![]() |
İşte KESKİN'İN Manifestto gibi açıklamalarının tamamı Sözü uzatmadan, CHP nereye gidiyor sorusu ile başlamak istiyorum...12 Eylül darbe yasalarının belirleyiciliğiyle, toplumumuzun hemen tüm katmanlarının her geçen gün artarak, baskı altına alındığı, çok yönlü ekonomik ve sosyal yetmezliklerinin ve gelecek kaygılarının büyüdüğü, partimizin de temel ilkeleri ve Anayasamızın temel ilkeleri olan, DEMOKRATİK, LAİK, SOSYAL HUKUK devletinin, adım adım ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, kimin kime güveneceği sorusunun sorulduğu, at izinin, it izine karıştığı bir süreçte, CHP’nin, bu tarumar gidişi durduracak, dağılan dengeleri yeniden yerine oturtarak, birbirinden farklı tüm toplum katmanlarının, bir arada barış içinde yaşayacağı bir düzeni oluşturma konusunda, düne göre her zamankinden daha büyük bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Fakat, toplumumuzun yanı sıra, siyasi partilerin de, aynı kıskaca alındığı süreç içinde, ne yazık ki, partimizin de, neredeyse sermaye partileri uygulamalarında olduğu gibi, HALKIN doğrudan vekili olmak yerine, adı açıkça söylenmese de, VESAYET etme biçimini anımsatan kararlar ürettiği, demokratik işleyişten uzaklaşılarak, anti demokratik uygulamalarla BU KADARI KADI KIZINDA DA OLUR yaklaşımı ile benzer kararları alışkanlık haline getirdiği görülmektedir. Bu uygulamalara son örnek, Cumhurbaşkanı adayını belirlemedeki tutum ve davranışlar olmuştur.Her fırsatta, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ tanımını kullandığımız, aykırı davrananları kıyasıya eleştirdiğimiz bir gerçekliğe rağmen, bu tanımı sadece Anayasa’da belirtilen, Devletin değişmez nitelikleri arasında yer alan ilkelerden ibaret sayarak, parti hukukunun da bu tanımın içinde olduğunu unutmuş görünüyoruz. Parti hukuku, Partinin Tüzüğüdür. Ve parti hukukunun işleyişinin denetlendiği organ ise, yine Kurultay tarafından seçilerek oluşan Parti Meclisidir. İşte burada da, partinin yapısal bileşenleri, hiyerarşisi yok sayılmıştır. Dahası, Parti Hukukunun işleyişini denetleyen organ olan ''Parti Meclisi yok sayılmıştır.En küçük yerel birimde yapılacak belediye seçimleri için aday belirlemede, Parti Meclisi onayını aramaktan, daha mı önemsiz bir iştir Cumhurbaşkanı adayını belirlemek ? Genel Başkanımızın, Parti HUKUKUNU, partinin tüm organlarını, görmezden gelen bir tutumla, AKP’nin anti demokratik uygulamalarını anımsatan biçimde BEN YAPTIM OLDU haline getirerek, neredeyse res’en kendisinin belirlemesi neyle izah edilebilir. İnsanların, 650 yıl süreyle mal sayıldığı, 400 yıl süreyle, sözde din hükümleri adı altında, gücü elinde bulunduranların kulları halinde getirildiği süreçten, İNSAN ve BİREY olma macerasının en önemli okuludur CHP.Öyle bir maceradır ki bu, 12 Mart 1971 darbesiyle DNA’sı ve kimliği değiştirilemeye kalkışıldığı, 12 Eylül 1980 darbesile, fiziki ve tüm hukuki varlığı yok edildiği halde, CHP, tüm eksiklikleriyle ayakta kalmayı başarmış, kalmaya da davam edecek bir inadın ve sürekliliğin gerçeğidir. Siyasi varlığının yokluğunda, ağır saldırılar altında tutulduğunda bile, kendisi dışında, türetilmiş nice partiler ve siyasiler, süreç içinde tarihteki yerlerini alırken, CHP ayakta kalmış, umut ışığı olma potansiyelini bugünkü gibi hep sürdürmüştür. Uzatmadan söylemek gerekirse, Genel başkanımız, Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi çalışmalarında, toplum katmanlarının temsilcilerinden, deyim yerindeyse uçan kuştan görüş almış, fakat ne hikmetse sadece CHP örgütüne, onun örgüt organlarına ve Parti Meclisi’ne sorma, ihtiyacı hiç duymamıştır. Buna kimi MYK üyeleri de dahildir. Devletin genel yürütümünün, yepyeni bir seçim sistemiile belirleneceği süreçte, örgüt yok sayılmış Milletvekilleri yok sayılmış, kendinden menkul özgüvenle, Cumhurbaşkanı adayımız belirlenivermiştir. Sayın Genel başkan, bir TV programında“ben” diyor, “bu belirlemeyle kendimi riske ediyorum” diyor. Devam ediyor. “toplumumuz tanımıyor, ama tanıyınca, tanıtınca büyük bir kabul göreceğine inanıyorum” diyor. Hangi bilimsel veriye, hangi araştırmaya, parti tabanı veya örgütünün hangi görüş ve eğilimine dayanarak söylemiştir bunları? Sayın Genel Başkandan beklenen, hiç değilse, adayı kendi başına belirledikten sonra, adayı medyada anlatmak yerine, Parti Meclisine bilgi vermesiydi. Sayın Genel Başkan, bu konuda kendisini riske ettiğini söylüyor. Ama kendini riske eden Genel Başkanımız, bu arada, kendinden daha büyük olan Partiyi de risk altına soktuğunun farkında mıdır ? Daha 30 mart öncesinde, ben dahil risk almamış mıydık ? Fakat o riski alırken, Parti Meclisine önermelerde bulunmuş ve onaylarını istememiş miydik ? 30 Mart yerel seçimlerinde alınan başarısızlık karşısında hangi yüzleşmeyi yaptık ? Neden başarısız olduk? Oradaki başarısızlıktan doğan risk kimindir. Sadece bazı MYK üyelerinin midir ? Şimdi Genel Başkan’ımızın Cumhurbaşkanlığı konusunda aldığını söylediği risk, acaba nasıl bir risktir? Başarısızlık halinde, geçmiş seçimlerde olduğu gibi, kaybettiğimiz halde, bir başka hesap ve değerlendirme ile “yine de kazandık” mı denilecektir. Yoksa acaba, bu yöntemle başka risklerden mi kaçınılmaktadır. Nitelikleri yüksek, halkımızın, toplumumuzun değerleriyle çatışmayan, Cumhurbaşkanı olabilecek çok sayıda, CHP’li üyemiz var. Zaman darlığından, birbirinden değerli üyelerimizin tümünü sayamayacağım. Örneğin, ilan edilen adayımızdan da öte, uluslararası nitelikleriyle bilinen, Sayın Rıza Türmen bunlardan sadece biridir.... Yine, halk kitlesi tarafından test edilmiş, her keresinde onaylanmış bir başka CHP’li üyemizi örnek vermek istiyorum. Bilim Adamı, Uluslar arası Yüksek öğrenimde, ilklerin uygulayıcısı ve daha birçok nitelikleri olan, bozkır ortasında, modern bir kenti yaratan, yönetsel uygulamaları ve başarıları, seçmenler tarafından da, üst üste teyit edilerek seçilmiş olan, Prof Dr. Sayın Yılmaz Büyükerşen. Yılmaz Büyükerşen Partili... Peki bu ve benzeri değerler neden akla gelmemiştir? Acaba onların birinin belirlenmesi başka bazı riskler mi içereceti? Bu CHP üyelerimizden biri, ÇATI aday dışında dahi, HDP’nin de kendi adayını çıkaracağı kesinleştiğine göre, seçimlerin ikinci turuna kalacağı kesin idi. Bu durumda, CHP adayı en çok oy alan aday olacağından, ikinci turda seçimi kazanamasa bile, ortala % 40 oranının üstünde oy alması beklenmeliydi. Böylece CHP’li aday, 30 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin aldığı oyların çok üstünde bir yüzde ile toplumsal teveccühle karşılaşacaktı. Acaba bu ihtimal mi, bazıları için risk olarak görülmüştür? Parti hukukunun, parti organ ve kurullarının çiğnenmesini göze aldıran, acaba, Cumhurbaşkanlığını kazanmaktan çok, sonuç ne olursa olsun, parti yönetimini yine de kaybetmemenin hesabı mıdır ? Başka bir soru? Neden ÇATI önerisine tartışılmadan sarılma gereği duyulmuştur. ? Çatı kodelinde, ilk tur sonunda, hangi partinin yüzde kaç oy aldığı belli olmayacaktır. Her parti kendi partisinin daha ağırlıkta olduğu iddiasını yapabilecek, böylece her iki parti de, Cumhurbaşkanlığı seçimi kaybedilse dahi, bir önceki yerel seçim oylarına göre daha yüksek oranı aldıklarını iddia edebileceklerdir. Böylece, CHP’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 27 puanının altında mı, üstünde mi olduğu tartışması ve riski de aşılmış olacaktır. Sayın Genel Başkanın kendisi için RİSK diye tanımladığı bu yöntem, kendisi açısından, her türlü sonuca rağmen, TAM BİR RİSKSİZLİK içermektedir. Peki ÇATI adayı olarak belirlenen adayımızın, Cumhur başkanı seçilmesi halinde mi yüklenilen RİSK ortadan kakmış ve Genel Başkanımız bu tercihinde haklı çıkmış sayılacaktır? Yoksa, ÇATI adayımız, seçilmese bile, toplam % 43 oranının üzerinde oy alması halinde yine de RİSK söz konusu mudur? ÇATI adayın, kullanılan toplam oylar içindeki oranı % 43’ün altına inerse, ne denilecektir? Sayın Genel Başkanımızın, kazanma ve kaybetme hesap ve değerlendirmeleri enteresandır. 2011 yılı Milet Vekili seçimlerinin akşamında, % 25.8’lik oy oranı gerçeğine ve CHP seçmenlerin derin hüznüne rağmen, “SEÇİMLERİN TEK KAZANANI CHP’dir” içeriğinde medyadan açıklama yapabilmiştir. En önemli sorulardan biri de şu. Genel başkanımızın, kendi adına aldığını söylediği RİSKİN karşılığı nedir. Yani kendi iddiasının karşılık bulmaması halinde, partiye de kaybettirmiş olacak Genel Başkanımız neyi riske etmektedir ? Önemli başka bir nokta şudur. 7 yıl önceden bilinen Cumhurbaşkanlığı seçimi, sanki son bir ay içinde gelip çatmış gibi, CHP adayını belirleme konusunda telaşlı, bir o kadar da medyatik çabalarla yürütülmeye çalışılmıştır. Kendisine SOSYAL ve DEMOKRAT denilen bir partinin, MYK üyelerinin görüşüne bile gerek duyulmaksızın, başka bir partimizin, kendi temel ilkeleri olarak sunduğu, MUHAFAZAKAR, MİLLİYETÇİ, MANEVİYATÇI ilkelerle belirttiği ÇATI tarifine, Genel Başkanımız önce, “EVET BİZ DE MİLLİYETÇİYİZ “diyerek diğer tüm tanımları, parti ilkeleri gibi tekrarlayarak, CHP tarihinde, Tüzük Kurultayına bile gerek duyulmaksızın, kendiliğinden CHP adına yeni bir KİMLİK ilanı yapmıştır. Sonra Demokrat ve Laik ekleriyle sözde denge kurulmaya çalışılmıştır. Tayyip Erdoğan’nın AKP için tekrarladığı ilkelerden ne farkı bulunmaktadır. Biz Muhafazakar Demokratız dememiş midir ? Laikliği taa Mısıra giderek Mursi’ye önermemiş midir ? Oldu bitti ile belirlenmiş olan Sayın adaya karşı olmaktan çok tarihi bir partinin, kendi hukukunu aşarak, ayak üstü tanımlamalarla kimlik türetilmesinedir eleştirim. Ancak belirlenen adayımızın, yine Genel Başkanımızın yaptığı bu tanımlamalarla örtüşen ilk siyasi açıklamasına değinmeden geçmeyeceğim. Evrensel hukuka olan ilgisi, Laiklik konusunda yazdıkları, Atatürk konusundaki çalışmaları ile, entelektüelliği, gördüğü teveccühler, İslam dünyasında, kadın Enstitüsü kurması gibi, aslında toplumumuzda yüz binlerce kişi için olağan sayılan meziyetlerle takdim edilen Sayın adayımızın, sayılan niteliklerini bir yana bırakarak vermiş olduğu ilk siyasi demeci aynen şöyledir. “BU ÇATININ ALTINDA, ECDAT RUHLARI, ŞEHİTLERİN NURLARI VAR... BU ÇATININ SANCAĞININ ALTINDA, KAHRAMAN IRKIMIZIN KANLARI VAR” Hem CHP tabanını, hem bütün farklılıklara rağmen tüm toplumu kucaklaması beklenen, entelektüel bir Cumhurbaşkanı adayının bu ilk siyasi değerlendirmesi sayılabilecek demeci, benim açımdan sorunludur. En geniş halk kitlelerinin oyunu alabilmek için, parti ilkelerinin bile göz ardı edilebildiği, parti içi demokratik işleyişlerin yok sayılıp görmezden gelindiği bir süreçte, Sayın Cumhurbaşkanı adayımız bu demeciyle, hangi kesimleri kucaklamakta, hangi toplumsal kesimleri dışlamaktadır ? Orta okullarımızda, Türkçe derslerimizde, şiir bahsinde, özel milli günlerimizde, hepimizin özenerek okuduğu beyitlerden sayılabilecek bu söylemin, TÜM FARKLILIKLARIMIZA, rağmen BİR ARADA YAŞAMA istencimizi ne kadar okşayacağı tartışmalıdır. Artık MHP’nin bile kendisini tanımlamak için başvurmadığı bu söyleme, hemen herkesi kucakladığı söylenen bu entelektüel adayımız neden gerek duymuştur. Bir örneğini kendi içimizde de gördüğümüz kaygıya benzer “MISIRDA DOĞMUŞ BÜYÜMÜŞ, YAHU TÜRK DEĞİL Mİ” gibi kaygıları gidemeye yönelik bir gerekseme midir? Eğer böyle ise, çok dilli, çok renkli, çok kültürlü bir toplumda bu tutumu, ARTTIĞI TAŞ ÜRKÜTTÜĞÜ KUŞA DEYMEMİŞTİR diye özetlenebilir. Tabii şu soruyu da tüm partimize, sormamız gerekiyor. Cumhurbaşkanı adayımızı belirlemede, eğer bu niteliklerin daha çok oy alacağına inanılıyorsa, 11 ay sonra yapılacak seçimlerde, adaylarımızın daha çok oy almaları ve partimizi iktidara taşıması için, Milletvekili adaylarımızda da bu nitelikleri mi arayacağız ? “Partimiz bugünkü nitelik ve özellikleriyle zaten kazanamaz” demenin, gelecekte de kazanamayacaktır tespitinin, partinin Genel başkanı tarafından ilanı değil midir bu durum. Ne kadar AKP’ye benzersek, o kadar çok oy alırız stratejisi ile, 91 yıllık CHP’nin, evrensel gelişmesi ve temel dönüşümlerini de, bir çırpıda yok saymış olmuyor muyuz? Geçerli ve gerekli olanın, aslında AKP’nin doğal koalisyonu olduğunu kabul etmiş olmuyor muyuz ? Partiler, düşüncelerin, toplumsal sorunların çözümünde siyasi tercihlerin ve ona bağlı ilkelerin, bu ilkelerin hayata geçmesi için, uygulanacak siyasi tercihlerin belirlenip, diğer partilere rağmen, bu iddiaların arkasında durulmasıyla yaşamlarını sürdürebilirler. Sadece sayısal kazanımlar amaçlanarak, ilkelerden uzaklaşılması, geçmişteki ilkesiz, kendiliğinden yapılan koalisyonlarla türetilmiş partiler gibi, kendini yok etme sürecine girilmesi demektir. SON OLARAK; Partimizin, Hukukun üstünlüğünü yeniden ihya etme ve Demokrasiyi, Demokratikleşme eksikliklerini gidererek, katılımcı bir toplum yaratma iddialarına rağmen, sıraladığım, partiyi, kurullarını, hukuki işleyişini neredeyse yok sayan tutumların üstüne üstlük, Sayın Genel başkan’ın, kendi tekil, TEK ADAM iradesiyle vermiş olduğu, Cumhurbaşkanı adayımızın, Milletvekilleri tarafından kabulü için imza atılması istenmektedir. Ve bu işi kotarması için, demokratlığından, hukukun üstünlüğüne inancından zerre kadar şüphe duymadığım, başta Grup Başkanvekilimiz görev almış bulunmaktadır. Medya yoluyla tüm topluma açıklama yapmakta da bir beis görmeyen bu tutuma, şaşmamak elde değil. Bazı siyasi partilerde uygulana geldiğini duyduğumuz, “seni bakan atıyorum ama, güvenmiyor ve önceden imzalanmış istifa mektubu vermeni istiyorum” uygulamasının başka bir versiyonunun işleme konulmuş olduğunu görüyorum. Yakın gelecekte, ikbal dağıtma tercihlerinde değerlendirilmek üzere, kimlerin Genel başkanımızın kararlarına karşı durup durmadığının saptanması işine yarayacak bir uygulama. Cumhurbaşkanı adayının, ne kimliği, ne kişiliği değil ama, partimizde, hukuksuzluğun, demokrasisizliğin bu boyutlara varması nedeniyle, Millet iradesine bağlı seçilmiş bir üye olarak, baskıları reddediyor ve başta partimin, tüzüğüne, hukukuna ve demokratik işleyiş ilkelerine bağlı kalarak, bu imzalar içinde yer almayacağımı da ilan ediyorum. Ayrıca; Bu vesile ile, başta tüm CHP örgütünün, seçilmiş kurullarıyla, savrulmalara karşı açık bir tuktum belirlemesi gerektiğini belirtiyor, HUKUKUN ÜSTÜLÜĞÜ kavramının, sadece, Anayasamızın 2. maddesinde yer alan, yeri geldikçe ezberden söylenen bir söz olmayıp, hukuki işleyişin bulunduğu her tüzel kişilikleri ve CHP’yi de bağlayan biricik ilke olduğunu anımsatıyorum.