Şemsiye TBMM’den yansıyan manzaradır!..
Varsayalım Türkiye’nin sorunu bu “Anayasa” olsun.
Vekillerimizin konuya yaklaşımları umut verici midir?
Geçelim ve “şemsiyenin altına“ bakalım.
Vatandaşın durumuna.
Yoksulluk, işsizlik temelinde yansıyanlara.
Dağılmış aileler, 13 yaşından itibaren evden kaçan kız çocukları, tecavüzler ve hunharca cinayetler.
Hırsızlık, soygunculuk, dolandırıcılık...
Ve inanılmaz bir lüks tüketim.
Hep böyle olmuştur, Türkiye’yi yönetenler pembe tablolur çiziyor ama durum pek öyle değildir. Tepelerde parlak ışıklar hep görülmüştür ama giderek kararan havayı görmek lazım.
Bizim “manzaramızı” yabancılar da görüyor. Onlar ne diyor şöyle bir bakalım.
Fransız Gazetesi Le Monde’un Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier bir "Türkiye analizi" yaptı.
Fransız Gazetecinin Türkiye tablosu şöyle.
“Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran,
kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen,
erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yasayan,
türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen,
belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş,
hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş,
hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış,
dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.
Diğer yanda ise Kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş,
en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş,
sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan,
müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan,
evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman,
Kadınları modern görünümlü,
Şarabin kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen,
gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen,
kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden,
entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da,
Bati standartlarına yakın bir grup var.
Bu iki grubun yasam tarzı birbirinden kopuk.
Onları, Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan,
müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok.
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı.
Hatta birbirine düşmanca.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.
Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar.
Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yok.
Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan "ikinci grup", Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse,
Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için,
git gide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı'ya düşman olan birinci kesim ise,
iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için,
Bu kültürel parçalanmada "ordu" önemli bir role sahip.
Eğer, birinci grubu desteklerse ve batı'nın demokrasisi burada kabul görürse,
ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu,
kendi iktidarını sürdürebilmek için,
kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor.
Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.”
Fransızın analizi uzun..Bir kesitini sunduk..Bu sunumda, ders almamız gereken bir kutuplaşma ayrışma var.
Toparlanamazsak karabulutlar tehlikeli olacak sanki!..