MUSTAFA MUTLU
Verilmiş sadakamız varmış... Yoksa!
Dünkü gazetelerin çoğunda iç sayfalarda sıkışıp kalan bir haberi okuyunca derin bir nefes aldım.
Haberi duymuşsunuzdur:
Sayın Manisa Büyüğü önceki gün cuma namazını kıldıktan sonra makamına gitmek için arabasına binmiş ve yola çıkmış...
Tam Dışişleri Bakanlığı binasının önüne gelmiş ki; makam otomobili, Ankara Emniyeti’nde Tanık Koruma Amiri olarak görev yapan bir polisin arabasıyla çarpışmış...
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN
Bilirkişilere göre suç polisteymiş...
Çünkü; o, aniden şerit değiştirince, Manisa Büyüğü’nün şoförünün frene basmak için zamanı kalmamış!
Allah’tan arabası zırhlıymış da Sayın Büyük’ün burnu bile kanamamış...
***
Kendisine büyük “geçmiş olsun” diyorum; verilmiş sadakası varmış...
Ama...
Bize de büyük geçmiş olsun...
Bizim de verilmiş sadakamız varmış!
Düşünün bir kez:
Eğer şerit değiştirip kazaya neden olan o araç polise değil de sıradan bir askere ait olsaydı; bugün acaba neler konuşuyor olacaktık?
İktidar yandaşı gazeteler dün hangi manşetlerle çıkacaktı?
Komplo teorileri, suikast planları nasıl çarşaf çarşaf yayınlanacaktı?
İktidar partisinin tüm “büyükleri” teker teker kameralar karşısına geçip, kim bilir ne demeçler patlatacaklardı?
Sırf evinin sokağına sivil giyimli iki asker girdi diye ortalığı ayağa kaldıran Manisa Büyüğü, ne senaryolar yazacaktı?
Genelkurmay’ın kim bilir hangi “gizli odası” daha aranacaktı?
***
Ben yine de bu “kaza”yı çok manidar buluyorum!
Sen; Ankara Emniyeti’nin bugünlerde “çok popüler” olan birimlerinden birinde çalış...
Sonra da tut, “yanına yaklaşılması, sokağından bile geçilmesi en riskli adam”ın arabasına çarp!
Üstelik de koca başkentin en geniş caddesinde, on binlerce araç içinden o aracı bul...
Yok canım; bu işin altında mutlaka Ergenekon’un parmağı vardır!
Bu yüzden Ankara Emniyeti’nin “Tanık Koruma Müdürlüğü”nde hemen büyük bir arama başlatılmalı, hatta bu birimin koruduğu gizli tanıklar tek tek deşifre edilmeli!
***
İşi sulandırdığımı mı düşünüyorsunuz?
Evet...
Çünkü; kaderi, saçma sapan tesadüflere bağlı olan siyasi ve toplumsal geleceğimizi, başka türlü hazmedemiyorum!
***
NEREYE?
Dünkü “Mustafa” başlıklı yazımdan sonra yüzlerce e-posta aldım. Hemen hepsi yine aynı soruyla bitiyordu:
“Nereye gidiyoruz?”
Biliyorsunuz; bu sorunun yanıtını ben de yıllardır arıyorum.
Ve en gerçekçi yanıtı, komedi anlayışından hoşlanmadığım için hiç izlemediğim Şahan Gökbakar’dan duyduğum bir atasözüyle vermek istiyorum. Gökbakar, Hint felsefesine ait olduğunu söylüyor ama kaynaklara göre Afrika atasözü olması olasılığı daha yüksek:
“Derede sular yükseldiği zaman balıklar karıncaları yer...
Sular çekildiği zaman da karıncalar balıkları.
Neyin av olacağına, dere suyu karar verir.”
Eğer; “hep av olmak”tan yakınıyorsanız; biraz daha dayanın...
Elbette; bir gün gelecek ve bugün sizi yiyenler av olacak!
Tabii; “su” isterse!
***
GÜNÜN SORUSU
Bodrum 2. Sulh Ceza Mahkemesi, konserinde “Ağabey Diyarbakır’dan mı geldiniz hepiniz? Dağdan mı? Moron moron bakıyorsunuz” diyen şarkıcı Demet Akalın’ı “İstiklal Marşı’nın sözlerini bir sayfaya yazmakla ve beş sayfa da yorum yapmakla” cezalandırmış...
İstiklal Marşı, bu ülkede ne zamandan beri “ceza” oldu?
***
Her kadının ‘günü’ kutlanır mı?
Yarın 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü... Yıllardır olduğu gibi yine hamasi nutuklar atılacak, kadınlar bir günlüğüne baş tacı edilecek... O hamasi nutukları atan adamlar da evlerine gidip, “yemek soğuk” diye karılarını azarlayacak...
Falan, filan!
Benim bu konudaki tavrımı biliyorsunuz...
Nasıl; dil, din, ırk ayırımı yapılmasına karşıysam, insanları “kadın” veya “erkek” olarak konumlandırmaya da karşıyım...
Bu yüzden; insanın, “kadın”ından ya da “erkeği”nden değil de... “İnsan” olanından yanayım...
Aksi halde yarın, sırf kadın oldukları için, “örümcek kafalı, haklarını kendi elleriyle teslim eden, ikinci sınıf insan olmayı kabullenen, çocuklarını döven bazı kadınlar”ın da gününü kutlamam gerekir ki...
Onlar; buna asla değmez...