 |
İyi dövmüştüm. Bana göre dişlerinden birini salladım ve doktor da onun için muayene ediyordu’...
BEN, Nasiriyah’lıyım. Şii’yim. 1991’de ilk savaş ardından Saddam’ın devrilmesi için ayaklanmada yer aldım ama, Amerika, sonuna kadar gitmedi. Saddam, tekrar başa geldi. Biz de ülkeden kaçtık. 3,5 yıl Suudi Arabistan çölünde bir mülteci kampında yaşadım. Ailem, Irak’ta kalmıştı. Babama, hayatta kalmak istiyorsa, benim artık oğlu olmadığını söyleyen bir kağıdı imzalattırdılar. 13 yıl ailemi görmeden yaşadım.
Ve, benim hayatımı, ülkeyi mahfeden bu adam, tam karşımdaydı. Bir tane indirdim. Bir anda parladı. Bana, ‘Sen, ülkene ihanet ediyorsun. Amerikalılar için ajanlık yapıyorsun. Sen, bir Iraklı olamazsın,’ diye bağırıyordu. Benim ellerimdeydi.
Çaresizdi ama, hala bana bağırmaya, bana emirler vermeye devam ediyordu. ‘Sus,’ diyordu bana. Dayanamadım, birkaç kez daha vurdum. Kaşının üzerindeki yara, benim işim. Aslında, korkağın teki. Erkek olsaydı, kendi oğulları gibi hiç değilse savaşsaydı. Kendini öldürmeye bile teşebbüs etmedi ama, çekim olduğunu gördüğü için herhalde, meydan okuyordu. Hala, Irak Devlet Başkanı Saddam olduğunu zannediyordu.
Çiftlikte ilk sorgulama
Saddam, delikten çıktıktan sonra, ‘Bu, Saddam,’ dedim ama, inanmadılar. ‘Adını sor, bakalım ben Saddam’ım diyecek mi?,’ dediler. ‘Adın ne,’ dedim. ‘Saddam,’ dedi. ‘Saddam ne,’ dedim. ‘Saddam Hüseyin,’ dedi. Sonra, belinde tabanca olduğunu görünce bizimkiler panik oldu. İç çamaşırı kalıncaya kadar soydular. Üzerinde bomba var, kendini uçuracak diye korktular. Sonra, Özel Tim’den biri, ‘Samir, söyle O’na, Başkan Bush, O’nun kıçını ele geçirmek için bizi gönderdi,’ dedi. (President Bush sent us here to get your ass!) Ben de aynen bu dille çevirdim. Tabii, hiç memnun olmadı.
Gözlerini korkunç bir şekilde açtı. ‘Benim ayakkabılarım sizden ve ailelerinizden daha iyi,’ dedi. Özel Tim’e çevirirken, anlamını da anlattım. Bizim kültürümüzde birini ayakkabı ile karşılaştırmak çok aşağılamak demektir.
Aralarında biraz didiş oldu. Ben ise çok mutluydum. Bizimkilerden biri, ne zaman, O’nu, hiç gibi hissettirirse, içimde sevinçli bir coşku fırtınası kopuyordu. O’na, bir bok olmadığını hissettirdiler.
HALA MEYDAN OKUYOR
Zaten, yakalanır yakalanmaz ellerine kelepçeyi takmışlardı. Aslında her şey çok hızlı olup bitti. Saddam, yalnız iki kelime İngilizce konuştu. ‘Why America?,’ ‘Niçin Amerika?’ Ben de niye olduğunu söyledim. ‘Delikte neden saklanıyorsan, onun için’. ‘Ben, savaşıyorum,’ dedi. ‘Kimle,’ dedim. ‘Amerika’yla,’ dedi. ‘Nasıl savaşıyorsun? Gücün nerede? Televizyona çıkıp Amerika’ya tehditler savuruyordun, şimdi burada ve saklanıyorsun,’ dedim. ‘Hayır. Düşmanımızla savaşıyoruz. Sen de benim düşmanımsın,’ dedi. Çiftlikte çok konuşmadı ama son söyledikleri, ‘Amerika, Bağdat’tan ne anlar? Atlantik’i geçip de neden geldiniz buraya? Atlantik’i geçtiniz geldiniz de, ne yapacaksınız? Hayır. Savaşı kazanmadınız. Ben, Saddam Hüseyin. Hala, Irak Devlet Başkanıyım,’ oldu.
Saddam, sonra kendisine söylenenlere dahi cevap vermedi. Yıldızlara bakmaya başladı. Doğrusu, Irak’ta gökyüzü çok güzeldir. Sonra, onu küçük bir helikoptere koyduk gönderdik. Biz de arabalarla Saray’a döndük.
ÇUVAL GEÇİRDİK
Tabii, onlar bizden önce varmışlardı Saray’a ve diğer grup sorguluyordu. Sürekli Saray’da duran bir başka çevirmen arkadaş daha vardı. Ben, kapıyı açtığımda, bir anda konuşmasını kesti. ‘Bu adamı burada istemiyorum. Çıkarın onu,’ diyordu. Düşünebiliyor musunuz hala emir veriyordu. Bizim işimiz yakalamaktı. Bizde daha fazla kalması için sebep yoktu. O’nu bir arabaya koyup, merkeze gönderdik. Çıkarken, kafasına ‘çuval’ geçirdiler. Aslında, Saray ve merkez arası, arabayla 5 dakika ama, nakillerde kafasına çuval geçirildi. Nerede olduğunu ve nereye gideceğini bilmiyordu. Ona da her esire davranıldığı gibi davranıldı. Onu, bir daha görmedim.
ÇEKİMDEN HABERSİZDİ
Saddam’ın dişlerine ve yanak içlerine bakıldığını gösteren görüntüler bizde çekilmedi. Ertesi gün Bağdat’ta çekildi onlar. İyi dövmüştüm. Bana göre dişlerinden birini salladım ve doktor da onun için muayene ediyordu. Ama, çekim olduğundan haberi olduğunu sanmıyorum. Bizimkiler, O’nu televizyonda göstermenin iyi olacağını düşündüler. O da normal olarak doktora muayene oluyordu. Belki, yakalanmasının ertesi günü olduğu için artık her şeyin son bulduğunu anladı. Doğru. Bir gün önce yakalandığı andaki haliyle, görüntüdeki hali çok farklıydı. Teslim olmuştu.
Ağaçtaki hurmalar diyorlar. Yazdan kalan çürük hurmalardı. Saddam’ı neden yakalayalım da sonra, tekrar aynı yere koyup, yeni yakalamışız gibi yapalım. Saddam’ı, 13 Aralık’ta, akşam 8:30’da yakaladık. Ve, biz (Özel Tim) yakaladık. Kürtler değil. Tamamen, bizim çalışmamız. Herkes, Saddam’ın nasıl yakalandığı ile ilgili bir şeyler söyledi. Hiç orada olmayanlar, görmüşler gibi anlattılar. Ben, oradaydım. Ne olduğunu çok iyi biliyorum.
SAMiR’DEN MESAJ:
ÜLKESİNİN geleceğine ‘umut dolu’ bakan Samir, ‘Bizim için kitle imha silahı varmış, yokmuş hiçbir şey değil. Amerikalılar bizi Saddam’dan kurtardı. Yaşamadan, kimsenin anlaması mümkün olmayan bir cehennemdi eski Irak. Şimdi de sivil ölüm diyorlar ama, olacak bunlar. Siz, medya, Amerika’ya yükleniyorsunuz ama, Irak’ta cirit atan teröristlere, adi suçlulara aynı şekilde savaş açmıyorsunuz. Adeta, iyi haber vermekten korkuyorsunuz Irak’tan,’ diyor.
 |
|
|
|
 |
|
|
Toplam yorum |
0 |
|
Onay bekleyen |
0 |
|
|
 |

Yorumunuz editörlerimiz
tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır. |
|
|
|
 |
Bu haber henüz yorumlanmamış...
|
 |
|