RUHAT MENGİ
Aslan yürekli analar bunlar!
Tokat’ta, maalesef ülkenin göbeğinde de askerlerimiz azılı terör örgütünün hain pususuna kurban gittiler. Şehit olan 7 askerden (iki bebeği var) uzman çavuş Harun Arslanbay’ın babası “Bana bir değil, iki tane terörist verin, ikisini de ellerimle öldüreceğim” derken anne fotoğrafını çeken gazetecilere “Beni bu halde göstermeyin, onlar sevinmesin” demiş.
Adıyamanlı er Onur Bozdemir’in babası ise ardından ağıtlar yakılan oğlu için “Üç tane daha oğlum var, onlar da vatana feda olsun” demiş.
Kaç ana, kaç baba bu cümleleri tereddütsüz söyledi evlatlarının ardından... En az çocukları kadar yürekli ve vatanını seven insanlar bunlar. Ve öte yanda hâlâ bu acımasız, kalleş saldırıları yapan terör örgütünü korumaya, “gerilla” filân demeye kalkan, yaptıkları katliamlara ve bunları destekleyen siyasi partiye arka çıkmaya çalışan gazeteleri, gazetecileri var bu ülkenin...
İnsan düşününce utanıyor... Peki okuyanlar utanıyor da kendilerinin yüzü kızarıyor, vicdanları birazcık olsun azap çekiyor mu? Hâlâ lâfı nereden dolandırayım da böyle durumlarda bile çaktırmadan destek vereyim diye çırpındıklarına göre cevap “hayır”...
Terör örgütü de, onun siyasi uzantısı olduğunu bir süredir artık açıkça, tüm söylemleriyle gösteren DTP de “açılım”ın, daha doğrusu “kendi istedikleri şartları sağlamayan” bir açılımın umurlarında bile olmadığını söylüyorlar. Ortada muhatap olarak “DTP-PKK” ikilisinden başka kimsenin olmadığı, Meclis’teki muhalefet partilerinin haklı tepkilerini bile kavgayla, hakaretle karşılayan hükümet ise hatasını itiraf etmek yerine “açılım sürecek” diyor.
Bu açılım terörü bitirmek için, “analar ağlamasın” diye başlatılmamış mıydı? Analar ağlamaya devam edecekse, terör ülkenin göbeğinde bile artarak sürecekse ne açılımı olacak bu?
Baştan işi bu noktaya getirip Öcalan’ı bile açılım konusu yapacaklarına “Güneydoğu’nun ihtiyaçlarını gidereceğiz, öncelikle herkese aş ve iş sağlanacak” deselerdi, terör gölgesinde; bir yandan muhataplarının “istediklerimiz sağlanmazsa şehirler savaş alanına döner” tehditlerini dinleyerek açılım yapmaktan daha iyi olmaz mıydı?
İktidarın en büyük hatası eleştirileri düşmanlık gibi algılayıp kulak asmamasıdır. Her konuda böyle oldu ve aynen devam ediliyor.
Başbakan Erdoğan ile Obama’nın konuşmalarında Türkiye’de halen en yoğun şekilde sürdürülen terör saldırılarına rastlayamadım ben... Sanki açılım başarılı olmuş gibi “Obama destekliyor” denmiş.
Artık kendisine nasıl anlatıldıysa o da destekliyor tabii. ABD için önemli olan kendileri Kuzey Irak’tan ayrılırken problemleri Türkiye’nin üstüne yıkmak...
Hükümet en kısa zamanda terörle mücadelede doğruyu bulmak zorunda... Hiç değilse aslan yürekli şehit analarına, babalarına bakarak acilen etkili çözümler üretmeleri gerekiyor.
Obama’nın sırt sıvazlamasıyla yürümüyor bu işler!
***
Basın özgürlüğü o kadar ileri ki!
Belli ki Amerika’da basın özgürlüğünün yok edilmesiyle ilgili sorular sorulmuş Başbakan Erdoğan’a... Eksik sorular aslında; demokrasilerin “bağımsız olması gereken tüm kurumlarının” yargıdan medyaya, üniversitelerden sivil toplum kuruluşlarına kadar siyasi baskı altında olduğu, tepkilerin ayyuka çıktığı sorulmalıydı... Yapamamışlar.
Belki de “misafirdir, fazla sıkıştırmak ayıp olur” diye düşünmüşlerdir. Haklılar da, bu kadarı bile fena halde kızdırmış Erdoğan’ı.
“Ülkemde basın özgürlüğü o kadar ileri ki cumhurbaşkanı, başbakan, bizi ailelerimizi yerden yere vurmaya, hakaret etmeye kadar hürriyetleri var. Herhalde birileri buraya gelip, lobiler yapıp bizi şikayet ediyor. Bu konu Maliye Bakanlığı’nın bir vergi noktasındaki sıkıntıyla alakalı. Benim müdahale etme hakkım yok” demiş.
Gerçekleri anlayabilmeleri için Amerikalıların Türkiye’ye gelip araştırma yapmaları; yargıdan medyaya ve diğerlerine kadar kurumlara yapılan (örneğin direkt Adalet Bakanlığı eliyle yapılan) baskıları, ele geçirme operasyonlarını izlemeleri lâzım.
Başsavcılara, gazetecilere yapılanları görmeleri lâzım. Bir RTÜK Başkanı’nın söylediklerine örneğin bakmaları, televizyonların denetçisi durumunda olan birinin “kendisini eleştiren bir programa” bile tahammül edemeyişini ve diline dolayışını, açıkça “bu gazeteleri almayın” çağrılarını, hoşlarına gitmeyecek yazı yazan gazetecilerin (kendi gazetelerinde çalışıyor olsa bile) yazılarını nasıl kestirdiklerini, “vergi meselesi” dedikleri medya grubuna “gazete ve TV’lerini yandaş gruplara satmaları için” yapılan baskıyı görmeleri lazım. Başbakan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı’nın ve herkesin eğer bir hakaret varsa hemen dava açtıklarını, benzer eleştirilerin ise her hükümet döneminde yapıldığını kendilerinin izlemesi, öğrenmesi lazım.
Ülkede basın özgürlüğü o kadar ileri ki iktidarı pohpohlamayan medya kalmadı. “Boşverin ciddi konuları, millet sıkıldı artık” diyenlerle aynı fikirde değilim ben, tam da bu noktada “açılım”a da, kuvvet komutanlarının dinlenip serbest bırakıldığı darbe iddiaları ve Ergenekon konusuna da, ekonomi ve işsizlik konusuna da en çok dikkat edilmesi gereken dönemdeyiz.
Kaç aile, kaç insan mağduriyet çekti yapılan hatalardan veya bilerek atılan adımlardan dolayı, bu hataların açıklanmasını beklemek her toplumun hakkıdır, Türkiye’nin de!