Rakip takımın seyircisini kendi seyircimiz zannetme gafleti, bu "prozak tesiri" temelinde anlaşılabilir ancak.  
Mesela Zenge Ho adlı Çinli (Moğol) amiralin 1421 yılında doğudan batıya doğru muazzam boyutlardaki gemilerle (bu gemiler o denli iri cüsseliydiler ki, yanlarında Kristof Kolomb'unkiler tam anlamıyla gemi maketi gibi kalıyordu) gerçekleştirdiği büyük keşif yolculuğunu neden okuyamıyoruz kitaplarımızda da, Macellan'ın tersinden, yani batıdan doğuya doğru giriştiği yolculuğun 'inanılmaz' öyküsünü, cerci hocaların gittikleri köylerde belledikleri klişeleri tekrarlamaları papağan gibi sıralıyor, daha da kötüsü, bundan hemen hiç gocunmuyoruz?
Bunun sebebi ne olabilir? Üzerinde biraz düşünelim. Ancak baştaki sorumuzun yanına uğramadan vedalaşmaya hiç niyetim yok sevgili okur. Sorumuz şu: Avrupalılar neden 15. yüzyılda can havliyle deniz aşırı diyarlara keşfe çıkmışlardı?
Benim cevabım şu 4 maddede toplanıyor.
1.   Yaklaşık bin yıllık Karanlık Çağlar yüzünden ve ardından İslamiyet’in ortaya çıkmasıyla siyasî, ticarî ve kültürel alaka ve bilgilerinin tam olarak kesilmese bile ancak Müslümanlar üzerinden sürdüğü Asya ve Afrika kıtalarını o çağda hakikaten keşfe muhtaç bulunan milletler, bir tek kıtalarının karanlığına sıkışıp kalmış olan Avrupa'nın sakinleriydi.
2.     Işığın ve tabii zenginliğin geldiği Doğu'dan mahrum olmak, Avrupa ahalisi için ikinci bir ölüm anlamına gelecekti.
3.      Hint ticareti üzerinde tekel kurmuş olan Venedik ve Osmanlı tüccarlarının haksız rekabetinden kurtulup Avrupa piyasasına birinci elden mal götürüp satmak istiyorlardı.
4.      Avrupalıların dillerinden düşürmedikleri ve İslam coğrafyasının ötesinde yaşayan Prester John adlı bir efsanevi Hıristiyan kralına ulaşmak ve ondan yardım almak istiyorlardı. Nitekim Kristof Kolomb'un da, Vasko da Gama'nın da ona ulaşmak için yanlarında "hediyeler" götürdüklerini biliyoruz.
 İşte bilim tarihini yazanlara göre, coğrafî keşiflerin arkasında yatan temel güdülerden birisi, Doğu'da yaşadığı bilinen ama cismi bir türlü bulunamayan(!) bu güçlü Hıristiyan Kralı bulmak, kendisiyle temasa geçtikten sonra ondan gücünü Batı'daki Hıristiyanlarla birleştirmesini istemekmiş. Böylece Müslümanlara asırlardan beri bir türlü verilemeyen ağızlarının payını vereceklerini boşu boşuna ummuş Avrupalılar. (Belki ABD Başkanı  da Afganistan'da, Irak’ta, Suriye'de aramaktadır onu. Bulur mu? Bilinmez.)
 Böyle bir hurafeyi bizim tarihimiz için anlatsak, memleketimizin güzide akl-ı evvelleri anında üzerine çullanır ve 'Zaten bu kafa yüzünden geri kalmadık mı?' teranesine yeni bir melodi daha eklemenin zevkiyle sarhoş olurlardı. Ama aynı hurafelerin Avrupa'da ortaya çıkmış olduğunu bizzat kendileri bas bas bağırsa, gördüğünüz gibi, ya görmezden gelinir ya da ört bas edilir, ilerlemenin kıblesi olarak kabul ettikleri Avrupalılığa kat'iyen leke sürülmez.
 İçinizde hala İstanbul'un fethiyle önü kapanan ve sıkışan Avrupalıların kendilerine bir çıkış yolu bulmak için keşiflere koyulduğunu düşünenler varsa coğrafya tarihi konusunda çok sayıda eseri bulunan G. R. Crone'un "Doğu'nun Keşfi" ( The Discovery of the East) adlı fikir kışkırtıcı kitabının 9. bölümünü okuyabilirler (Londra 1972, s. 150 vd.).
 
Meğer ne çok şeyi yanlış biliyormuşuz!
 
Mesela Crone der ki, Akdeniz'de baharat ticaretinin azalması, keşiflerin sebebi değil, tam tersine, sonucudur. Yani Akdeniz'in Hint ticaretine kapanması, Osmanlılar yüzünden değildi, çünkü Venedikliler ile Osmanlılar bu zengin ticaret ağının üzerine oturmuş ve bir tür tekel kurmuşlardı. Onlar pekâlâ Avrupa'ya ihtiyacı olan baharatı satıyorlardı. Ancak burada ilişki tersinedir. Yani Avrupalı tüccarlar, Venedik-Osmanlı tekelini kırmak için bu ticaret yoluna el koyan Portekizlilerin öncülüğünde yağlı yolu keşfettikten sonradır ki, Akdeniz'de baharat ticareti gerilemeye başlamıştır. 
Sebebi sonuç, sonucu sebep yapan ve bütün hikâyeyi Avrupa cephesinden yazan bir tarihçilikle nereye kadar gidebileceğimizi görelim artık. Bir şeyi daha: Avrupa'nın telaşı, uzun süre geç ve geri kalmışlığını telafi çabasından kaynaklanıyordu. Asırlardır Avrupa'nın aleyhine devam eden bu fark, ancak 18. yüzyılda kapanacaktır.
 John M. Hobson'ın kitabında, dev Çin gemilerinin yanında Kolomb'un gemilerinin ne kadar küçük kaldıklarını görebiliyoruz.
 Bunu kim mi söylüyor? Cambridge Üniversitesi Yayınları'ndan çıkan "Batı Uygarlığının Doğulu Kökleri" ( The Eastern Origins of Western Civilisaton, 2004) adlı kitabında John M. Hobson adlı Amerikalı akademisyen.
 Batı uygarlığının evrenselliğini sorgulamak isteyenlere, kendi tarihini AB-D  ağzından öğrenmeye meraklı olanlara duyurulur... Saygılarımla.
   (*) Bu ilginç ayrıntı için bkz. Cemalettin Taşkıran, "The Ottoman-Portuguese relationship in the 16th century", CIDC Insight, No: 21, October 1998, s. 109.

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
  Toplam yorum 0   Onay bekleyen 0  


Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
 

Bu yazı henüz yorumlanmamış...


 Yazarın Diğer Yazıları
 
  ÇOK OKUNANLAR
  YAZARLAR

 
EMİN VAROL
 
GAZETEC? ACI S?YLER !

 
Ercan Deva
 
Hatalar Zinciri ve Ortak Akıl

 
MURAT ŞAHİN
 
Matematik Ucuzlugu

 
Cahit Saraçoğlu
 
100 Milyar Liralık Destek Alacaklar
  ÇOK YORUMLANANLAR
  ANKET
Ekrem İmamoğlu CHP Genel Başkanı Olmalı mı?
Evet
Hayır
İlgilenmiyorum
 Sonuçları göster   
 
 
RSS

Add to Google
Medya Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.  Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz.