Mustafa Taştan, 29 Ağustos 1999’da ruhsatsız silah taşıma şüphesiyle yakalandı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Taştan’ın burada “çıkar amaçlı suç örgütü kurma” şüphesiyle de arandığı anlaşıldı. Taştan bir gün sonra ifade verdiği savcının emriyle serbest kaldı. Ancak aynı gün polisler Taştan’ı yeniden gözaltına aldı. Bunun üzerine avukatı savcılığa başvurarak Taştan’ın savcılığın talimatına rağmen yeniden gözaltına alındığını ve dövüldüğünü, kendisinin Emniyet’e girişinin de engellendiğini belirtti. Taştan, bir gün sonra yeniden serbest bırakıldığında özel bir kliniğe giderek muayene oldu. Doktor sert bir nesneden kaynaklanan darbeler nedeniyle Taştan’ın vücudunun çeşitli kısımlarında çok sayıda ödem ve çürük olduğunu belirten bir rapor yazdı. Doktor, raporun üzerine tarih attı, ancak ismini yazmadı. Taştan da bu raporla birlikte savcılığa iki polis memuru hakkında suç duyurusunda bulundu. Taştan iki polisin kendisini bir varil soğuk su içine koyduklarını ve bütün gün dövdüklerini anlattı.
“Belgede sahtecilikten yargılandı”
Ankara Emniyeti, suç duyurusundan 5 ay sonra savcılığa gönderdiği bilgi notunda Taştan’ın savcılıktan serbest bırakıldıktan sonra kendi isteğiyle Emniyet’e gittiğini ve 30 dakika kaldığını, resmi olarak gözaltına alınmadığı, bu yüzden avukatıyla da görüşme kaydının bulunmadığını iddia etti. Savcılığın başvurusu üzerine Ankara Adli Tıp Kurumu, ilk doktor raporundaki belirtilerle Taştan’a olay tarihinde 7 gün işgöremez raporu verilmesi gerektiğini belirtti. Soruşturma sırasında polis, özel klinik sahibinin, ilk doktor raporunun kendi kliniğinde düzenlenmediği ve ismi ile ilgili sahtecilik yapıldığını ileri süren ifadesini savcılığa gönderdi. Savcılık da bunun üzerine Taştan hakkında doktor raporu nedeniyle “resmi belgede sahtecilik” yaptığı iddiasıyla dava açtı. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki davada klinik sahibi doktor, Taştan’ı muayene ettiğini ve raporu düzenlediğini ifade etti. Jandarma Kriminal Dairesi de imzanın doktora ait olduğunu belirledi. Bunun üzerine mahkeme 2 yıl süren dava sonunda Taştan’ın beraatine karar verdi.
Asgari şiddet seviyesinde değilmiş!
Bunun üzerine polisler hakkında da “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve kötü muamelede bulunma” suçlarından dava açıldı. Ancak kliniğin sahibi doktor bu davada ifade değiştirerek Taştan’ı muayene etmediğini söyledi. Ancak K.İ.Z. isimli bir doktor duruşmaya katılarak Taştan’ı kendisinin muayene ettiğini ve raporu imzaladığını söyledi. Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nda yapılan incelemede de imzanın K.İ.Z’ye ait olduğu anlaşıldı. Fakat Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi, K.İ.Z’nin isimli doktorun çalışma izni olmadığı gerekçesiyle raporu dikkate almadı ve polislerin beraatine karar verdi. Yargıtay’ın da bu kararı onamasının ardından Taştan AİHM’ye başvurdu. Taştan’ın hiçbir maddi tazminat talebinde bulunmadığı ve sadece gördüğü kötü muamele nedeniyle devletin mahkum edilmesini istediği başvurusuna hükümetten ilginç bir yanıt geldi. Hükümetin AİHM’ye gönderdiği savunmada Taştan’ın gördüğünü ileri sürdüğü kötü muamelenin “işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı işlem” sayılması için gerekli “asgari şiddet” seviyesine ulaşmadığı ileri sürüldü. Hükümet ayrıca doktorun çalışma izni olmadığı için raporun geçerli sayılamayacağını savundu.
AİHM: “Devlet yaralanmayı açıklamalı”
AİHM kararında ise kötü muamelenin tamamen yalnızca yetkililerin bilgisi dahilinde olduğu bir ortamda geçtiğine dikkat çekilerek “Bir kişinin gözaltına alındığında sağlıklı olup serbest bırakıldığında yaralandığı tespit edilirse, bu yaralanmaların nasıl gerçekleştiği konusunda makul bir açıklama getirmek ve bu iddialar bir doktor raporu ile desteklendiğinde şüpheleri ortadan kaldıracak delilleri sunmak devletin yükümlülüğündedir” denildi. Raporu hazırlayan doktorun çalışma izninin olmamasının önemli olmadığını belirten AİHM, “Yaralanmaların sebebine ilişkin olarak hükümetten akla yatkın bir açıklama gelmemiştir. Dolayısıyla hükümetin sorumluluk taşıdığı bir kötü muamele vardır” sonucuna ulaştı. AİHM bu gerekçeyle Türkiye’nin “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ya da işlemlere tabi tutulamaz” hükmünü düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesini ihlal ettiğine karar verdi.KEMAL GÖKTAŞ/VATAN