“Demokratik, hür bir Türkiye” masalı!
RUHAT MENGİ
Şu anda yazımı yazarken bir yandan TBMM’de “açılım” görüşmelerini izliyorum. CHP’nin Atatürk’ü anan, “Atam emanetini koruyacağız” yazılı pankartlar açması üzerine Meclis Başkanı Şahin oturuma ara verdi.
Her ne kadar önceden işaretleri verildi ve önlemi alınmadı ise de bu durumda ana muhalefet partisini eleştirmek mümkün. Ki kıyasıya yapanlar, “zaten belliydi, süreci baltalamak istiyorlar” diyenler bile çıkacaktır ama aynı şekilde iktidar partisi de bu oturumu gayet kolayca başka bir güne almadığı; Atatürk’ün anıldığı, cumhuriyet değerlerinin öneminin vurgulandığı 10 Kasım’da inat ettiği için eleştiriyi ondan daha fazla hak ediyor.
Neyse ki büyük bir olay çıkmadı, sadece “pankart açma”da kaldı ama çıksaydı sorumlusu, bu tepkiye yol açan kim olacaktı?
Açıkçası ben de birçoğunuz gibi gerek “Kürt açılımı”, “demokratik açılım” veya “Milli Birlik Projesi” denilen projede hangi adımların olduğunun da, haftalarca aylarca ülkeyi kilitleyen; yargısından basınına, üniversitesinden ordusuna lekelenmedik kurum bırakmayan “belge, darbe” konusunun da ne pahasına olursa olsun en kısa zamanda sonuçlandırılmasını istiyorum.
Kavga çıkacaksa, o da çıksın, herkes eteğindeki taşları döksün ve bitsin, sonuca ulaşsın. Sakız gibi uzata uzata “gelecek seçimi” de “Biz açılım istedik de izin vermediler” veya “Ordu her an darbe yapıp, demokratik seçimle gelen iktidarı indirebilir” mazeretleriyle, iddialarıyla geçirmeyelim.
Cezaevlerinde “hangi suçtan yattığını bilmeden ömür tüketen yüze yakın insan da suçunu öğrensin.
Atatürk’ün nutkunun bile Ergenekon davasında “delil olarak” alınıp götürüldüğünü hatırlamak insana azap veriyor.
Hikâyeler ve gerçekler!
İçişleri Bakanı Beşir Atalay pankart olayından sonra yaptığı konuşmada Başbakan Erdoğan’ın daha önce söylediklerini tekrarlayarak: “Demokratik Açılım”ın toplumun bir kesimini hedeflemediğini, herkes için daha fazla özgürlük anlamına geldiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Gül de Anıtkabir Özel Defterine yazdıkları arasında “demokratik, müreffeh ve hür bir ülke olarak geleceğe umutla bakan Türkiye”den söz etti. Oysa “Demokratik, hür, müreffeh” sözcükleri, “herkese daha fazla özgürlük” vaadi artık Türkiye’de maalesef “hikâye” durumundadır; sözler ile teori ile eylemler ve gerçekler birbirini tutmuyor.
Devamlı olarak hükümet üyeleri (son olarak Erdoğan katıldığı TV programında): “Hiçbir zaman suç sabit olmadıkça kimseye ‘sen suçlusun’ diyemeyiz”i tekrarlamalarına rağmen hukukun ayaklar altına alındığı, suçu “yargı kararıyla sabitlenmemiş” insanların ve kurumların daha ilk günden kesin suçlu ilan edildiği, hatta cezasının kesildiği bir dönem yaşadığımızı hiçbir hukukçu ve siyasetçi yadsıyamaz. Bu ülkede “müreffeh, korkusuz ve hür” yaşayanların artık sadece “gücü elinde tutan parti, onun yakınları ve destekçileri” olduğu bilinmiyor gibi davranılamaz.
Eş zamanlı olarak yargıda, medyada, orduda, üniversitelerde ortaya çıkarılan sorunlar ve “demokratikleştirme” adı altında bu kurumları “etkisizleştirme” veya “saygınlığını, güvenilirliğini tümüyle yok etme” gayretleri görmezden gelinemez.
Tesadüfe bakın ki yargıda ve medyada eleştiri yapabilen kesimlere yoğunlaşan baskı, her zamanki gibi “en önemli açıklamada ben de bulunacağım” telaşıyla son sözü en başta söyleyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın aylar önceki son Abant Toplantısı’nda “medya, yargı, ordu ve üniversiteler, bu 4 kurumu demokratikleştireceğiz” demesinden sonra had safhaya çıkmıştır.
Allah selamet versin, kurumlar “demokratikleşiyor”!! Ne basın özgürlüğü kalıyor, ne yargı bağımsızlığı... Konuşabilen ne bir yargı mensubu kalıyor, ne gazeteci, ne rektör...
Bu durumda toplumun asıl düşünmesi ve tartışması gerekenin “demokratikleşme”ye getirilen yeni anlam olduğu açıkça ortadadır, değil mi?
İçişleri Bakanı görev başına
Varsa yoksa “açılım” konuşmaları... Ne demokratik, ne “vatandaşın canını düşünen” bir hükümet oldukları sadece bunlarla anlaşılıyor sanki. Öte yanda ise yazıp durduğumuz gibi memlekette vahşet had safhaya ulaşmış durumda. ‘Ehliyetsiz sürücüler neden en çok Türkiye’de cirit atıyor, can alıyor’ diye sorduk; cevabı yok çünkü önemsiz!! Diğer cinayetler, küçücük bilgisayar meraklısı Musa’nın, okullarda öğrencilerin kıtır kıtır kesilmesi de, tecavüzler de önemsiz... Bu vahşet sürerken bakanlar tatilde olmalı, çıt çıkmıyor.
Dün de İETT otobüsüne maskeli bir canavarlar grubu tarafından atılan molotof kokteyli ile cayır cayır yanarak tanınmaz hale gelen talihsiz genç kızın haberini duyduk.
Acaba hangi ideoloji, hangi niyet böyle aşağılık, böyle kahpece, insanlık dışı bir eylemi yapmanın mazereti olabilir?
Bu bir yana eğer bu İçişleri Bakanı, bu Emniyet vatandaşın en demokratik hakkı olan güvenliğini sağlayamıyorsa neden o koltukları işgal ediyorlar, neden bu milletin vergisinden, kazancından pay alıyorlar ki?
Otobüsteki vahşet bardağı taşıran damladır. Bu canavarlar yakalanmadığı takdirde hiç kimse güvende değildir.
İçişleri Bakanı’nı görevini yapmaya davet ediyoruz!