Fadime Özkan'ın röportajı...
12 Haziran seçimlerinde AK Parti’den Ankara Milletvekili seçilen siyaset bilimci Doç. Dr. Yalçın Akdoğan ile konuştuk. Akdoğan, hem Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden biri hem de demokratik açılımın mimarlarından. Partinin “doktrin hocalığı”nın ve sekiz yıl yürüttüğü Başbakan Başmüşavirliğinin ardından şimdi de Genel Başkan Danışmanlığını yapıyor. Akdoğan’ın “AK Parti ve Muhafazakar Demokrasi” dahil yayınlanmış çok sayıda kitabı bulunuyor.
BDP boykottan vazgeçti, Meclis’e döndü. Değerlendirmeniz ne?
Biz her zaman BDP’nin demokratik sistem içinde tutulması gerektiğini, süreçlerde önemli roller üstlenebileceğini vurguladık. Maalesef BDP kendisinden beklenen misyonu üstlenemedi. Meclis’e dönme kararı, aslında bir yanlıştan dönmedir. Ancak şunu da vurgulamak durumundayım: BDP ve geçmişten bu yana aynı çizginin temsilcisi olan siyasi hareketlerin bir takım yapısal sorunları var.
PKK ile yakınlığı mı kast ediyorsunuz?
Onun dışında, üslup, yöntem, siyaset tarzı olarak... BDP çizgisindeki partilerin aşamadıkları sorunlarda devletin bakış açısı ve kapatma davalarının da etkisinden söz edilebilir belki, ama bunun kendilerinden kaynaklanan boyutları da var. Kapatılmaları sadece devletle ve hukuk sistemiyle ilgili değildi. Kendi yanlışlarının da etkisi büyüktü. Siyaset oyununu, demokrasiyi kabullenen, onun içinde amacına ulaşmaya çalışan bir hareketten ziyade, sanki demokratik siyasetle bu işin olamayacağını göstermeye çalıştılar. Müstakil bir siyasi varlık olarak kendi projeleri ve ürettikleri siyasetle var olmak yerine başka bir bütünün parçası olarak PKK’nın amaçlarına hizmet eder tali bir rolde kendilerini konumlandırdılar. Toplumu geren söylemler, sert üslup, etnik milliyetçi temelde örgütlenme, partiyi marjinalleştirdi. Nitekim yıllardır aynı yüzdeyi geçemiyorlar.
PKK’NIN YEDEĞİNDE BİR PARTİ
Silahlı mücadeleyi bir mecburiyet olarak göstermek,“meşrulaştırmak” için mi yapıyorlar bunu?
PKK’nın siyasi hedeflerini gerçekleştirmek, örgüte mevzi kazandırmak, alan açmak için. Devlet kötü ve düşman olarak karşıya konumlandırılmış durumda. Terör örgütleri karşısındakini ‘düşman’ olarak konumlandırır, onu yok ederek kendisini var etmeye çalışır. Oysa demokratik siyasetle amacına ulaşmak isteyenler karşısındakini siyasi rakip veya hukuki süreçler içinde değiştirilmesi gereken bir yapı olarak konumlandırır. Böyle olunca düşmana karşı sürekli pozisyon üretmeye ve kendi kitlenizi de devletin karşısındaki o pozisyona çekmeye çalışıyorsunuz. Terör mü, siyaset mi sorusuna başta cevap vermek, birbirine zıt bu iki yöntemden birini seçmek gerekiyor. Terörün yedeğinde siyaset yapmak veya terör örgütünün belirlediği siyasi proje için gayret göstermek, önünüze duvarlar örüyor ve sizi tıkıyor.
BDP’NİN NE İSTEDİĞİ DEĞİL NASIL İSTEDİĞİ SORUN
BDP’nin siyaseten talep ettikleriyle ilgili bir sorununuz var mı?
Hayır. Biz diyoruz ki, BDP de, diğer siyasi partiler de bizim kabullenmeyeceğimiz, tasvip etmeyeceğimiz siyasi projelere sahip olabilirler, farklı düşünceleri dile getirebilirler. Burada sorun yok. Ama bunu hangi yolla yapmaya çalışacaksınız, hangi yöntemi kullanacaksınız. Demokraside bu nasıl olur? Toplumun desteğini alır iktidara gelir, toplumun genel kabulüne uygun şekilde projenizi hayata geçirirsiniz. İktidarda olmanız bile her istediğinizi yapacağınız anlamına gelmez, çünkü toplumun genel kabulü ve sizin projenizin makuliyeti ile gerçekleşebilir olup olmadığı da önemlidir. Ama bunların hepsi, toplumun rızasından geçer. Yani sorun bir ütopyaya sahip olunmasında değil, bu ütopyanın topluma dayatılmasında ve silahlı mücadelenin baskısıyla netice alınmaya çalışılmasında… Benim kanaatim, demokrasi içinde gerçekleştirilemeyecek amaç ve hedeflere sahip olduklarından terör yönteminin devre dışı bırakılmasını kabullenmiyorlar. Bu yüzden de toplumu değil, devleti muhatap alıp, devlete baskı yaparak netice almaya çalışıyorlar. BDP’nin siyaset tarzını ve üslubunu eleştirme sebebimiz, toplumsal algıyı hiç düşünmemeleri ve sürekli toplumu ajite etmeleridir. Ayrıca örgütün bölgedeki baskısı da kendilerine siyasi alan açıyor.
REFORMLAR PKK’YA, BDP’YE RAĞMEN YAPILDI
BDP çizgisinin talepleriyle ilgili bakınışınız nedir?
Mesela Aysel Tuğluk diyor ki, biz ne talep ettik de bunlar başımıza geldi? Burada mesele, talep edilen şey değil nasıl talep edildiği, ne yaparak amacı gerçekleştirmeye çalıştıkları... Terör eylemleri, çözüm süreçlerini sabote ediyor, demokratik gelişimi yavaşlatıyor. Bugüne kadar hayata geçirilen reformlar, BDP ve PKK’ya rağmendir. Çünkü onların tarz ve yöntemi, hükümetin işini kolaylaştırmamış, aksine zorlaştırmıştır. Biz BDP Türkiye partisi olsun her kesimin duyarlılıklarını dikkate alsın diyoruz. Elbette BDP bunu kabul etmeyebilir, kimlik siyaseti yapabilir, sadece Kürtlerin meseleleriyle ilgilenebilir. Ama o zaman bunun komplikasyonlarını da kabul etmek zorunda kalır. Sorunun çözümünde sadece sizin kitlenizin ne düşündüğü veya hissettiği önemli değil ki, herkesin ki önemli. Türkiye’deki herkesin her kesimin algısını yönetmek gerekiyor.
BDP’NİN YAPISAL SORUNLARI VAR
Siyasi pozisyonun siyaset kurallarından çok silaha yaslanması durumu, en başından itibaren BDP çizgisinin hesap ettiği bir durum mudur sizce, yapısal bir sonuç mu?
Bence bu tür etnik siyaset temelinde siyaset yapan partilerin zaten kendilerine ait sorunları var. Sadece bir kesime hitap etmek, onun sorunlarıyla ilgilenmek, bunun üzerinde örgütlenmek gibi. Kimlik siyaseti bir taraftan özgürleştiricidir ama öbür taraftan çatışmacı, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir mahiyet taşır. AK Parti kimlik siyaseti yapan Refah Partisi’nden farklı bir kulvara oturdu. Toplumdaki her kesimi muhatap kabul ediyor ve onların her türlü sorununu çözmeye çalışıyor. Genel bir demokratikleşmeyle bütün topluma temiz hava sağlamaya çalışıyor. Bu şekilde herkesi kucaklıyor, büyüyor ve kitle partisi haline geliyor. Kimlik siyaseti yaparsanız bir kere marjinal bir parti olursunuz, bir kesime yahut o kesimin sizin gibi düşünenlerinin partisi olursunuz. Bu da ister istemez “öteki”lerin sayısını arttırır, ayrışmayı tetikler. Kendi kitlenize odaklandığınız için daha çatışmacı bir üsluba sahip oluyorsunuz. Bu sebeple bu tür kimlik siyaseti yapan partilerin doğal zorlukları var ve bir takım komplikasyonlar üretiyorlar. Bir de buna terör örgütünü eklediğiniz zaman, kendinizi o bütünün bir parçası olarak konumlandırıp siyaset dışı amaçlara hizmet etmeye kalkıştığınız zaman problem daha da büyüyor.
Bu bir çıkmaz sokak mı?
BDP’nin PKK’ya karşı özgürleşmesi, bir parçanın bütünü reddetmesi gibi algılanıyor. Ortak bir davanın ve büyük bir bünyenin parçaları olarak konumlandığınız andan itibaren farklılaşma taleplerini kendi varlığınızı inkar gibi algılarsınız. Bu noktada BDP’nin PKK’yı terörist bir örgüt olarak adlandırması mümkün görünmüyor, ancak terör yöntemini eleştirememek demokratik siyasete olan inancı zayıflatıyor ve BDP’nin bu paradokstan kurtulması zor. BDP’nin terörü reddetmesi, PKK’ya ‘senin yöntemin yanlış, benimkisi doğru’ demesi anlamına gelir. BDP buna inansa dahi, elinde silah olan bir örgüte karşı böyle bir sorgulama ve hesaplaşma içine giremez.
NEDEN GÜÇLÜ BİR SİYASİ AKTÖR OLAMADILAR?
“Biz sosyal olarak PKK ile aynı tabanı paylaşıyoruz” söylemini aşan bir durumdan bahsediyorsunuz?
Evet. BDP, PKK’yı terör örgütü olarak ilan etsin basitliğine indirgemeden söylüyorum. Terör yöntemine karşı farklı bir bakış açısı geliştirmezsek, demokrasi mi terör mü kısmında demokrasiye vurgu yapmazsak ve terörü elimizin tersiyle itmezsek kendi siyaset alanımızı ortadan kaldırmış oluruz. BDP’nin güçlü bir siyasi aktör haline gelememesinde devletin bugüne kadarki tavrından çok bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. BDP bugün terör ve şiddet konusunda ilkesel bir duruş dahi geliştirebilmiş değil. Belki bugün PKK’nın eylemlerini izahta zorlanıyor ve asıl mecra olarak kendi alanlarını görüyor, ama dünkü şartlarda silahlı yöntem kaçınılmazdı gibi bir savunma ve terörü meşrulaştırmaya çalışma anlayışı da var. Bu kabullenme, ilkesel tavrı imkansız hale getiriyor.
KURŞUNUN ADRESİ SORULMAZ
Kurşunun adresi tartışılıyor ama?
Kurşun polise mi gitti sivile mi gitti, deniyor. Kurşunun adresini değil kurşunun kendisini tartışmak demokratlıktır. Burada bence temel bir çelişki var.
Ahlaki bir sorun yok mu?
Ahlaki sorun da var, çelişki de. Demokrasiyi ve siyaseti bence kötürüm hale getiren budur. Bu yüzden biz, BDP demokrasi içinde kalmalı dedik. Önemli misyonlar yüklensin istedik; kapatma davalarını, YSK’yı eleştirdik ama BDP’nin de eleştirilecek çok tarafı var. Bir dönem belli mağduriyetlerin olması, bir takım haksızlıkların yapılması onları eleştirilemez hale getirmiyor. Onları eleştirmezsek onlar da kendilerine çekine düzen veremiyor. Bazı yazarların ‘mağdur eleştirilmez’ yaklaşımı, düzelmenin ve iyileşmenin önünü tıkıyor. BDP artık mağdur edebiyatıyla sorgulanmaktan kurtulamaz, dönüşümden kaçamaz.
AK PARTİ’Yİ “RAKİP” DEĞİL “DÜŞMAN” GÖRÜYORLAR
BDP bugüne kadar temel olarak PKK ile arasına mesafe koyamadığı için, siyasi inisiyatif alamadığı için, İmralı’yı muhatap gösterdiği için eleştirildi. Bu eleştiriler AK Parti tarafından da dile getirildi. Tamam, fakat BDP’nin bu kadar “etkisiz eleman” olmasında, siyaseten silikleşmesinde iktidarın dilinin sertliği, sivriliği, üstenciliği, onlarla görüşmemesi, siyaseten BDP’yi yok sayması da etkili olmamış mıdır?
Bence burada hükümete haksızlık yapıyor. Hükümet BDP’yi eleştirmiştir, zaman zaman sert de eleştirmiştir ama BDP’nin dili tamamen sorunludur. Bir savaş konseptiyle konuşuyorlar. Bizi rakip olarak görmüyor, düşman olarak görüyorlar. Ve savaş jargonuna göre üretilen bir dil var. Şimdi BDP’nin bu dilini görmeyip hükümetin eleştirileri yüzünden bu hale geldiler dersek haksızlık etmiş oluruz. YSK karar aldı, hemen hükümete savaş ilan edildi, insanlar sokağa döküldü, bütün fatura AK Parti’ye kesildi. Bu haksızlık değil mi? BDP’nin siyasi dilinde problem yok mu? Biz onları rakip olarak görüyoruz. Siyasi sistemin içinde varlık göstermesi gereken, önemli misyonlar yüklenmesi gereken bir siyasi rakip olarak görüyoruz. Ama neticede bizim rakibimiz, onları eleştiririz. Adeta onlara şefkat göstermemiz, rehberlik etmemiz isteniyor. BDP ise geçmişte ‘devlet’i düşman olarak konumlandırmıştı, şimdi onun yerine AK Parti’yi koyup, hedefe oturtuyor. Olup biten her şeyin faturasını AK Parti’ye kesmek, sorunun çözümünde bütün yükü AK Parti’ye yüklemek doğru değil.
EN ZAYIF HALKA BDP
DEP eski genel başkanı Yaşar Kaya PKK eylemlerini eleştiriyor ve sorunların çözümü için yeni bir parti arayışına girileceğini söylüyor. Ne dersiniz, BDP çizgisi Kürt siyasi hareketini taşıyamayacak hale mi geldi, yeni bir partinin vakti midir?
Bugün bölgede AK Parti ve BDP iki güçlü aktördür, kısa vadede daha büyük bir oluşumun ortaya çıkması da mümkün görünmemektedir. BDP’nin ne ciddi bir dönüşüm geçirebilmesi olanaklı görünüyor, ne de farklı eğilimleri içine katarak gerçek bir kitle partisine dönüşmesi veya farklı seslerin yaşamasına izin vermesi. PKK, bölgede faşist bir baskı ve sindirme politikası uyguluyor. Biz, Kürt kökenli kardeşlerimizi ne ateist terör örgütünün baskısı altında bırakabiliriz, ne de bu siyasi zihniyetin Kürtlerin değer dünyasını çarpık anlayışlarıyla dönüştürmesine sessiz kalabiliriz. Geçmişte eleştirilen devlet yapısının yapamadığını bugün PKK Kürtlere yapmaya kalkarsa, buna engel olmak hepimizin görevidir. Öcalan bile BDP’yi kıyasıya eleştiriyor, hayal kırıklığı yaşadığını söylüyor. Bu hareketin içinde en zayıf halka BDP. Bu yüzden diğer kanatlara karşı BDP’nin kollanması düşüncesi bir yere kadar doğru görünebilir, ama BDP devşirdiği bu gücü kendi gelişimi için değil, diğer yapının mevzi kazanması için kullanıyor.
BDP farklı bir blok oluşturma çabasında, seçimlere de böyle girdi, bunun siyasi bir sonucu olamaz mı?
BDP o yapı içinde kaldığı sürece, dışarıdan solcuların, İslamcıların gelmesi çok anlam ifade etmiyor. Bu tür bir açılım, yeni bir kulvar açma anlamına gelmiyor.
AK PARTİ BÖLGEDE NEDEN KAZANIYOR?
Bölgede iki parti var, AK Parti ve BDP. Ve bölge genelindeki birinci parti, iktidar partisi. AK Parti’yi tam da orada, yani Kürt siyaseti yapan BDP’nin kendi “doğal” alanında ona karşı güçlü ve tercih edilir kılan nedir?
BDP etnik milliyetçilik yapan bir siyasi hareket. Ve dayandığı, yedeğinde olduğu örgütün de bir ideolojisi var, Marksist Leninist. Bu hareket o siyasal ideoloji üzerinden mi o kitleyi topluyor, etnik milliyetçilik üzerinden mi yoksa yaşanılan bir takım geçmiş haksızlıklar, hak ve özgürlükler üzerinden mi? Baktığımızda bölge halkının Marksist Leninist bir harekete destek verme ihtimali hiç yok. Etnik milliyetçilik bölgede çok tutabilecek bir anlayış değil, bölgenin değerler haritasına baktığımızda ırkçılığın çok fazla tutunabilmesi mümkün görünmüyor. Ama şu var: Bölgede Kürt meselesinin derinleşmesi, bir takım yanlış uygulamalar, baskı ve inkar politikası, hak ve özgürlüklerin zamanında gelişmemesi sonucu insanlara kimlik vaat etme, bastırılan hakları savunmanın bir karşılığı var. PKK, Kürtleri siyasi dönüşüme uğratabilmek için değer dünyasına müdahalede bulundu, bölgedeki toplumsal yapıyı, ilişkiler ağını, anlayışları çözülmeye tabi tuttu. Aşiretler, tarikat ve cemaatler, PKK’nın siyasi hedefinin önünde engeldi. Bu yapıyı çözerken, bölgede Kürtlerin dayandığı tüm toplumsal dinamiklerin altı oyuldu. BDP’nin çekirdek yönetimi sol ve etnik milliyetçi bir karaktere sahip. Yaşanan yanlışlıklar ve mazlumiyetler sebebiyle bu harekete destek veren kitle, bu kesimin dönüştürücü etkisine maruz kaldı.
KÜRTLERİN CHP’Sİ
Şimdi?
Şimdi ise tüm Kürtler üzerinde dayatmacı, tek tipçi, jakoben bir anlayış hakim kılınmaya çalışılıyor. Bugün BDP’ye oy veren insanların tamamını aynı kefeye koymak, terör örgütü üyesi veya ırkçı muamelesi yapmak doğru olmaz. Bence bölgede üç halka var. Birincisi AK Parti gibi düşünen büyük kitle, ikincisi PKK’yı tamamen tasvip etmese de BDP’ye oy veren kitle ve üçüncüsü ortada daha apolitik duran bir kitle. Hükümet, demokratik reformlar ve hizmetlerle bu kitleye el uzatıyor, PKK baskı ve sindirmeyle bu kitleyi kendisine çekmeye çalışıyor. Ortada halkada duran insanlar duruma göre iki taraftan birine meylediyor. Eskiden devlet ve örgüt baskısı arasında kalan insanlara bugün devlet şefkat elini uzatırken, örgüt baskı ve şiddet uyguluyor. Buna göz yummak mümkün değil. AK Parti bölgede Kürtlerin gerçek karakterini ve değer dünyasını temsil ediyor, BDP ise doğru, bir kimlik vaat ediyor ama bu kimlik Kürtlerin CHP’si olma kimliği…
KCK OPERASYONLARI HALKI PKK’DAN KORUMAK İÇİN
AK Parti iktidar olmanın avantajını kendi lehine, siyasi rakibine karşı kullanmıyor, KCK operasyonlarıyla devlet, görevlerini yerine getiriyor diyorsunuz, öyle mi?
Bu operasyonlar siyasetin gereği değil, hukukun gereğidir. Yargının her işlemini hükümete fatura etmek doğru değil. KCK operasyonları halka baskı yapan kesimler ve onların etkili olduğu insanlar üzerinde olumsuz etki yapabilir. Ama bir de ortada duran sıradan insanlar var. Kendini baskı altında hisseden, güvenlik isteyen. Onları korumak devletin görevi değil midir? Devletin orada güvenlik tesis etmesi kaçınılmaz bir durumdur. Orada örgüt paralel bir devlet yapılanması kurmaya çalışıyor. Yol kesiyor, adam kaçırıyor, kendine göre yargılamalar yapıyor, iş adamlarını haraca bağlıyor. Yani vergi koyan, otorite sağlayan, yargılama yapan, kendine göre paralel devlet yapılanması kurmaya çalışan bir illegal örgüt var. KCK operasyonlarını süreci bozan değil, hukukun gereği ve terörle mücadelenin doğal parçası olarak görüyorum.
ÖRGÜT KOMİSERİ, BELEDİYE BAŞKANINI SORGUYA ÇEKİYOR
İyi ama BDP, “AK Parti, devlet, KCK operasyonlarıyla 3 bin beş yüz siyasetçimizi tutukladı. Biz bu durumda nasıl siyaset yapacağız” diyor?
Burada mesele şu, bunu Öcalan bile zaman zaman eleştiriyor, “legal olanla illegal olanı birbirine karıştırıyorsunuz, bu işi beceremiyorsunuz, kendinize operasyon yaptırıyorsunuz” diyor. Legal ile illegal olanın iç içe geçmesine, çözüm süreci var diye devletin buna göz yumması mümkün müdür? Bir belediye işçisi, örgüt komiseri gelecek, belediye başkanını sorgulayacak, hesap soracak, hakaret edecek. Böyle bir yapıya tahammül edilebilir mi? O yapı, siyaset kurumunu ve siyasi aktörleri anlamsızlaştırıyor bir kere. İllegaliteyi bir kenara koymazsanız legal alanda kendi varlığınızı geliştiremezsiniz. BDP hep legal olanla illegal olanı iç içe geçmesine alıştığından, oradan güç devşirdiğinden bunu bizim de normal kabul görmemizi istiyorlar. Hayır, böyle bir şey yok. Kabul edilemez bu. KCK legal bir oluşum, bir siyasi parti örgütlenmesi değildir. Sayın Başbakanımız da tutuklama şeklini eleştirdi, tutukluluk süresinin uzaması birçok kesimce sorgulandı. Ama hükümetin yargıya talimat vererek bu sorunu çözmesini istemesi mümkün değildir.
DEVLETİ DİZE GETİRMEK İSTEDİLER
Meclise dönme kararını niye verdiler sizce?
Meclis boykotu, kendilerini inkar anlamına gelirdi. Dün yaka paça Meclis’ten çıkarılmaları ne kadar yanlışsa, kendilerinin Meclis’i boykot etmeleri de o kadar yanlıştı. Bu, kendilerine oy veren insanlara saygısızlık olurdu. BDP Meclis’te mücadelesini vermeli ve yeni anayasa sürecinde yapıcı bir rol oynamalı.
12 Haziran’da da bu böyleydi ve bunlar onlara o zaman da hatırlatıldı. 12 Haziran’dan 28 Eylül’e ne değişti?
Onların siyaset tarzı bu. Dayatmayla şantajla sizi bir noktaya getirmek istiyorlar. Ya hep ya hiç. Ya bir milletvekili daha gelir, ya hiç birimiz gelmeyiz. Bu demokratik hukuk sisteminde bu tür dayatmalarla iş yapılmıyor. Ne oldu, dayattılar, tehdit ettiler şimdi geliyorlar. Siz koskoca devleti dayatma ile dize getirebilir misiniz? Ortada hukuk var, nizam var. AK Parti ile ilgili biz çok zorluklar yaşadık. Kapatma davaları açıldı, karanlık odakların eylemleri oldu. AK Parti “ben kapatma davası falan tanımıyorum!” diye meydan okuyup sokağa mı döküldü? Oyunun kurallarını kabul eder, beğenmediğiniz bir şey varsa mevcut yapı içinde onu değiştirmeye çalışırsınız. Yok saydığınız zaman kendinizi yok saymış olursunuz. AK Parti o badirelerin hepsini oyunun içinde kalarak atlattı ve Cumhuriyet tarihinin en büyük dönüşümünü gerçekleştirdi. 9 yılda belki 50 yıllık bir dönüşüm yaşandı. Demokrasiyle her sorunun çözülebileceğinin ve önemli dönüşümler gerçekleştirilebileceğinin en iyi örneği AK Parti iktidarıdır. Türkiye’de gerçekleşen reformlar AK Parti’nin tarzıyla mümkün oldu, BDP’nin tarzıyla bugüne kadar alınmış hiçbir mesafe yoktur.
ANAYASA KÜRT MESELESİNE İNDİRGENMESİN
Yeni dönemde ne bekliyorsunuz BDP’den?
Yeni Anayasa önemli. Biz umutluyuz, toplumda yeni anayasa konusunda bir beklenti var, siyasi partilerin seçim öncesinde vaatleri var. AK Parti olarak görüşmelere başladık. BDP bu sürecin dışında olmamalı. Ama BDP’nin siyaset tarzı sadece bir meseleye odaklanmak olduğu için söylüyorum, yeni anayasayı Kürt meselesine indirgemek en büyük hata olur. Başka pek çok toplumsal sorunun çözümü için önemli olduğu gibi bu meselenin rahatlatılması, çözülmesi için de yeni anayasa önemli bir fırsattır, ama sadece ona indirgemek yeni anayasa yapımını zora sokabilir. Türkiye’ye yönelik BDP’nin nasıl bir tasavvuru varsa demokratikleşmeye ve diğer konulara yönelik, bunları ortaya koymalı ve sürecin parçası olmalı.
BAŞBAKAN’IN TAVRI NEDEN DEĞİŞTİ?
Başbakan’ın “Kürt sorunu vardır” noktasından “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunu vardır” noktasına gelmesinin nedeni, PKK-BDP’nin bu nihai hedefinin anlaşılmış olması mıdır?
Kürt meselesi dediğimiz meselenin önemli bir ayağını siyasi bakış açısı oluşturuyordu. İnkârcı bir anlayış vardı, görmezden gelen, yok sayan. Kürt var mı yok mu tartışması buradan çıkıyordu. Bu inkârcı bakış her alanda birçok negatif boyut da üretiyordu. Ve Kürt meselesi dediğimiz şey bu şekilde ortaya çıktı. İlgisizlik var, ihmal var, bölgeye yatırım yapılmaması gibi yanlışlıklar var. Bu ihmal diğer bölgelerde de vardı, iç Anadolu’da Karadeniz’de ama, bölgede bir cezalandırma yöntemi olarak ortaya çıktı, özellikle geri bırakılma vardı. Meselenin oluşmasının en önemli ayağı inkârcı, yok sayan bakıştı. AK Parti bunu değiştirdi, bunu ortadan kaldırdı. AK Parti aslında sorunun ruhunu ortadan kaldırdı. İş, Kürt yoktur diyen devletten, Kürtçe yayın yapan bir devlet televizyonu kuran devlete geldi. Bunun sembolik anlamı çok büyük. Onun dışındaki Kürt kardeşlerimizin de sorunlarını çözen demokratik adımlar da çok önemlidir. Bunun içindir ki Sayın Başbakanımız bunu ifade etmiştir. Ana dilin kullanımına dair sıkıntılar bir anda aşılamaz, ama her şey konuşulur, nitekim konuşuluyor da… Türkiye’deki birçok kesim gibi elbette Kürt vatandaşlarımızın da sorunları hala olabilir -zaten insanın olduğu yerde her gün yeni sorunlar ortaya çıkabilir; bunların çözümü de devamlı gayret gerektirir. Ama Hükümetlerin görevi bir terör örgütünün, siyasi partinin ütopyasını yerine getirerek onu tatmin etmek değildir ki.
PKK ULUSLAR ARASI BİR ŞEBEKE
Şerafettin Elçi, görüşmelerin kesilmesini, Başbakan’ın Öcalan ile mutabık kalınan protokolü imzalamamasına bağlıyor. Emre Uslu da, Öcalan’ın örgütü sınırların dışına çıkarmaya muktedir olmamasına. Sizce hangisi gerçeğe daha yakın?
Bunu bilmiyoruz tabi. Öcalan hakkında herkes farklı bir şey söyleyebilir. Hatta kendi adamları bile, Öcalan için, ‘Çok dengesiz bir adam, konuşuyor başımızı sıkıntıya sokacak’ gibi laflar edebiliyor. Neticede Öcalan, mitolojik bir figüre dönüştürüldü ve bir etki gücü var. Ona rağmen birilerinin, o rolü kapması, onun yerine kendini konumlandırması çok kolay değil. Ancak şunu da unutmayalım, PKK bugün uluslar arası bir şebekedir. Iraklı, İranlı, Suriyeli teröristler de var. Bu tür yapılar farklı gizli servislerle de ilişkili olmak durumunda. Bu yüzden meseleyi sadece Öcalan’la izah etmek doğru değil. Sorunun çözümünde tüm aktörlerin yapabileceği etki hesaba katılmak durumundadır. Bu işler iyi niyet, samimiyet ve vizyon gerektirir. Süreç kadar sürecin içindeki aktörler de önemlidir, çünkü o projeyi aktörlerle hayata geçirirsiniz. Aktörlerde iyi niyet, samimiyet ve vizyon yoksa ve aktörler son derece çapsızsa, başka bir hesapları varsa, başkalarının güdümündeyse siz o işi yapmakta zorlanırsınız. Benim gördüğüm, onlar da kötü niyet var, çapsızlık var, başka hesaplar peşindeler. Bu nedenle bu iş çok kolay olmuyor. Sonuca odaklanıp sonuçtan bir fayda ummak yerine süreci tüketerek bir güç devşiriyorlar.
Nasıl? Bunu açalım lütfen.
Çok ucuzcu bir yaklaşım var. Mesela Habur. Belli sayıda örgüt mensubu geldi, süreç sürseydi belki diğerleri için de yol açılacaktı. Ama onu hemen bir zafer gösterisine dönüştürdüler, sokağa döküldüler. Bahsettiğim süreci tüketmek bu. Sonuca odaklanıp total fayda yerine o süreci tüketerek bir şey yapmaya çalışıyorlar. İşte bu küçük düşünmektir, ucuzculuktur. Aynı şekilde BDP’nin sürekli ‘Öcalan muhatap alınsın’ sözü. BDP’liler bu kadar mı dünyadan bihaber? O halde niçin bu ezberi tekrar ediyorlar? Üzüm yemek gibi bir dertleri yok. Süreci tüketerek güç devşirmeyi daha önemli görüyorlar. Benzer şekilde Öcalan… Avukat görüşmesinde kendisiyle görüşen heyetle ne yaptıklarını anlatıyor. Sonuca odaklanmak yerine süreci tüketmek çözüm sürecini sabote etmek anlamına geliyor. Doğrusu niyet bozukluğu ve çapsızlık içindeki aktörlerin çözümün parçası olması mümkün olmuyor.
AYSEL TUĞLUK TERÖRÜ HAKLI ÇIKARMAYA ÇALIŞIYOR
Aysel Tuğluk da diyor ki; Devlet Öcalan ile, PKK ile öteden beri, yıllardır konuşuyordu. Ama bu konuşmalar daha çok, karşılıklı olarak birbirini tanımaya, anlamaya çalışma türünden görüşmelerdi ama iş öyle bir noktaya geldi ki artık anlaşmaya yaklaşıldı, taleplerimiz somutlaştı. Asıl devlet bu konuda iyi niyetsiz, samimiyetsiz olduğu için, Kürtlere bu haklarını vermeyeceği için iş bozuldu, bu noktaya geldik...
Yani teröre başvurduk diyor. Terörü tasvip eden bir anlayış değil mi bu? Kabul edilebilir mi? Sen bir siyasi partisin. Demokratik bir mücadele vererek bir şey yapmaya çalışmıyorsun. Yapman gereken hiçbir şeyi yapmıyorsun. Başkaları görüşmeler vasıtasıyla bir şeyler yapmaya çalışıyorken sen yine terör üzerinden kan dökülmesini haklı çıkarmaya, netice almaya çalışıyorsun. Bence eleştirilmesi gereken tam da bu yaklaşım.
TERÖRLE MÜCADELE, SİYASETTE MÜZAKERE
Silvan saldırısı iplerin koptuğu nokta olarak biliniyor ama sormak istiyorum. Devlet, hükümet, Başbakan için kırılma noktası ne oldu?
Hükümet Kürt meselesiyle ilgili çok samimi ve devasa adımlar attı, reformlar gerçekleştirdi. Bunu terör var diye yapmadı. Kendi felsefesi, değer dünyası bunu gerektirdiği için yaptı. Ortada bir haksızlık varsa kaldırılır, hak ve özgürlükler herkes içindir. Devlet bunları zaten yapmak zorundadır, bir terör örgütü olsa da olmasa da. Bunu terör örgütü ve BDP çevresi bunları, TRT Şeş’i ya küçümsedi veya kendi mücadelelerinin sonucu olarak takdim etmeye çalıştı. Bunların ikisi de değil hâlbuki. Dün devlette inkâr ve baskı vardı. Terörle mücadele de hukuk dışına çıkılarak veriliyordu. Bugün böyle değil. Aynı noktada değiliz. Hükümet, sorunun çözümü için doğru bildiği ve inandığı yolda yürüyor.
MÜZAKERE CHP, MHP VE BDP İLE
Yeni dönemin mottosu “terörle mücadele, siyasette müzakere” olarak ifade edildi Başbakan tarafından. Bu “müzakere” kiminle yapılacak, BDP ile mi?
Bu BDP açısından bence önemli bir mesaj. Siyasette konuşulur, biz siyasetçilerle konuşuruz. Söyleyecek sözleri varsa gelsinler konuşalım demektir. BDP’yi öne çıkaran bir yaklaşım. Ama BDP yine İmralı’yı işaret etti. Sanki bir tane Kürtlerin temsilcisi var, bir de devlet var, konuşacaklar gibi bir kategorileştirme yapmak sonra derece yanlış. Sorun Türkiye’deki herkesin sorunudur, BDP ile AK Parti arasındaki bir mesele değildir, CHP ile MHP de sorunun tarafıdır, çözümün parçası olmak durumundadır. Siyasette müzakere demek, MHP ile de, CHP ile de, BDP ile de konuşalım demektir. AK Parti sorunu üreten taraf değildir, ama çözümün bir numaralı aktörüdür. Sorunun bütün sorumluluğunu AK Parti’ye yüklemek, her adımı ondan beklemek doğru değil. AK Parti tüm partileri ikna edecek, toplumu ikna edecek, anayasayı yapacak, her türlü adımı atacak, birileri de seyredecek veya çözüm için dayatma yapacak, bu yanlış bir tablo olur… Çözümü de hep birlikte bulmak durumundayız, adımları da hep beraber atmalıyız, toplumun algısını da hep birlikte yönetmeliyiz.
BDP İLE DEFALARCA KONUŞTUK
Bloktan seçilen KADEP Başkanı, Diyarbakır milletvekili Şerafettin Elçi, şu noktaya Başbakan’ın kibri yüzünden gelindiğini, 12 Haziran’dan sonra onları itmeyip konuşsa idi böyle olmayacağını söylüyor ama? Başbakan Kürt siyasilere karşı bir “kibir” taşıyor olabilir mi?
Nezaketsiz bir yaklaşım. Kendini dünyanın merkezinde gören kişilerde bence kibir var. Kendileriyle konuşulmuyorsa hiçbir şey yapılmıyor sanıyorlar. Bu yanlış bir şey. BDP’lilerle AK Parti defalarca görüştü. Kimse kendini merkezde görmesin. AK Parti bu sorunun çözümü için herkesle görüşüyor. Ayrıca siyasette konuşmak sadece yan yana konuşmak değildir. Medya üzerinden de bir mesaj verilir alınır. Bu da bir iletişimdir. AK Parti sorunun, BDP çözümün tarafı değildir. Bir avuç Kürdün oyunu alamayan insanların milyonlarca Kürdün desteğine sahip bir lidere karşı daha insaflı konuşmaları gerekir. Kürt meselesinde ortaya cesaret, vizyon ve samimi çaba koyan lider Başbakan Erdoğan’dır. Cumhuriyet tarihi boyunca gündeme getirilen kaç konu varsa, büyük bir yüzdesini bu liderlik hayata geçirmiştir. Bunda kendi mücadelelerinin değil, Başbakanın mücadelesinin payı vardır.
ÖCALAN’IN DURUMU
Öcalan’ın ev hapsine alınması PKK’nın talebi. Bu hukuki olarak mümkün değil ama Öcalan, diğer ağırlaştırılmış müebbetlikler gibi normal bir cezaevine alınsa, medyayı takip edebilse, dış dünyadan, Türkiye’deki gelişmelerden haberdar kılınsa, PKK’nın silah bırakması için daha sonuç alıcı katkısı olmaz mıydı?
Bu hukuken de mümkün değil, toplum kabulü açısından da. Birileri sadece istiyor. Olur mu, nasıl olur diye düşünmüyor. İmralı’nın F tipine çevrilmesi, başka mahkumların gönderilmesi, modern bir cezaevi inşa edilmesi nedir? Öcalan’ın bilgi eksikliği değil, algı ve zihniyet problemi var. Güç, karakterini bozmuş. Kendi adamlarına yaklaşımında da bu görülüyor, yakalandığında uçaktaki konuşmaları da bunu gösteriyor. Savurduğu hakaretlerden anlıyoruz ki, kullandığı dil, sokaktaki en cahil insanın bile başvurmayacağı bir seviyede…
3500 KCK TUTUKLUSU KİMDİR?
Peki. 3 bin beş yüz KCK tutuklusunun olmasının anlamı nedir? BDP siyaset yapmalarına izin verilmediğinden yakınıyor.
Bunların hepsi siyasetçiymiş gibi takdim ediliyor. Bu yanlış bir şey. Eskiden kırsalla kentin mesafesi açıktı. Bugün bu mesafeler çok daraldı, iletişim ve ulaşım açısından. Ve iç içe geçmeye başladılar. Örgütün şehir kadroları dağ kadroları gibi olmaya başladı. Şehirdeki milisler tehdit ediyor, eylem yapıyor. Bu yapıyı çökertmek de terörle mücadelenin olmazsa olmaz bir parçası. Bu siyasete dönük bir şey değil.
AÇILIM KAPANDI MI?
Açılım kapandı mı?
TRT Şeş, Kürtçe enstitüler mi kapandı? Gazetelerde, televizyonlarda, yayınlarda Kürtçe yayın yasağı mı var? Böyle bir şey var mı? Açılım süreci devam ediyor. Hükümetin başlattığı bu süreç terör örgütünden bağımsız şekilde, doğru olduğuna inandığı için yaptı, terör örgütü istiyor diye değil. Devlet bunları kendi vatandaşı için zaten yapmak zorundadır, yapar.
Bundan sonra da devam edecek mi açılım adımları?
Hükümet devam ettirecektir, sosyal psikolojik, ekonomik, demokratik yönlerini. Yeni anayasa da önemli bir fırsattır. Terör örgütü bu süreci şimdiye kadar hep sabote etti. Bu operasyonlar, çözüm sürecini sabote etmek için değil sürecin selametini korumak açısından gereklidir. Öbür türlü örgüt bunu sabote ediyor. Bunun etkisinin kırılması şart. Örgüt, şunun paniğini yaşıyor, hükümet bu demokratik adımları kendi kendine atarsa ben ne olacağım? Hükümetin bu demokratik reformları kendi kendine hayata geçiriyor olması zaten örgütün kimyasını bozmuş durumda. Yeni anayasayı da bu açıdan bir tehdit olarak görüyorlar. Burada da iki yol var. Hükümet bildiği yolda yürür, tek taraflı adımlar atar, sorunun parçası olan bazı kesimler sürecin dışında kalır. İkincisi ise sorunun parçası olan kesimler de sürecin bir yerinde olurlar. Ama burada bu aktörlerin niyet ve amaçları da önem taşır. Sorunun parçası olan kesimlerin devre dışı bırakılmasının da komplikasyonu vardır, sürece dahil edilmelerinin de… Bugüne kadar gördüğümüz, sorunun parçası olan kesimlerin çözümün parçası haline gelemedikleri, aksine süreçleri sabote ettikleridir. Bu yüzden hükümet iyi niyetli olarak bildiği yolda yürür, hem demokratikleşmeye devam eder, hem de terörle etkin mücadeleye.
PKK VE ÖCALAN NE OLACAK?
Peki, ya “ben ne olacağım” sorusunun cevabı? Terörün bitmesi için, PKK’nın ve Öcalan’ın durumunun açıklığa kavuşturulması da hayati önemde görünüyor.
Zaten mesele bu. Mesele Kürtlerin hak ve özgürlükleri için yapılacak reformlar falan değil. BDP’nin bütün amacı, meselesi, Öcalan’ı kurtarmak, PKK’yı meşrulaştırmak. Ürettikleri şu pozisyonu yeni dönemde de koruyabilmek, yani imtiyaz ve statü sahibi olabilmek. Burada demokratik yerel yönetimleri güçlendirdiğinizi düşünelim. Bu onlar için bir şey ifade etmiyor. Onlar “biz o sürecin içinde olacak mıyız” diyor. Kürtlerin haklarının verilmesi, bölgede rahatlamaların olması değil onların meselesi. Siz öyle düzenlemeler yaparsınız ki, dağda kimse kalmaz, hepsi iner, bir şekilde sisteme dahil olur, bu çözüm müdür?
Elbette ki çözümdür.
Ama bence onlar bunu çözüm olarak algılamazlar. Onlara göre çözüm, o bölgenin kendi yönetimlerinde olması. Öz savunma gücü dedikleri o. PKK’yı aynen normal sistemin bir aktörü haline getirmeye çalışıyor. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Biz hiçbir vatandaşımızı böyle faşist bir yapının inisiyatifine terk edemeyiz.
TANRIKULU ÖNCE CHP’YE BAKSIN
Siz Başbakan’a Kürt politikası da dahil olmak üzere danışmanlık yaptınız. Hala öyle… CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu, hükümetin Kürt politikasını eleştirirken Başbakan’a “önce danışmanlarını değiştirsin” diye bir tavsiyede bulundu...
O mu olmak istiyormuş? Bunu diyen önce CHP’nin politikasını belirginleştirsin. CHP bu konuda ne diyor? Süreçte, bölgede CHP var mı? Bir sözleri var mı meseleyle ilgili, var ise gitsinler bölgede söylesinler. Oradaki insanlar ona inansın da ciddi bir oy alsınlar oradan. Yani AK Parti’ye akıl vereceklerine önce bir varlık göstersinler.
DANIŞMANLIKTAN DANIŞMANLIĞA
Siz danışman olarak yıllarca Başbakan’la çok yakın çalıştınız. Şimdi milletvekili ve genel başkan danışmanısınız, yine yakınsınız ama niye gerekti bu değişiklik?
Yaptığımız önceden de siyasi bir işti, danışmanlığın yanı sıra, siyaset akademisinde de ders veriyorduk ama şimdi doğrudan siyasetin içindeyiz. 8 yıl danışmanlık yaptım, bazen farklı bir pozisyonda devam etmek, verimlilik açısından gerekli oluyor.
Değişiklik yine de yaramış size, kilo da almışsınız.
Sayın Başbakanımız 8 yılda 80 yıllık iş yaptı, biz de onunla bir günde 3 ülke değiştirdiğimizi biliyoruz. Haftada bir geceyi evde geçirince kendimizi şanslı hissediyorsunuz. Şimdi hiç değilse seyahat açısından yoğunluğumuz azaldı ama diğer işler, yoğunluklar devam ediyor.
Nasıl bir tecrübe kazandınız bu süreçte?
Belki 20 yılda 50 yılda edinilecek tecrübeyi bu 8 yılda edindik. Bir hükümetin başına gelebilecek her şey geldi, karşılaşabileceğiniz her durumla karşılaşıyorsunuz. Daha uzun zaman bu işi yapanlara göre daha tecrübeli hissediyorum kendimi.
BAŞBAKANIN SIRRI: SAMİMİYET, EKİP ÇALIŞMASI VE HAYIR DUA
Danışman tavsiye eden, anlatan, izah eden, bir anlamda “öğreten” kişi. Peki siz ne öğrendiniz bu süreçte?
Ben normal işinde gücünde bir insan olsaydım, bunca değişim yaşanırken bu işlerin içinde, merkezinde olmak isterdim. Burada merkezde olmak gerçekten çok farklı bir durum. Sayın Başbakan ile çalışmak zaten apayrı bir onur. Tarih yazılırken siz ona şahit oluyorsunuz ve farklı pencerelerden bakıyorsunuz. Arka planda da olan birçok şeyi görüyorsunuz. Bu da insana ayrı bir duygu veriyor.
Başbakan’ın başarısının sırrı ne?
Türkiye olarak biz gerçekten bir dünya lideri markası ürettik. Sayın Başbakan bir dünya lideri. Bu sadece söylemlerle olan bir şey değil, uygulamayla da bunu gösterdik. Bunun temelinde samimiyet var. Başbakan ekip çalışmasına çok önem verir, farklı görüşleri saatlerce dinler, dikkate alır. Başarısının temelinde bunlar var. Genelde insanlar potansiyelinin altında performans ortaya koyarlar, Başbakanımız gibi büyük liderler ise potansiyelinin kat be kat üzerinde, inanılmayacak bir performans ortaya koyarlar. Bunda elbette milletin hayır duasının da etkisi çok. Bu dönem ileride tarihi bir dönem olarak yazılacak.
star