GÜNGÖR MENGİ/VATAN
Terörle müzakerenin kanlı bir çıkmaz olduğunu öğrenmek bize çok pahalıya patladı.
Dağlıca Taburu’na yönelen son saldırı bile terör örgütünü muhatap kabul eden anlayışın gafletinden yararlandı.
Devlet her fırsatta Kürt vatandaşları PKK’yı tecrit edecek cesur duruşlara teşvik ediyor. Ama bunu kendisi yapmıyor.
Zaman geliyor Öcalan’ı, bazen iki numara Karayılan’ı muhatap alıyor. Öte yanda sorunun siyasi muhataplarına göz açtırmayıp milletvekillerini bile hapse atıyor.
Terörle mücadeleyi, Kürt sorunu için yürütülen siyasi müzakereden tümüyle ayırmaktan başka kurtuluş yoktur.
BDP’li Altan Tan dün yakınıyordu:
“Hükümet yetkilileri ‘Akan kan yerde kalmayacak. Şehitlerimizin intikamı alınacak. Terörün başı ezilecek. Devletin gücü gösterilecek...’ diyor. Kardeşim sen bunu 30 senedir söylüyorsun. Başka bir plâk çal!”
Terör toplumu bezdirerek, yönetenleri yıldırarak ve başka plâklar çalmaya zorlayarak amacına yürüyor.
Terör sürerken çalacak başka bir plâk olmadığını, olamayacağını devletin katil sürüsüne göstermesi lâzım.
Anlayana kadar bu plâğı bıkmadan usanmadan çalması lâzım!
Böyle bir kararlılık beklerken şehitlerin cenaze töreninde ağlayan bir Genelkurmay Başkanı görmek toplumun aklını karıştırmıştır.
Duygu yoğunluğu insanı asker de olsa ağlatabilir. Ama Genelkurmay Başkanı herhangi bir insan değildir.
Bu ülkenin tarihi askerine “Size taarruz etmeyi değil ölmeyi emrediyorum” diyen çelik iradeli komutan gördü.
Çünkü o komutan, uğruna göze alınan fedakârlığın, askerin hayatından daha büyük değere adandığını biliyordu.
İnternet ortamına eleştirel tepkiler daha çok yansıdı. Acının tazeliği nedeniyle “Ağlayan değil, ağlatan komutan istiyorum” diyen insanlar bile çıktı.
Terörle mücadele eden bir toplum anaların gözyaşlarına katlanabilir ama komutanın gözyaşını kaldıramaz.
Çünkü karşımızdaki katiller insanlıktan çıkmış yaratıklardır ve o gözyaşlarını insani bir olumlu farklılık saymayacaklardır.
Zayıflık sayacaklardır!
Sizi göndersek!..
İstanbul biri Boğaz, diğeri Haliç’te iki köprünün onarımı nedeniyle cehennem azabı yaşıyor.
Bu işkencenin üç ay sürecek olması rezaleti katlanılmaz boyuta çıkarıyor.
Karayolları Genel Müdürü, ilk günlerin derslerini değerlendirerek sıkıntıları hafifleteceklerini söyleyecek ve halktan özür dileyecek yerde bakın neler söylemiş:
“İnşallah 17 Eylül’de bitecek. Tatil imkânı olanlar kent dışına giderse memnun oluruz!”
Böyle bir sözü etmek için ya sadist veya fazla cüretkâr olmak gerekir.
Çünkü demokratik bir ülkede halka tepeden bakan böyle bir bürokratı koltuğunda bırakmazlar.
“Bunca kalabalığı göndermek zor olur, iyisi mi sen defol git” derler.
Türkiye “melez demokrasi” olduğu için bu söylenemiyor.
Çünkü bürokrat devletin adamı değil, partinin adamı!