SEDAT BOZKURT/THE NEW ANATOLİAN
Aslında Türk siyasi yaşamı için kuruluşunun birinci yılında, uzun yıllar sonrasında tek başına iktidara gelen bir siyasi yapıyı tartışmak hayli yararlı olurdu. Ancak, AK Parti kadroları bile bu başarının sadece kendilerine ait olmadığını iyi bildikleri için, başarılarının nedeni anlatacak veri bulmakta zorlanıyorlar. Bu yüzden yıl dönümlerini 5 yıldır öyle ya da böyle bir biçimde geçiştiriyorlar.
AK Parti’nin yakaladığı başarının bir başka örneğini ANAP 12 Eylül askeri darbesi sonrasında yakalamıştı. Bir olağanüstü, darbe döneminin sonrasına denk geldiği için hep "darbe ürünü" parti olarak eleştirilen ANAP da içinde barındırdığı "eskileri", 4 eğilimi birleştirme projesiyle yenileştirmeye çalışmıştı. Tam entegre sağlanamazsa da ANAP içinde eski Milli Görüşçüler “muhafazakar”, eski MHP’liler “hareketçiler”, eski solcular ise “liberal kanat” haline gelmişti. ANAP’ın kurucu genel başkanı Turgut Özal, bu yapılar arasındaki dengeleri iyi kurduğu için hiçbirisi kendisini ANAP dışında hissetmemişti. Yaptığı kabine değişiklikleri, ani ve baskın parti kongreleri ve erken seçimler ile parti içindeki dengeleri hep kontrolünde tutmayı başarmıştır.
Erdoğan, 5’inci yıl konuşmasında AK Parti’yi siyasetin tam merkezinde tanımladı. Siyasetin merkezi Türkiye için hayli tartışmalı bir konu. Daha önce merkeze hareket etme niyetini beyan eden MHP (Milliyetçi Hareket Partisi), DSP (Demokratik Sol Parti) ve CHP (Cumhuriyet Halk partisi) merkezde kendilerine yer bulamadıkları gibi daha önce bulundukları noktayı da kaybetmişlerdi. Milli Görüş geleneğinden gelip siyasetin merkezine oturmak çok da kolay değil. AK Parti’yi merkeze taşıyacak bir siyasi kadrosunun olduğunu söylemek hayli zor. Çünkü, içinde merkez sağdan ve milliyetçi çizgiden gelen en çok 10-15 milletvekili var. Ve bunlar da AK Parti’ye halen entegre olamamışlar. Parti içindeki refleksler halen Milli Görüş günlerinden kalma.
AK Parti ile ANAP’ın çıkış noktaları aslında birbirine benziyor. İkisi de siyasetin dar alana sıkıştığı bir noktada ortaya çıktılar. Tek başına iktidar oldular ve kendileri için yaratılan boş alanları iyi kulandılar. ANAP, askeri darbenin yarattığı muhalefetsiz alan üzerinde en katı ekonomik önlemleri alırken, 2001 yılında yaşanan büyük ekonomik kriz sonrasında alınan ekonomik önlemler paketini AK Parti de muhalefetsiz bir alanda uyguladı.
AK Parti kurulurken, diğer siyasi partilerin kurulu düzenlerine de itiraz etmek gibi bir iddia ile ortaya çıkmıştı. Bu nedenle özgürlükçü bir parti tüzüğü ve programı vardı.. Büyük iddialarla hazırlanmış, parti içinde yer alan lider oligarşilerini engelleyen tüzük, seçimlerde yakalanan başarıdan sonra değiştirilen ilk metin oldu. Tüzük’te yapılan değişiklikler o kadar geriydi ki, Yargıtay bile değişiklikleri anti demokratik bularak AK Parti’yi uyarmak zorunda kaldı. Parti içindeki demokrasiyi işletecek olan Program ise hiç uygulanmadı. Parti içi demokrasi ise lafta kaldı. İl ve ilçelerde yaşanan sorunların hiçbiri kongre zemininde çözülmedi, hep yukarıdan aşağıya yapılan atama, tayin ile ertelendi, istisnasız bütün kongrelere müdahale edildi. Parti içindeki eleştirilere sert yanıtlar verildi, disiplin kurulları ile milletvekilleri ihraç edildi.
AK Parti’nin hükümetteki ilk icraatına bakıldığı zaman klasik, ortalama sağ hükümetlerden hiçbir fark görülmüyor. Sivil söylemlerle işbaşına gelmiş olmasına karşın, tartışmalı konularda sık sık "resmi söylem" üstün geliyor. Türk Ceza Yasası’nda bunun en net örnekleri görüldü. Türkiye’deki ilerici kesimlerin de ezberini bozacak bir biçimde, biraz da AB sürecinin dayatmalarıyla getirilen demokratik açılımların arkasında ise yine bu resmi söylem nedeniyle durmakta zorlanıyor. Terörle Mücadele Yasası bunun en somut örneği.
AK Parti’nin yaslandığı taban itibariyle askerle arasının iyi olması çok mümkün gözükmüyordu. Ama, biraz AB süreci biraz da AK Parti’nin 28 Şubat süreci sonrasında attığı geri adım çatışma noktasını hep uzakta tuttu. Örneğin son olarak Şemdinli iddianamesinde olduğu gibi birkaç sorun yaşanma potansiyeli ortaya çıkmış olsa da AK Parti ve onun hükümetinin geri adımları ve askerin taleplerini eksiksiz yerine getirmesi nedeniyle bunlar kriz olmadan atlatıldı. Buna Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığına bir gün öncesinden atanmasını da eklemek lazım.
5 yıllık geçmiş göz önünde bulundurulduğu zaman AK Parti’nin de bir dönem partisi olduğu izlenimi net bir biçimde ortaya çıkıyor. Siyasi olarak kendisinden öncesi sağ iktidarların bir karışımı olduğu en azından ihalelerde yaşanan ve kendi milletvekilleri tarafından dile getirilen iddialarla bile ortaya çıkıyor. Bu nedenle AK Parti’ye siyasi düzlemde bir dönem daha yaşam hakkı tanınıyor. Uzun vadeli siyasi projelerde AK Parti’nin içinden geldiği Milli Görüş bile var ama kendisi yok…