DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, “Türkiye'nin sırtındaki kamburun Kıbrıs değil, işbaşında bulunanlar olduğunu” söyledi.
Sezer, kısa adı TÜSİAV olan Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı’nca düzenlenen “Cinnah Sohbetleri”nde yaptığı konuşmada, 2.5 yılını dolduran iktidarın özetinin, cari işlemler açığı, iç ve dış borç yükü, tıkanan ihracat olduğunu anlattı.
Dış ticaret açığının 2003’te 22 milyar dolar, 2004’te 34.4 milyar dolar olarak gerçekleştiğini belirten Sezer, ithalata ve sıcak paraya dayalı bir büyümenin olduğunu kaydetti. Türkiye’ye gelen sıcak paranın, her an piyasaları kavurması, 70 milyon insanın elini yakması, ocağını söndürmesinden endişe duyduklarını ifade eden Sezer “Bir gecede gerçekleşen sıcak para trafiğine çare bulunmalı” dedi.
Sezer, Demokratik Sol Parti’nin üretime, yatırıma, sermayenin önemine ve piyasaların işlevine sonuna kadar inanan bir parti olduğunu belirterek, “Çalışanların refah düzeyinin artırılmasının ve zenginlikte sosyal adaletin sağlanmasının yolu da budur” diye konuştu. Sezer, şöyle devam etti:
“Ama Allah esirgesin, ansızın patlayacak bir ekonomik kriz karşısında da piyasalar kadar girişimciyi, esnafı, çalışan kesimleri, yoksul ve dar gelirli yurttaşları düşünmek durumunda olan parti de Demokratik Sol Parti’dir.
Bu nedenledir ki, özetlediğimiz tablo karşısında hem piyasaların, hem de emek kesiminin ihtiyatlı olması gerektiğine inanıyoruz.
Bu düzeydeki bir cari işlemler açığı ile ve bu ölçüde değerli YTL ile ve her ay katlanan bu yüksek borçlanma miktarıyla ekonominin kırmızı çizgilerine beklenmedik bir günde veya saatte gelip dayanılabilir.
Hükümetin arkasına sığınmaya çalıştığı büyüme rakamları ise uluslararası piyasalarda ve ciddi bilim çevrelerinde ciddiye alınmamaktadır.
Geçenlerde ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nde bir grup profesör, Bağımsız Sosyal Bilimciler başlıklı bir rapor yayımladı. Bu profesörler arasında uluslararası bilim çevreleri tarafından dünyanın en önemli 100 ekonomistinden biri seçilen Profesör Erinç Yeldan da vardı. Profesör Yeldan’ın, AKP’nin büyüme modeline verdiği isim, tam da Demokratik Sol Parti’nin aylardır dillendirdiği büyüme modelinin adıdır: İşsiz büyüme!
‘İşsiz büyüme’nin ne anlama geldiğini görmek için bilimsel kitaplara, iktisat tebliğlerine bakmaya gerek yoktur. Günlük gazetelere göz atın yeter. İşsiz büyüme, kapkaçın artması demektir. Sokak terörünün, hırsızlığın patlaması demektir.
Türkiye’ye 2003 yılından bu yana yurtdışından önemli miktarda finansal kaynak akımı oluyor. Ve ne yazık ki cari işlemler açığı üretimle değil, bu yüzer gezer para ile finanse ediliyor.
Bunun ne demek olduğu çok açıktır. OECD ülkelerinde ortalama faiz oranları yüzde 4-5 düzeyindedir. Türkiye ise küresel finans piyasalarına yüzde 30’a yakın bir düzeyde spekülatif kazanç sunmaktadır.”
SICAK PARA HER GEÇEN GÜN ISINIYOR
“Bunun anlamı şudur. Türkiye’ye gelen sıcak para her geçen gün daha da ısınmaktadır. Korkumuz, aslında ulusal sermayeye dayalı küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin de korkusudur. Bu sıcak para her an piyasaları kavuracak ve 70 milyonumuzun elini yakarak ocağını söndürerek bir gecede yeniden çekip gidebilecektir. Bu aynı anda bir siyasal krizin de patlaması demektir.
Siyasal krizler işbaşındaki iktidarların sonu olur. Hatta parlamentodan bile silinmeleri olur. Ama biz DSP olarak, ağlayanın iktidarının gülene faydasının olmayacağına inanıyoruz.
Bunu çok değil, 6 yıl önce milyonlarca yurttaşımızın oyunu alıp Türkiye’nin birinci partisi olan bir partinin genel başkanı olarak söylüyorum. Biz, ekonomik çöküntünün arkasından gelecek bir siyasi krizle iktidara gelmek istemeyiz, istemiyoruz. Biz iş dünyasının üretmeye devam etmesini, üretimin ve yatırımın artırılmasını, piyasaların istikrarının korunmasını istiyoruz.
Bu yüzden sermayenin ve dolayısıyla emeğin başına bir hâl gelmesinden çok endişe ediyoruz. Bu nedenledir ki, bir gecede gerçekleşen sıcak para trafiğine bir çare bulunmasını istiyoruz.
Bugün milyarlık döviz akışı ve çıkışı, doların ana vatanı Amerika Birleşik Devletleri’nden bile çok daha kolay ve serbesttir.
Bu arada Merkez Bankası’nın döviz kurundaki aşınmayı azaltacak önlemler alması da artık bir zorunluluktur.
Dövizde sonsuz bir serbest kur mantığına tamamen teslim olmak, koalisyon hükümeti sırasında bel bağlanan sabit kur sistemi kadar risklidir.
Serbest kur sisteminin yeterince sağlam bir yöntem olmadığını da zaten Merkez Bankası arada bir müdahale ederek kendisi de itiraf etmektedir.”
AKP İktidarı’nın ekonomideki uygulamalarının siyasetteki anlayışına çok benzediğini kaydeden Sezer, “Bu anlayış ‘istim arkadan gelsin’ yöntemidir. Hükümet, bunu, çıkarılan yasaların Anayasa’ya uygunluğunu hiç dikkate almadan gösteriyor. Çankaya’ya takılınca da ‘Rejim tıkandı, sistemi değiştirelim’ diye ortalığa dökülüyor” diye konuştu.
PEMBE İSTATİSTİKLER
Sezer, hükümetin, elindeki çoğunluğa rağmen 60 yıldan beri işleyen parlamenter rejimi işletemediğini ve “Haydi Başkanlık Sistemi’ne geçelim” diye rejim tartışması açtığını kaydetti. Zeki Sezer, hükümetin olumluya giden bir tabloyu devralmasına rağmen, bunun üzerine yeni çalışmalar yapamadığını, buna karşılık pembe istatistikler yayımlattığını ifade etti.
“Kamu kurumları üzerindeki denetim neredeyse kaldırılmıştır. Serbestlik, başı bozukluk, başı boşluk iktidarın elinin altındaki her alana yayılmıştır” diyen Sezer, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Uluslararası sermaye elbette ülkede iş sahası açıyorsa önemli ve güzeldir. Ama Türkiye, henüz bu nitelikte bir sermaye ile tanışamadı. Söz konusu sermaye; IMF ve Dünya Bankası güdümünde sessiz sedasız geliyor ve baskı altına alınan yüksek faizle şişerek yeniden ülkesine dönüyor.
Uluslararası sermaye nedense ülkede kalıcı yatırım yapmaya bir türlü yanaşmıyor. Gece işlemleri, şifreli hesaplar, sanal ortamda hiçbir engel tanımadan yürütülen para trafiği küçük ve orta ölçekli işletmeler için hiçbir fayda üretmiyor. Uygulanan bu politika, ne tüccarımızın yararına kalıcı sonuçlar yaratıyor, ne de esnafımızın.
Bunlara yarar sağlamayan bir mekanizmanın ise emeği ile geçinen kesime, memura, dar gelirliye bir şifa sağlaması ise elbette mümkün olmuyor.
‘Tek seçenek, tek çare uygulanan bu programdır’ anlayışı zihinlere iyice yerleştirildi. Oysa IMF’nin de kendi içinde türlü çeşitli programı var. Her ülkenin masası ayrı havadan çalabiliyor.
İktidar ekonomiyi uluslararası sermayeye teslim etmiş, siyasal ve toplumsal reçeteleri ise Avrupa Birliği’ne yazdırıyor.”
EKONOMİ ÇOK KIRILGAN
Sonuç olarak Türkiye ekonomisinin kısa dönemli geleceğinin sıcak para akışına bağlandığını belirten Sezer, bu durumun ekonomiyi çok kırılgan hâle getirdiğini anlattı. Sezer, şöyle konuştu:
“Siyasetin ekonomiden ayrılması diye meşru gösterilmeye çalışılan bir süreç öne çıkmaktadır. Bu süreç, toplumun geniş kesimlerini ve küçük sermayesi ile ayakta durmaya çabalayan esnafı, ticaret adamlarını, hepsinden önemlisi emeği ile yaşamaya çalışanları siyasal katılımdan uzaklaştıracaktır.
Türkiye, uluslararası iş bölümünde ihracata dayalı büyüme stratejisi doğrultusunda standart teknolojiye ve ucuz iş gücü ile üretime mahkûm bir sürece itilmektedir. Son yıllardaki büyüme, tüketim harcamaları ve özel üretici kesimdeki stok artışlarına dayalıdır.
2003 ve 2004 yıllarında özel yatırımların canlanması, henüz sabit sermaye oluşumunu ya da dış ticareti büyümenin motoru hâline dönüştürebilmiş değildir.”
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ VE KIBRIS
Türkiye-AB ilişkilerine de değinen Sezer, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine ilişkin 17 Aralık 2004’te birçok dayatma getirildiğini, bunlardan birinin Kıbrıs olduğunu belirten Sezer, Kıbrıs’ı bir “kambur” olarak görenlerin bulunduğunu söyledi.
Kıbrıs’ın kambur değil, millî dava olduğunu dile getiren Sezer, “Ayrıca, Türkiye’nin güvenliği açısından stratejik önemi vardır. Türkiye’nin sırtındaki kambur Kıbrıs değil, işbaşında olanlardır. Bu hükümet ile AB yolu açılmış değil, tıkanmış gözüküyor. Yapılacak iş, 1999’daki gibi Türkiye’nin gücüne güvenerek, AB’nin yolunu açmaktır” diye konuştu.
Zeki Sezer, 1 Nisan’da yürürlüğe girecek olan yeni TCK’yı da değerlendirdi ve bu tarihten itibaren basının susturulacağını söyledi. Türkiye’de basının en çok desteğini alan hükümetin, sadece basını değil, muhalefeti ve sivil toplum örgütlerini de susturduğunu kaydeden Sezer, basın özgürlüğünün aynı zamanda ulusun haber alma özgürlüğü olduğunu sözlerine ekledi