ASLI AYDINTAŞBAŞ/MİLLİYET
Mart ayı yorucu, soğuk, gergin geçti Türk siyasetinde; ama CHP’de yüzler gülüyor.
“Gerilim bize yarıyor” diye anlatıyor üst düzey bir parti yöneticisi, “Biz başlatmadık gerilimi. Ama hükümetin baskıcı bir ortam yarattığı algısı yerleştikçe CHP’deki ivme yükseliyor.”
Gerçekten de ortada ilginç bir durum var. Memleketteki siyasi tansiyon ve gazetecilerin tutuklanması gibi olaylar, seçimlere 2.5 ay kala muhalefete yaramış gözüküyor. Referandum sonrasında süngüsü düşen, hatta kurultay sonrası kamuoyu nezdinde hafif bir hayal kırıklığına dönüşen “Yeni CHP”, farklı yoklamalara göre Şubat ve Mart aylarında oylarını yükseltmiş gözüküyor. Son günlerde görüştüğüm CHP yönetiminden üst düzey isimler, ellerindeki bazı anketleri kararsızlar dağıtıldıktan sonra “%30’a çok yakın” ve “%30’un biraz üstü” olarak aktardı. CHP’liler ayrıca anketlere tam yansımasa da kararsızlar arasında CHP’ye yönelik eğilimin daha yüksek olduğunu iddia etti.
Milliyet gazetesi, ilkesel olarak kamuoyu yoklamaları yayınlamadığı için bu rakamları bağımsız kaynaklardan doğrulamak mümkün değil ancak Ak Parti tarafından yaptırılan anketlerin bir bölümü de CHP’nin son dönemde birkaç puan yukarıda olduğunu gösteriyor.
Peki neden? CHP oylarındaki kıpırdanıştaki en önemli sebep, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “aile sigortası” ve “bedelli askerlik” gibi vaatlerle seçmene somut projeler sunması.
CHP’deki yükseliş, özellikle partinin son yıllarda ihmal ettiği emekliler, memurlar ve çalışan kesimden kaynaklanıyor. Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki haftalarda açıklamayı planladığı “eğitim paketi” ise, YÖK’ün kaldırılması ve harçların indirilmesi gibi öğrenci oylarına yönelik cazip maddeler içerecek.
Ardından gelecek “sıfır bürokrasi” projesi ise, pasaporttan işletme ruhsatına kadar devlet kapısındaki bürokrasi ve rüşveti azaltmayı planlıyor.
CHP üst yönetimi ayrıca telefon dinlemelerin yaygınlaşması, Balyoz ve Ergenekon davalarındaki kuşkular, “sivil dikta” tartışmaları, gazetecilere yönelik tutuklamalar ve hükümetin otoriterleştiği yönündeki algının da “protesto oyu” olarak kendilerine yaradığının altını çiziyor. (MHP’de son yoklamalarda birkaç puan yukarda.)
Bunun yanında CHP’nin Haziran seçimleri öncesi sıkıntılı olduğu iki alan var. Bunlardan biri, kadın oyları. Partide yakın zamana kadar kadın kolları ve kadınlara hitap eden sosyal politikalar olmadığı için, CHP, Türkiye’deki kadın seçmenin önemli bir bölümü olan “ev kadınları” arasında Ak Parti’nin gerisinde. CHP yönetimi, bu açığı geçmişte olduğundan daha fazla kadın milletvekili adayı belirleyerek aşmayı planlıyor.
Bir diğer sıkıntı da, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay gibi Ergenekon sanıklarının adaylığı. Bu isimler, parti tabanında ilgi görse de, yönetim katında seçime giden süreçte genel seçmen nezdinde tepki toplayabilecek isimler olarak görülüyor. CHP, Ergenekon sanıkları konusundaki bu ikilemi, 30 ilde yapılacak (ve bazı Ergenekon sanıklarının elenmesine soncunu doğurabilecek) önseçim süreci ile aşmayı planlıyor.
YA DEMOKRASİ?SURİYE’YE SIÇRARSA?
Üç aydır bölgeyi kasıp kavuran devrim ateşinin, gün gelip bu coğrafyanın en “kadim diktatörlüklerinden” Suriye’yi sarmayacağını beklemek, saflık olurdu.
Sonunda da oldu. Haftasonu Suriye’nin beş kentinde gerçekleşen gösterilerde, binlerce Suriyeli “48 yıldır” devam eden sıkıyönetimin kalkmasını istedi. Güvenlik güçleri, Cuma günü Dera’daki göstericilere ateş açınca dört kişi öldü; ancak protestolar sürmekte.
Önce birkaç objektif gerçek. Suriye Ortadoğu’nun en baskıcı rejimlerinden. 1963’de beri Esad ailesi tarafından ve Baas Partisi eliyle yönetiliyor. Ülkede, demokrasinin adı bile yok. Muhalefet de yasak, Baas dışında siyasi partiler de. Nüfusunun yüzde 68’ini temsil eden Sunni’ler 1981’de Hama’da ufak çaplı bir isyana giriştiğinde, rejim şehri bombardımanla yerle bir etmiş, 30 bin kişiyi gözünü kırpmadan öldürmüştü. Baba Esad 2000’de öldüğünde, yönetim Ankara’da yere göğe konulamayan oğlu Beşar’a geçti. Ancak başta “iyi çocuk” diye görülen Beşar, 11 yıl boyunca, ülkede ciddi reform yapmadı. Bırakın siyasi muhalefeti, ifade özgürlüğünü, Facebook bile hâlâ yasak.
Ankara’nın zor seçimi
Bu yüzden Suriyelilerin Mısır’daki, Tunus’daki kardeşlerinden sonra sokaklara dökülmesi, hiç şaşırtıcı değil. Ancak bu, uluslararası dünyada adeta kendini Esad rejiminin hamisi olarak gören Ak Parti hükümetini ciddi bir ikilem içine sokmuş durumda. Suriye Ankara’nın bu bölgede en yakın olduğu ülke. Başbakan Erdoğan, birkaç ay önceki Şam gezisinde ikili ilişkileri “stratejik ortaklık” olarak tanımlamıştı. Türkiye Suriye ile vizeleri kaldırdı ve ortak serbest ticaret bölgesi kurmak niyetinde. İlişkiler o kadar sıcak ki, düzenli olarak ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılıyor. En son Aralık’ta Türkiye ve Suriye arasındaki “Yüksek Düzeyli işbirliği” toplantısında, dışişleri bakanları 50 anlaşma imzaladı.
Hükümet yetkilileri, son haftalarda Suriye’nin demokrasi karnesi hatırlatıldığında, Erdoğan’ın Aralık ayındaki gezisinde Esad’a kapalı kapılar ardında “reform yap” mesajı verdiğini söylüyor.
Ancak bu yetmeyebilir. Ortadoğu’da olaylar artık İnternet hızıyla gelişiyor. Üstelik rejimlerin (son günlerde Esad’ın yaptığı gibi) sert tepki vermesi, protestoları daha da kışkırtıyor.
Bu yüzden gösteriler sürerse Ankara bir süre sonra kendini Suriye’de zor bir seçimle karşı karşıya bulabilir: Demokrasi mi, Esad’la dostluk mu?
ANKARA’NIN LİBYA MANEVRASI
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün Cidde’de Libya lideri Kaddafi’ye yönelik sert ifadeleri, Ankara’nın artık 5 haftalık krizin ilk günlerindeki temkinli, tereddütlü, hatta bu yüzden kamu-oyunda “Kaddafi yanlısı” diye eleştirilen uslübunun çoktan geride kaldığının habercisiydi.
Erdoğan daha haftalar önce Libya’da dış müdahaleye karşı olduğunu “Ne işi var NATO’nun Libya’da” sözleriyle tüm dünyaya ilan etmişti. Oysa dün akşam Dışişleri konutunda Ahmet Davutoğlu liderliğinde yapılan toplantıda, Genelkurmay İkinci Başkanı, MİT Müsteşarı, Dışişleri Müsteşarı ve askeri uzmanlar, Türkiye’nin NATO’dan gelen savaş planlarının neresinde olabileceğine karar vermeye çalışıyordu.
Ankara, Afganistan’da olduğu gibi, “saldırgan” pozisyonda olmadığı sürece Kaddafi’ye yönelik NATO harekatına kısıtlı bir destek sağlamaya razı. Savaşmak koşuluyla.
Batı’dan kopmama isteği
Peki nereden geliyor bu politika değişikliği?
Ankara, Libya sürecinin dışında kalarak kendini Batı’dan izole etmek, “Kaddafi yanlısı” gibi gözükmek istemiyor. Olay, sadece Libya değil Türkiye’nin Batı’daki yeriyle ilgili. İran’ın nükleer programı ve füze kalkanı konularında Ak Parti hükümeti ve Batılı müttefikleri arasında gerilimli süreçler yaşanmıştı. Ankara, Libya konusunda üçüncü bir krizin, Türkiye’nin Batı’dan koptuğu izlenimini iyice pekiştireceğinden, bunun AB sürecinden Washington’la ilişkilere kadar bir çok alanda yansımaları olmasından çekiniyor.
Zaten haftasonu Paris’de Irak ve Katar dahil 22 ülkenin davet edildiği Libya zirvesine çağrılmamış olmak da bir anlamda tehlike çanlarının habercisiydi. Hükümet, Fransa’ya tepkili.
Üst düzey yetkililer, başından beri Libya’da asıl karşı olduklarının hava bombardımanı değil “kara harekatı” ve “işgal” olduğunu, ancak Kaddafi’nin isyancılardan geri aldığı yerlerde uyguladığı şiddetin kabul edilemez boyutlara vardığını söylüyor. Başbakan ve Dışişleri bakanının uçuş yasağı konusunda yumuşamasında, Libya’dan gelen katliam haberleri etkili olmuş.
Türkiye’nin zaten başından beri NATO’daki hazırlıkların içinde yer aldığını aktaran yetkililer, kısıtlı olarak operasyona destek sağlanabileceğini söylüyor. Ama asıl niyetleri, ilerde olası bir ateşkeste aracı olmak...