CAN ATAKLI
Kimse ‘taşeron’ bahanesi arkasına sığınmasın
Sevgili okurlar; bu haftaya yine içimiz kan ağlayarak başlıyoruz. “Bağıra bağıra” geldiğini söyleyen PKK terörü bu kez topluca can almayı başardı. Şehitlerimizi toprağa olduğu gibi kalbimize de gömerken konunun ilgililerinin artık sinir sınırlarımızı zorlayan açıklamalarıyla bir kez daha kahrolduk. İlgililer yine “Terör aktığı kanda boğulacak” edebiyatının arkasına saklanmaya ve bir de üstelik “taşeron” aramaya başladılar.
Kimdir bu taşeron
Talimat hükümetten gelince yandaş ve maskeli medya aynı başlıklarla çıkmıştı. PKK terörü aslında “taşeronların” işiydi. Peki kimdir bu “taşeron” onu söyleyen yok. Çünkü “taşeron” tanımı yapılan alçaklığa bir açıklık getirmek için değil, tamamen iç politikada “oy kaygısı” ile yapılıyor. İktidar büyük başarısızlıktan bu yolla kurtulmaya ve üste çıkmaya çalışıyor.
Yeni taktik: İsrail komplosu
İsrail’e kafa tutar görünmenin toplumun özellikle çıkarcı ve eğitimsiz kesimlerinde çok ilgi gördüğü fark eden iktidar şimdi bunu oya tahvil etme ve Kürt açılımı adlı garabetin yarattığı hasardan kurtulma yolu olarak görüyor. “Taşeron” deniliyor ama kastedilenin İsrail olduğunu anlıyorsunuz. Buna bir de “Ergenekon” bağlantısı ekleniyor ve yeni propaganda ortaya çıkıyor.
‘Türkiye saldırı altında’
Yeni beyin yıkama operasyonunda verilen mesaj şu: “İsrail, Tayyip Erdoğan’ı düşürmek için harekete geçti. MOSSAD, Erdoğan’a yönelik komplo hazırlığında. Bu durumda tüm Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’a destek vermesi gerek. TC Başbakanı bir yabancı ülkenin önüne atılamaz.” Ne tuhaftır buna ciddi ciddi inanan ve savunanlar var bu ülkede.
Akıl almaz gelişmeler
Gelelim işin aslına. Geçen hafta büyük ilgi gören “isyanım” bugün neredeyse herkesin isyanı haline dönüştü. Kimsenin aklı çok güçlü olduğu varsayılan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nasıl bu kadar beceriksiz olabileceğini almıyor. Bugünkü teknoloji ile sınırdan geçebilen ve baskın yapan 200’ün üzerinde kişinin saptanamaması gerçek akıl almaz bir olay.
Zafiyetin sorgulanması
Hiç gocunmayalım, son olaylarda askerin büyük zafiyeti olduğu ortaya çıkmıştır. Elindeki teknoloji yetersiz olabilir. ABD bilgi vermediği için Silahlı Kuvvetler gafil avlanmış olabilir. İsrail yardım etmediği için askerimiz ne yapacağını şaşırmış olabilir. Ama sarp yollardan gelen teröristlerin aynen geri dönmesini anlatacak kimse olamaz herhalde.
Bırakın Allah aşkına
Bu nasıl askerdir ki, elinde uçaklar, helikopterler, zırhlı araçlar ve sayısız personel bulunmasına rağmen 250 kişi ile 9 saat çatışır da başarılı olamaz. Bu nasıl kurmaylıktır, bu nasıl çatışma taktiğidir, bu nasıl cesarettir? Ve nasıl olur da bunca başarısızlığa rağmen bir subay bile çıkıp “Sorumluluğu yerine getiremedim. Pek çok gencimizin ölümüne neden oldum, hesabını vermeye hazırım” demez de halka hâlâ kahramanlık öyküleri anlatılır?
Suçu askere yüklemek
Tabii bu işin bir tarafı. Ancak sorun bu kadar basit değil. Suçu sadece askere yüklemek de işin kolaycılığıdır ki bunu yapmaya da hiçbirimizin hakkı yok. Ayrıca kamuoyunun bu kargaşa içinde pek de bilmediği bir gerçek var. Aslında bunun da mutlaka altının çizilmesi gerek. Çünkü biz kısaca “ordu” diyoruz ama terörle mücadelede ordu görev almıyor, bunu bilmeliyiz.
Mücadele jandarma ile
Şu anda Güneydoğu’daki terörle mücadele askerin tümüyle yapılmıyor. Jandarma dışındaki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyonlarda kullanılan jetler hariç, hiçbir birimi terörle mücadelede yer almıyor. Bölgedeki tüm askeri birlikler, ne olursa olsun kışlalarında oturuyor ve dışarı çıkmıyor. Çünkü yasal olarak bunu yapmaları mümkün değil.
Jandarma yetmiyor
Jandarma ise savaşan birlikleri dışında polisin olmadığı yerde polislik görevini yapan, askerlerinin çoğu tutanak tutmak, rapor yazmakla geçen ve Genelkurmay’a sorumlu ama İçişleri’ne bağlı bir silahlı güç. Saldırıya uğrayan da, teröristle çatışan da, şehit olan da jandarma. Ama yaygın inanış bölgede sanki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mücadele ettiği yönünde.
Askerin eli kolu bağlı
Bu açıdan bakınca askerin terörle mücadele konusunda elinin kolunun bağlı olduğunu söyleyebilirim. Bu durum askerin eleştirilmesine elbette engel değildir ama gerçeği de bilmek zorundayız. Burada garip olan Genelkurmay Başkanlığı’nın tüm eleştirileri adeta keyifle göğüslemesi, içinde bulunduğu durumu kamuoyuna anlatmaması ve olağanüstü hal istememesidir.
Bilerek ihmal de var mı?
Asla inanmak istemediğim ama artık çok yaygınlaşan bir dedikoduya göre ise Silahlı Kuvvetler’in bazı ihmalleri bilerek yaptığı ileri sürülüyor. Bir şehit babasının “Oğlum telefonda teröristleri kıstırdıklarını ama ateş açılmasına izin verilmediğini söyledi” sözleri kulaklarda çınlıyor hâlâ ama henüz kimse yalanlamadı. Şehirlerarası yollardaki bazı arama noktalarının da bakanlık emriyle kaldırıldığı söyleniyor.
Kürt açılımı korkusu
Dedikodulara göre asker Kürt açılımına zarar vermemek için teröristlerin üzerine gitmiyor. Ölecek her teröristin siyasi olarak sorun yaratacağına ve iktidarın da “Ergenekon bahanesiyle” askerin daha da üzerine gideceği moralsizliğinin özellikle terörle mücadele hattındaki subay ve astsubayların üzerinde etkili olduğu söyleniyor.
Hapse mi gireyim?
Bazı subay aileleriyle konuşuyorum. Güneydoğu’da görevli bir subayın eşi “Kocam kan ağlıyor. Ama PKK terörünü dize getiren arkadaşları darbe yapmakla suçlanıp terörist damgası yediği için içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Bana ’Teröriste haddini bildirelim de terörist suçlamasıyla hapse mi girelim?’ diye soruyor. Haklı değil mi?” dedi.
Moralsizlik bitmeli
Elbette hiçbir gerekçe terörle mücadelede çekingen kalmayı haklı gösteremez. Subaylarımızın, astsubaylarımızın moralsizliğini anlamak istiyorum, buna karşı iktidara ve iktidarın yolunda Türkiye sevgisizliklerini adeta kusanlara karşı en iyi cevabın da sonucu ne olursa olsun bu alçak saldırıları durdurmaktan geçtiğine inanıyorum. Askerimiz bu moral bozukluğunu mutlaka üzerinden atmalıdır.
Cenaze subayları
Bu arada ordunun üst düzeyine de tekrar değinmeden geçemeyeceğim. Dün Van’da üst düzey komutanların düzenlediği “olağanüstü” bir veda töreni vardı. Maşallah tören oldu mu çok iyi beceren “cenaze subayları” dün yine şık tatbikat üniformalarıyla göz doldurdular. Hele Başbakan’ın “muhteşem” gelişi subayların ‘hazır ol’da kendisini selamlamaları, TV başındaki milyonlara “Cenaze töreni mi milli bayram mı?” sorusunu sordurttu.
O ne tantana öyle
Fonda biri Genelkurmay Başkanı’na, biri komutanlara, biri Başbakan’a, biri bakanlara ait her biri en az 30’ar milyon dolarlık uçaklar. Oysa birinin kanadı ile bile 11 şehidimize saldıran hainlerin gelişlerini saptayacak termal kameralardan alınabilirdi. Başbakan sanki askeri bir birliğe değil de düşman hatlarına geçiyormuş gibi onlarca koruması ile arzı endam ediyor. O ne korkunç tantana görüntüsüydü.
Namazda gözlerim aradı
Daha sonra da hemen toprağa verilen şehitlerimizin cenaze törenlerini gördük. Açıkçası benim gözüm Genelkurmay Başkanı’nın yanında saf tutan Hilmi Özkök’ten sonra Yaşar Büyükanıt’ı da aradı. Gelmiş geçmiş en demokrat(!) genelkurmay başkanlarının namazda birlikte yan yana olmaları halka da büyük moral(!) verecekti.
Ve nerede o Gazzeciler?
Van’daki tantanalı töreni izlerken aklıma ister istemez daha İsrail saldırısı bile olmadan sokaklara saçılan sözde “insani yardım” meraklısı kitleler geldi. 11 şehidimizin herhalde onlar için hiçbir anlamı yok ki bu kez de Türk bayraklarını alarak sokaklara akmadılar. Çükü onlar şimdi “İsrail’in komplo kurduğu Başbakan’ı korumakla” görevlendirildiler.
Hepinize iyi haftalar dilemek istiyorum yine ama, açıkçası “iyi” sözünü yazmak için parmaklarım bilgisayar tuşlarına bir türlü gidemiyor.