Genelkurmay Başkanı’nı görevden alma gücüne kavuşan ilk hükümet
Bugüne kadar pek çok hükümet askerle karşı karşıya geldi. Bunun sonucu bazen darbe oldu bazen muhtıra oldu. Ama genellikle asker gücünü görünmeyen biçimde hissettirdi.
Yine pek çok hükümet askerin bu gücünden duyduğu rahatsızlığı çeşitli biçimlerde ifade etmeye çalıştı. Böyle kritik dönemlerde, sivil otoritenin yanında yer alan çevreler hükümetleri “komutanları emekli etme veya görevden almaları” yolunda tahrik bile etti.
Ancak bugüne kadar hiçbir hükümet öyle bir yola sapmaya cesaret edemedi. Çünkü bunu yapacak gücü kendinde hiç bulamadı.
Burada en önemli faktör Cumhurbaşkanları oldu hep. Cevabı basit aslında. Cumhurbaşkanları genellikle hep hükümet dışındaki devletin diğer anayasal kurumları ile daha iyi ilişkiler içinde oldu. Bu da hükümetin askerler üzerinde tasarruf yapma olanağını sınırladı.
Bugüne kadar askerin şöyle ya da böyle müdahaleleri sonrasında dönemin başbakanlarının aklından hep “Hepsini görevden alayım” düşüncesi geçmiştir. “Geçmiştir” diyorum ama aslında geçti, çünkü bazılarını biliyorum.
Örneğin 28 Şubat döneminde Tansu Çiller’in aklında bu geçmişti. Hatta bazı güçlü isimler kendisini hayli tahrik de etti. Tansu Hanım bu baskılara karşı “Eğer başbakan olsam yapardım” diye cevap veriyordu.
Oysa bu da gerçek görüşü değildi; böyle bir kararname hazırlansa bile Cumhurbaşkanı’nın onayından geçmeyeceğini çok iyi biliyordu.
Türkiye’de bir Genelkurmay Başkanı’nı, kuvvet komutanlarını, üst düzey bir bürokratı görevden almak, emekliye sevketmek o kadar kolay değil. Kararı sadece Başbakan vermiyor, Cumhurbaşkanı’nın da onayı gerekiyor.
Geçmişe baktığımızda tüm cumhurbaşkanlarının bu konuda hep askerden yana tavır içinde olduklarını söyleyebiliriz.
Bu arada aklıma gelmişken yazayım, 80’li yılların sonunda Turgut Özal askere karşı etkili bir çıkış yapmıştı. Orgeneral Necdet Üruğ Genelkurmay Başkanı olmayı bekliyordu, plan böyle yapılmıştı. Ama Özal “Biz Torumtay Paşa’yı tercih ediyoruz” demişti. Bu çıkış bomba gibi patlamıştı.
Rahmetli Özal o geceyi Tarabya Oteli’nde geçirmişti. Yakınlarının anlattığına göre sabaha kadar bir darbe ihtimaline karşı tetikte olmuşlardı. Ama Özal kazanmıştı. Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra İstanbul’a geldiğinde otelde kalmak yerine hep orduevini tercih etmişti. Bir anlamda askerle böyle bütünleşmişti.
Şimdi gelelim tekrar konumuza. Bu şartların ışığında bakılınca ilk kez bir hükümet Genelkurmay Başkanı veya kuvvet komutanlarını görevden alma ya da emekli etme konusunda büyük bir güç geçirdi eline. Bundan sonra artık en azından Erdoğan “görevden alma kararnamesi hazırlarsam bunu Cumhurbaşkanı imzalar mı?” endişesi taşımayacak.
Ancak elbette Gül faktörünü de unutmamak gerek. Nasıl Özal, Üruğ olayından sonra askerle bütünleşmeyi becerdiyse, Gül de askerle çok iyi ilişkiler kurup bir geleneği sürdürebilir.
*****
85’inci yıl
Türkiye’nin tarihi bundan 85 yıl önce değişti. Tüm ülkeyi istila eden yabancı güçler Türk milletinin şahlanışı ile çareyi kaçıp gitmekte buldu. Sadece bu yabancı güçler değil elbette, ülke yönetimindeki disiplini yitiren ve teslimiyetçi politikası ile ülkeyi adeta peşkeş çeken hanedanın da sonu oldu bu.
Ardından kurulan genç cumhuriyet Atatürk’ün ilke ve devrimleri ile çağdaş dünyada yerini almak üzere yola çıktı.
Atatürk Türkiye’si dünyaya parmak ısırtacak bir gelişme gösterdi. Türk halkı devrimlerin yarattığı iklime çok çabuk alıştığı gibi toplumda olağanüstü bir kaynaşma, dayanışma ve hoşgörü hakimiyetini kurdu.
Ama bu, son 15 yılda değişim göstermeye başladı. Ülkeyi dini esaslara göre yönetmek isteyen bir zihniyet, demokrasi kavramını çok iyi kullanarak toplumu adeta ikiye böldü.
85 yıl sonra zaferi buruk bir şekilde kutluyorsak nedeni budur.