Geçtiğimiz gün gazetelerde yayınlanan bir anketin sonuçlarına göre Türkiye’de AB üyeliğini destekleyenlerin oranı yüzde 43’e kadar gerilemiş. AB üyelik sürecinin kolay geçmeyeceği biliniyordu. Bu süreç içerisinde her iki tarafta da sıkıntı yaşanacağı bir sır değildi. Ancak, müzakerelere başlanmasının üzerinden daha bir yıl bile geçmeden üyeliği destekleyenlerin oranının yüzde 50’nin altına düşmesi beklenenden de ciddi bir sorun yarattı. Bir yılda gelinen nokta, 10 yılın üzerinde süreceği beklenen sürecin geleceği konusunda da karamsar bir tablo çiziyordu. Türkiye’de siyaset, aslında kendisi için çok iyi bir veri olan bu anket sonuçlarını yeterinceyi bir kenara bırakın hiç tartışmadı bile. Çünkü üyelik söylemi hala iç siyaset için en iyi malzeme.
AB üyeliğinin desteğinin düşmesi asıl sorun değil. Bu düşüşün nedenleri ciddi sorun. Çünkü AB üyeliğine itiraz ülkede yükselen Türk milliyetçiliği ve bununla paralel büyüyen ulusalcılık ile İslamcılığın da temel koşulu oluyor. İşlevini yitirmiş sendikal örgütlenmeler, siyasi sıfatlarla anılan meslek örgütleri, muhalefette kendilerine yer bulmakta zorluk çeken sivil toplum örgütleri ya da dernekler siyasal iktidarlara muhalefet etmekte yetersiz kalıyorlar. Ülkede bir tane bile grev yaşanmazken, sendikal l örgütlenmelerde, işin doğası da biraz zorlanarak kamu çalışanlarının sendikaları ön plana çıkıyor. Yani ekonomik temeldeki muhalefet tarzı, bunu yapması gereken örgütler itibariyle geçerliliğini yitirmiş vaziyette. Muhalefet etmek için de geriye siyasetin geri sayılabilecek malzemeleri, figürleri kalıyor: Din, etnik kimlik ve tarihi söylemler.
Bu nedenle, AB muhalefeti Kıbrıs özel sorunundan, İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamlara kadar geniş bir siyaset içeriyor. Kıbrıs konusunda AB’nin verdiği sözleri tutmaması, buna ilave olarak Kıbrıs Rum kesimini üye kabul etmesi ve Türkiye’nin üyelik koşulu olarak Kıbrıs’ın araya sıkıştırılmasının Türk halkı tarafından nasıl algılandığını açıklamaya bile gerek yok. Buna AB üyeliğini net bir biçimde isteyen Türkiye’deki Kürtlerin siyasi yapılarını eklediğiniz zaman Türk Milliyetçiliği’nin sokakta neden yükseldiğini anlamanız kolaylaşır. Tabi iş bununla da bitmiyor, AB üyelik sürecinde, Ekümenlik, Ruhban okulu gibi direkt Hristiyan merkezli taleplerin de bu yükselişe katkısını unutmamak lazım. İşte burada devreye içinde hep Milliyetçi bir tavır barındıran İslamcılar giriyor. Ve bu arada çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Bütün bu AB üyelik sürecinin taleplerini, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın rövanşı gibi algılayan yükselen Türk milliyetçiliği ile İslamcılık akımının, siyaseten tam karşısında yer alması gereken bir siyasi grup Ulusalcılar bir anda bu gruplarla muhalefetin içeriği anlamında buluşuyorlar. Ve böylece AB üyeliği muhalefeti en sağdan en sola kadar geniş bir siyasi yelpaze halini alıyor.
Türkiye’deki Siyasal İslam, Milli Görüş’ün son partisi Saadet Partisi İstanbul’da İsrail’in Filistin’e yaptığı saldırıları protesto için miting düzenledi. Kendi yayın organları Milli Gazete’ye göre yüz binler, diğer gazetelere göre ise 50 bin civarında kalabalık vardı. Miting haberi bazı gazeteler tarafından görülmezken, Milliyetçi çizgideki gazetelerle birlikte AK Parti’ye en yakın yayın organı Yeni Şafak tarafından manşetten verilmesi dikkatlerden kaçmadı. Yani AK Parti iktidarı ve onun çevresi de artık görüyor ki AB üyeliği karşıtlığında gelişen muhalefet her geçen gün büyüyor. Ve yarın seçim yapılacağı zaman oy istenecek kitle de bu gelişen muhalefetin içinde yer alacak.
Türkiye’de yükselen Türk Milliyetçiliği ve İslamcılık, İsrail’in Filistinlere yönelik saldırıları nedeniyle taraftar bulmakta da güçlük çekmeyecek. Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da yaşananlar ilgisi olmasa da, hep AB muhalefetine malzeme olacak.