Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na verdiği cevaplar hakkında ayrıntılar netleşmeye başladı. Edinilen bilgiye göre Başbakan Erdoğan, komisyona başarılı, cesur ve samimi çalışmaları nedeniyle teşekkür ederek başladığı cevabi yazısında, komisyonun, milletin onlarca yıllık beklentisinin somut bir karşılığı olduğunu ifade etti. AK Parti’nin özverili çabaları neticesinde Türkiye’nin demokrasiye müdahale girişimleriyle yüzleştiğini ifade eden Erdoğan, “Demokrasiye müdahale girişiminde bulunanların yargı önünde hesap verebilmeleri için gerekli adımlar atılarak darbelerle siyasi ve hukuki hesaplaşma zemini hazırlanmaktadır” ifadelerini kullandı. Komisyon çalışmalarını demokrasiye yeni müdahale girişimlerinin önünü kesecek, darbeci ve vesayetçi zihniyetin etkisizleşmesine katkıda bulanacak çalışmalar olduğunu kaydeden Erdoğan, “AK Parti iktidarının, milletimizin gücü ve desteğiyle 10 yıldır verdiği bu mücadelede, demokrasiye inanan tüm toplum kesimlerinin yaptıkları çok değerli katkılar gibi, bu komisyonun yapacağı faaliyetler de Türk demokrasi tarihine altın harflerle not edilecektir. Demokratikleşme mücadelesinin bir parçası olarak gördüğümüz komisyon çalışmaları, ülkemizin ve aziz milletimizin refah, huzur ve istikrar içinde geleceğe ilerleyişine çok önemli katkılar sağlayacaktır” dedi.
“DEMOKRASİ VE MİLLET DÜŞMANLIĞI”
Erdoğan, yakın tarihteki demokrasiye müdahale girişimlerine şahit olmuş, bazı müdahale girişimlerinde bizzat hedef seçilmiş ve mağduriyet yaşamış bir siyasetçi olduğunu söyleyerek, demokratikleşme sürecinin, öncelikle darbeci ve vesayetçi anlayışla mücadeleden geçtiğine inandığını belirtti.
“Darbeciler, yaptıkları yasal ve anayasal düzenlemelerle siyaseti ve toplumu dizayn etmeye soyunmuşlar, ülkenin geleceğini ipotek altına alacak bir vesayet düzeni tesis etmeye çalışmışlardır” diyen Erdoğan, vesayetçi anlayışın sürekli olarak ülkeye kayıplar yaşatmaya devam ettiğini, demokratik kurumlara tasallutta bulunan her girişim, her müdahale ve her tavrın aynı derecede demokrasi ve millet düşmanlığı olduğunu belirtti. Cevabi yazısında, “Siyasetin, yargının, medyanın, sivil toplumun, tüm kurum ve kuralların demokratikleşmesinin, milletin iradesine dayanmasının, ileri demokrasiye ulaşmak için mutlak şart” olduğuna vurgu yapan Erdoğan, Komisyon üyeleri tarafından kendisine yöneltilen sorulara sözlü cevap vermeyi çok arzu ettiğini, yoğun programı nedeniyle cevaplarını yazılı olarak ilettiğini ifade etti. Yakın tarihte demokrasiye yönelik müdahale ve müdahale girişimlerine ilişkin gözlem ve değerlendirmeleri ile sorulara cevapları ve çalışmalara ışık tutacak bazı belgeleri Komisyona gönderen Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı ve ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplantıya çağırırken, temel ilkeyi koyarak, Meclis’in, “bütün sivil ve askeri makamların ve bütün milletin başvuracağı en yüce merci” olduğunu ifade ettiğini hatırlattı.
Kurtuluş savaşını sevk ve idare eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilen önemin, milletin ortak aklını, hissiyatını ve iradesini yansıtmış olmasından kaynaklandığını belirten Erdoğan, “Ülkede sorunlar baş gösterdiğinde, ‘milletin kendi kendini idare etmekten aciz’ kaldığı iddiasıyla TBMM’yi işlevsiz hale getirmek, devre dışı bırakmak, hiç kuşkusuz, Cumhuriyetimizin kuruluşundaki en temel ilkeye, yani ‘milletin azim ve kararlılığının her soruna çare üreteceği’ anlayışına, Cumhuriyetimizin ruhuna, özüne, aynı şekilde Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mirasına çok açık şekilde ihanet etmektir” değerlendirmesinde bulundu.
“YA HASTALIKLI BİR ZİHNİN TEZAHÜRÜ YA DA …”
Erdoğan, demokrasiye kasteden müdahalelerin, hem hukuk düzenine inanmamak manasına geldiğini hem de milli iradeye, millete güvenmemek gibi bir anlayışa dayandığını ifade eden Erdoğan, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
“Ülkesine, kendi siyasi-idari-hukuki sistemine güvenmeyen, kendi halkına inanmayan bir anlayış ya hastalıklı bir zihniyetin tezahürü olabilir ya da belli kişi ve grupların menfaatini esas alan keyfi, despot ve kural tanımaz bir zihniyete dayanır. Darbe şartlarını oluşturmak için her türlü kirli oyuna başvuran, demokratik rejimi yıkarak milletin iradesini ayaklar altına alan, müdahale süreçlerinde her türlü zulüm ve haksızlığı kendi halkına reva gören bir anlayış, bir ruh hali, bir siyasi zihniyet sadece hukuken ve siyaseten değil, ahlaki ve ruhsal açıdan da irdelenmek durumundadır. Ülkesine büyük kayıplar yaşatan bu zihniyetin, milletin meclisini sorun çözemeyecek bir acziyet içinde göstermesi veya halkı, Meclisi ve demokrasiyi sorunun kaynağı olarak görmesi kabul edilemez bir durumdur. Meclis, sorun olduğunda dağıtılacak bir merci değil, istiklal mücadelemizde ve cumhuriyetimizin kuruluşunda olduğu gibi, milletimizin en sıkıntılı anında derhal toplanıp soruna çözüm üretecek yegane merciidir. Bizim cumhuriyetimiz, kurumların vesayetçi müdahalelerde bulunduğu bürokratik bir cumhuriyet değil; halkın, halkoylamaları ve seçim yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla iradesini tecelli ettirdiği demokratik bir cumhuriyet olmak durumundadır.”
“DARBELER KONSORSİYUM ŞEKLİNDE YAPILDI”
Halktan ciddi bir teveccüh görmeyen bazı çevrelerin millet iradesini gasp etmek için her yola başvurduğunu ifade eden Erdoğan, bu çevrelerin kendi çıkarlarını devletin çıkarları olarak tanımladığını ve millet iktidarını daima kendi menfaatlerine tehdit olarak gördüğünü belirterek, 1960 müdahalesiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Türkiye’de yaşanan darbe süreçleri hakkında düşüncelerini paylaşan Erdoğan, şunları belirtti:
“Bu noktada şu hususun altının özellikle çizilmesi gerekiyor. Statüko, yıllar içinde kendi elit tabakasını, seçkinlerini, kendi taraftarlarını, yandaşlarını oluşturmuştur. Zaman içinde millet iradesi karşısında, statükoya sırtını dayamış siyaset anlayışı, statükodan güç alan ekonomik aktörler, sivil görünümlü örgütler ve aynı şekilde bir medya oluşmuştur. Darbecilik, müdahalecilik ve vesayetçilik, ideolojik veya siyasi maskeler altında varlığını sürdürmüş; kimi zaman milliyetçi duyguları, kimi zaman laiklik gibi kavramları, kimi zaman dini/mezhebi anlayışları istismar ederek kendisini var etmeye çalışmıştır. Millet iradesinin güç kazandığı, millet iradesinin ülke için bir çıkış ve atılım hamlesi içine girdiği her dönemde, statüko, tüm unsurlarını, tüm taraftarlarını kullanarak, millet iradesini boğmanın, statükoyu yeniden güçlendirmenin ve egemen kılmanın mücadelesi içinde olmuştur. Kendi imtiyazlarını kaybetme korkusu içinde olan statüko taraftarları, milletin menfaatlerine her zaman kapıyı kapatmış, millete giden yolu çeşitli engellerle örmüştür. Türkiye’de sivil demokratik siyasete ve milli iradeye yönelik karanlık girişimler araştırılırken, millet iradesinin gasp edilmesi süreçlerinde ittifak yapan siyasetçilerin, bürokrasinin, ekonomi çevrelerinin, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin rolü mutlaka genişlemesine incelenmelidir. Darbeler, statükocu zihniyeti korumak veya milletin seçtiği iktidarı devirmek isteyen farklı kesimlerin işbirliği ve konsorsiyumu şeklinde gerçekleşmiştir. Darbelerin içinde veya arkasında yer alan, alkış ve çanak tutan, darbelerden medet uman anlayışlar bu darbe sorununun daha derinlere inen boyutları olduğunu göstermektedir”
“BU ZİHNİYET DARBELERDEN KURTULMAYI DA ENGELLİYOR”
1960 müdahalesinde ve sonrasındaki girişimlerde bazı siyasi partilerin, “statüko partileri” olarak, kendi imtiyazlı durumlarını muhafaza etmek için müdahaleler karşısında demokratik bir tutum sergilemediğini kaydeden Erdoğan, “Ne yazık ki, bazı siyasi partiler, müdahaleler karşısında millet iradesinin kutsiyetini, Meclis’in yegane çözüm yeri olmasını savunmak yerine, müdahalecilere alkış tutmayı, onlara yol açmayı, onlara zemin hazırlamayı, onların sırtını sıvazlamayı ve yüreklendirmeyi tercih etmişlerdir. Anti-demokratik müdahaleleri mazur göstermeye, meşru ve haklı görmeye alışan bu zihniyetin varlığı, Türkiye’nin darbe sorunundan kalıcı olarak kurtulmasını engelleyen bir faktördür. Gücünü milletten değil, vesayetçi kurumlardan alan siyasi partiler, dün olduğu gibi bugün de millet iradesini küçümsemeye, bürokratik Cumhuriyeti savunmaya devam etmektedir. AK Parti gibi büyük temsil kabiliyetine sahip iktidar partisinin kapatılma davasını ‘Ankara’da savcılar varmış’ sözüyle olumlu karşılayan zihniyetin, milletin iradesini yansıtan Meclis’e de, demokrasinin olmazsa olmazı partilere de, o partilere oy veren halk kitlesine de saygı göstermesi mümkün değildir” değerlendirmesinde bulundu.
Müdahale dönemlerinde veya vesayetçi anlayışın hortlatıldığı dönemlerde millet desteğine sahip siyasi partilerin kapatılmasının ya da kapatılmaya kalkılmasının “kesinlikle kabul edilemez bir durum” olduğunu vurgulayan Erdoğan, darbelerin ekonomik boyutunun da son derece önemli olduğuna işaret etti. “Müdahale dönemleri, Türkiye’nin çok ağır faturalar, çok ağır bedeller ödediği dönemler olmuştur” diyen Erdoğan, darbe süreçlerinde medyanın rolü ile ilgili olarak da şunları belirtti:
“Müdahaleler sürecinde medyanın rolü elbette inkar edilemez. Demokrasinin 4’üncü kuvveti olması beklenen medya, ne yazık ki ülkemizde müdahale zeminlerinin hazırlanmasında önemli roller üstlenmiştir. 1960 müdahalesi öncesinde olduğu gibi, diğer müdahaleler öncesinde de medya, kışkırtıcı, kaosa sürükleyici, tedirgin edici kampanyaların içinde yer almıştır. Basın özgürlüğü, basın ahlakı, demokrasi, tarafsızlık ilkeleriyle asla bağdaşmayacak şekilde, medya kişileri ve kurumları hedef almış, sivil siyasetin alanının daraltılmasında etkin sorumluluk üstlenmiştir. Müdahale süreçlerinde medyanın bazı kurumların etkisi altına girdiği, yönlendirildiği ve tehdit yoluyla belli istikametlere zorlandığı bugün artık somut örneklerle açığa çıkmıştır. Medya sadece siyasi iktidarlara değil, kendi içindeki demokrasi savunucularına karşı da “andıçlar” üzerinden saldırılar gerçekleştirmiş, vesayetçi kurumların tetikçiliğini yaparak medya ve siyaset mühendisliğine soyunmuştur.”
Erdoğan, Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonuna verdiği yazılı cevapta, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'la yaptığı ve kamuoyunda "Dolmabahçe Görüşmesi" olarak bilinen görüşmeyle ilgili olarak, "Görüşme konusundaki spekülasyonlar abartılı, haksız ve gerçek dışı. Bu görüşme de haftalık olağan ve sıradan bir görüşmedir" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan yazılı cevapta, müdahale süreçlerinde sivil toplum örgütlerinin rolünün de aynı şekilde incelenmeye, araştırılmaya muhtaç olduğunu bildirdi. “Demokratik ortamın en önemli mekanizmalarından olması gereken, bizzat demokrasiyle varolabilen, demokrasiyi güçlendirmek gibi bir işlevi bulunan sivil toplum örgütleri, bazı müdahale zamanlarında, milli iradeden ve hukuktan yana olmak yerine, statükodan ve vesayetçi anlayıştan tarafa olmayı tercih etmiş, müdahale süreçlerine zemin hazırlanmasına, süreçlerin hızlanmasına, müdahalelerin meşrulaştırılma çabalarına destek vermiştir” ifadelerini kullanan Erdoğan, Türkiye’de müdahaleler araştırılırken, yeni müdahalelerin olmaması için tedbirler alınırken, siyasetçinin, bürokrasinin, ekonomik çevrelerin, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin geçmişte bu durumlarda takındıkları tavrın da mutlaka incelenmesi gerektiğini vurguladı.
“SİYASET MÜHENDİSLİĞİ YAPILDI”
Kendilerinin “müdahalelerle mağdur ve ma’lul bir nesil” olduğunu belirten Erdoğan, siyasete girdiği günden bugüne yaşana darbe dönemlerinde sergilediği tutumu örneklerle anlattı. “12 Eylül öncesini bizzat yaşamış biri olarak, müdahale öncesi manzaranın tamamen yapay tartışma ve çatışmalardan ibaret olduğunu hatırlatmak durumundayım” diyen Erdoğan, açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Çatışma, kamplaşma süreci, adeta bir müdahalenin gerekçesi, bir müdahalenin bahanesi, zemini olarak tasarlanmıştır. Gençlerin birbirine yönelik hasmane tutumlarına ek olarak, Meclis’in çözüm üretme iradesi dışarıdan müdahalelerle yok edilmek istenmiştir. 12 Eylül müdahalesi öncesinde de, ekonomik çevrelerin, medyanın ve sivil örgütlerin kışkırtmaları süreçte önemli rol oynamıştır. Askeri müdahale ile çatışmalar sona ererken, gençlik üzerinde, tüm millet üzerinde ağır baskılar, işkenceler, sindirmeler, hatta idamlar uygulanmıştır. Müdahale sonrasında statüko kendisini tazelemiş, daha fazla güçlendirmiş, kurumların alanını olabildiğince genişletirken, sivil siyasetin alanını daraltmıştır. 12 Eylül müdahalesinin etkilerinin zayıflaması yıllar almıştır. 12 Eylül’ün gençler üzerinde açtığı derin yaralar iyileşmezken, millet iradesinde açtığı yaralar da daha uzun süreler kanamaya devam etmiştir. Sivil siyaseti ve hükümetlerin yetkilerini daraltan 12 Eylül süreci, belli bir noktadan sonra demokrasi ile statüko arasında yeni bir gerilimin doğmasına yol açmıştır. Bu gerilim, 28 Şubat 1997’de, yeni fakat ‘postmodern’ bir darbe ile gün yüzüne çıkmıştır. Demokrasinin yavaş da olsa ilerleme kaydettiği, milli iradenin tekrar güç kazandığı, milletin tercihlerinin, talep ve beklentilerinin çok daha güçlü şekilde seslendirilmeye başlandığı bir dönemde, 28 Şubat’la statüko ve statükoya sırtını dayayan egemen güçler, bir kez daha kendilerini tazeleme, yeniden güç kazanma girişiminde bulunmuşlardır. Milletin oylarıyla iktidara gelen siyasi partilere yönelik tahammülsüzlük, milletin iradesini hiçe sayan fiili dayatmaya dönüşmüş, siyaset mühendisliğiyle yeni bir düzen oluşturulmaya çalışılmıştır.”
“28 ŞUBAT BELEDİYE BAŞKANLARINI HEDEF ALDI”
12 Eylül sonrası süreçte siyaset alanının daraltıldığını belirten Erdoğan, 28 Şubat’a ilerleyen sürecin ilk sinyallerinin 1994 yerel seçimleriyle alınmaya başlandığını savundu. “İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin büyükşehirlerinde, birçok ilinde, ilçesinde, demokrasinin, milli iradenin, milletin arzu ve taleplerinin sandığa yansıması, belli ki statükoyu ve statükoya sırtını dayamış çevreleri rahatsız etti” diyen Erdoğan, Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini sürdürürken, görevini yapmayı engellemeye, yavaşlatmaya yönelik çok sayıda müdahale ile karşı karşıya kaldığını ileri sürdü. Sadece askeri ve sivil bürokrasinin, demokrasi dışı güçlerin değil, bizzat siyasetin, bizzat Hükümetlerin de engellemelerine maruz kaldığını belirten Erdoğan, “Yasalar zorlanarak, sınırlar daraltılarak, medya aracılığıyla yürütülen karalama kampanyaları, iddia ve ithamlar altında, İstanbul’a hizmet etmemizin önüne geçilmek istendi. 28 Şubat müdahalesi, Ankara’da, milletin hür iradesiyle seçilmiş Hükümet yanında, şahsım başta olmak üzere Belediye Başkanlarını da hedef aldı” dedi.
Kendisinin jet hızıyla yapılan bir yargılamayla suçlu bulunduğunu ifade eden Erdoğan, “tamamen ideolojik ve siyasi mülahazalarla hukuksuz şekilde gerçekleşen bir yargılama” olarak nitelediği süreçle ilgili olarak da, “Nitekim iddianamede yer alan ifadeler herhangi somut bir suç unsurunu ortaya koymaktan ziyade, ön kesmeye yönelik ve geleceğe dönük bir siyaset dizaynını yansıtıyordu” iddiasında bulundu. Erdoğan yargılanması süreciyle ilgili olarak şu değerlendirmeleri dile getirdi:
“Talim Terbiye Kurulu’nun tavsiye ettiği bir kitaptan okuduğum şiir dolayısıyla hapse mahkum edilmek bir yana, siyaset yasağıyla, siyaset yapmam da engellenmek istenmiştir. Siirt’te 06.12.1997 günü yaptığım konuşmam bahanesiyle mahkum edilmem için kurgulanan iddianamede ‘…Anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997 günlü toplantısında, demokratik ve laik rejimi tehdit eden irticai faaliyetlerin önlenmesi ve iç barışın yeniden tesisi amacı ile bir dizi kararlar almış ve uygulanması için mevcut hükümete tavsiye edilmiş olduğu halde, Refah Partisi iktidar ortağı olarak bu kararları, savsaklayıp uygulamaya geçirmediği gibi, kamuoyuna bu kararları milli iradeyi yansıtmadığı ve milli irade güçler tarafından zorla empoze edildiği görüşü ifade edilerek, örtülü olarak suçlanan Türk Silahlı Kuvvetleri de bu kamplaşma ve çatışma içerisine çekilmiştir…’ şeklinde dava konusuyla alakası olmayan itelemelerle suçlama gerekçesi oluşturulması, hakkımdaki haksız yargının göstergelerinden biridir.”
“MÜDAHALELER GÖLE MAYA ÇALMAK GİBİ”
Müdahale süreçleri hakkında “Bu tür müdahaleler göle maya çalmak gibi akıl dışıdır, güneşi üfleyerek söndürmeye çalışmak gibi mantık dışıdır” nitelemesi yapan Erdoğan, “Her zaman gücün karşısında eğilenler, bugün de güç karşısında dik duranları anlayamayacak, anlayamadıkları için de, kendilerinde olanı, yani güçle işbirliği yapma alışkanlığını, başkalarına yakıştıracaklardır” dedi.
Yazısında 27 Nisan e-muhtırası olarak bilinen 2007 tarihli TSK açıklamasına da değinen Erdoğan, bildiri karşısında net ve kararlı tavır gösterdiklerini kaydetti. Erdoğan değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
“27 Nisan bildirisi sonrasında yaşananlar, Türkiye’de samimi ve kararlı bir sivil irade bulunması halinde, demokrasiye yönelik tehlikelerin demokratik sistemin kendi dinamikleri ile bertaraf edilebileceğini göstermiştir.
Bildiri ve bildirideki haddi aşan ifadeler, hükümetimizin net ve güçlü tavrıyla anlamsız hale getirilmiş, sergilediğimiz demokratik duruş sayesinde muhtemel oyunlar boşa çıkarılmıştır.”
“YALPALAYANLAR TASFİYE OLDU”
2007 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin de “Türk demokrasi tarihine hem utanç, hem de ibret vesikası olarak kazındığını” ifade eden Erdoğan, “28 Nisan günü AK Parti hükümeti, 22 Temmuz gecesi ise Türk milleti bildiricilere ve vesayetten medet uman çevrelere en güzel cevabı vermiştir. Sonuçta AK Parti, Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayarak demokrasinin gücünü herkese göstermiştir. AK Parti’nin bütün mensupları, demokrasinin işte bu kritik sınavını alınlarının akıyla vermişlerdir. Bu süreçte yalpalayan, başka istikametlere yönelenler ise zaten ayrılıp gitmişler, kendi yollarında yürümüşlerdir. Milletimiz ise, bu yolun yanlış bir yol olduğunu, 22 Temmuz seçimlerinde hepsini de tasfiye ederek kendilerine göstermiştir.”
“DOLMABAHÇE GÖRÜŞMESİ HAKKINDA SPEKÜLASYONLAR ABARTILI”
Kamuoyunda “Dolmabahçe Görüşmesi” olarak adlandırılan, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la yaptıkları görüşme konusundaki spekülasyonların abartılı, haksız ve gerçekdışı olduğunu ifade eden Erdoğan, bu konuyla ilgili olarak şunları belirtti:
“Başbakan ile kendisine bağlı olan Genelkurmay Başkanının haftalık görüşmelere başlaması ve asker-sivil ilişkilerinin olması gerektiği şekle dönüşmesi, Türk siyaseti açısından olumlu bir gelişmedir. Bu görüşme de haftalık olağan ve sıradan bir görüşmedir. Bu görüşmenin muhtevasında speküle edilen hususlar veya devam eden davalarla ilgili konular bulunmamaktadır. Bildirinin danışıklı dövüş olduğu iddiaları, dönemi yaşayanlar için, gerçekten çok anlamsız, insafsız ve mesnetsiz boş laflardır. AK Parti’nin oyları, danışıklı dövüşlerle değil, demokrasi ve özgürlükler konusunda ortaya koyduğu samimi ve kararlı duruş sayesinde artmıştır. Biz milletimizin karşısına mağduriyetle değil, işte bu duruşumuzla çıktığımız için başarılı olduk. Hükümetin demokratik duruş sergilediği bu olay sırasında muhalefet partilerinin silik, etkisiz ve pasif bir tutum takınmaları, demokrasiye ve milli iradeye destek veren bir pozisyon alamamaları ise, 22 Temmuz seçimlerinde milletimiz tarafından en iyi şekilde takdir edilmiştir.”
“KURUMLARA GÜVENİ ZEDELER”
“Hiç kimse milletin Meclis’ine, milletin hükümetine, milletin anayasal ve yasal kurumlarına karşı illegal müdahalelerde, antidemokratik girişimlerde bulunamaz. Bu tür yaklaşımlar öncelikle kurumların kendilerine zarar verir” görüşünü dile getiren Erdoğan, bu tür müdahalelerin hem ülkenin itibarını sarstığını hem de milletin bu kurumlara olan güvenini zedelediğini ifade etti.
“YARGININ İŞLEYİŞİNİ KOLAYLAŞTIRACAK İMKANLARI SAĞLADIK”
Erdoğan son dönemde gündeme gelen Ergenekon ve Balyoz gibi darbe planı iddiasıyla ilgili davalara da isim vermeden şu sözlerle değindi:
“2003 sonrasında gündeme getirilen darbe planları ve hazırlıklarıyla ilgili somut bilgiler, belgeler, iddialar yargıya ulaştığında, savcılarımız ve hakimlerimiz üzerlerine düşeni cesaretle yapmışlar, iddianameleri hazırlayıp davaları görmeye başlamışlardır. Bizim hükümet olarak bu süreçte yaptığımız, yargının işleyişini kolaylaştıracak imkanları sağlamaktan ve adaletin tecelli etmesini sabırla izlemekten ibarettir.”
ÜSTÜ KAPALI FETHULLAH GÜLEN MESAJI
Erdoğan yazılı yanıtında, AK Parti’nin sadece “AK Parti’yi ve Gülen Cemaatini Bitirme Planı” şeklinde kamuoyunun gündemine gelen internet andıcı konusunda davaya müdahil olduğunu belirtti. Müdahale dönemlerinde sadece siyasi iktidarların değil, toplumun farklı kesimleri de hedefe konulduğunu, etkisizleştirilmeye çalışıldığını, bir tehdit ve tehlike olarak konumlandırıldığını ifade eden Erdoğan, bu durumun toplumsal kesimler arasında ayrımcılığa ve halkın çok haksız uygulamalara maruz kalmasına sebep olduğunu kaydetti. Özellikle, 28 Şubat sürecinde ekonomiden siyasete, sivil toplumdan iş dünyasına kadar birçok alanda toplum kesimlerinin mağdur edildiğini ifade eden Erdoğan, “Bu süreçte mağdur edilen kesimlerin müdahaleci anlayışın işbirlikçisi veya destekçisi gibi takdim edilmesi son derece insafsız ve gerçek dışı bir değerlendirme olacaktır. İmkanlarını ve zamanlarını ülkemizin sosyal sorunlarının giderilmesine hasreden, manevi çalışmalar yürüten grup, camia ve kanaat önderlerinin geniş halk kesimlerini koruma duygusuyla ve sorumluluk hissiyatıyla ortaya koydukları söylemler, kesinlikle postmodern darbe sürecinin bir parçası olarak yaftalanamaz. Nitekim bu kesimler gerek yaşadıkları haksızlıklarla, gerek uğradıkları takibat ve yargılamalarla, bu sürecin mağduru durumuna düşmüşlerdir” değerlendirmesinde bulundu.
DEMOKRATİK REFORMLARI SIRALADI
AK Parti hükümeti döneminde 12 Eylül müdahalesinin yargılanmasının önünün açıldığını ifade eden Erdoğan, yapılan Anayasa değişikliği sürecinde, statüko partilerinin güç birliği yaparak bu süreci engellemeye çalıştığını ileri sürdü. AK Parti hükümetinin, devam etmekte olan 12 Eylül davasına “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine izafeten Başbakanlık olarak” sanıklardan şikayetçi olacak şekilde “müdahil” olduğunu anımsatan Erdoğan, “Hükümet, aynı şekilde 28 Şubat Müdahalesinin tüm boyutlarıyla aydınlatılması ve sorumluların hesap vermesi için, yürütme ve yasama yargıya her türlü desteği vermiştir” dedi. Erdoğan, 10 yıllık hükümetleri boyunca, yapılan demokratik reformları şöyle sıraladı:
“Olağanüstü Hal, Hükümetlerimiz döneminde kaldırılmıştır. Milli Güvenlik Kurulu ve MGK Genel Sekreterliği’nin yapısı değiştirilmiştir. MGK Kararlarının tavsiye niteliğinde olacağı kanunla hükme bağlanmıştır. MGK Genel Sekreteri’nin TSK mensupları dışından atanabilmesinin, kararların uygulanmasına ilişkin yetkilerinin kaldırılmasının önü açılmıştır. MGK Kanununun uygulanmasına ilişkin “gizli” yönetmelik öngören hüküm ve tüm kamu kurumlarının MGK Genel Sekreterliğine bilgi verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmıştır. Anayasa değişikliği ile sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması dönemi sona ermiştir. Darbe davalarının sivil mahkemelerde görülmesinin önü açılmıştır. İl ve ilçelerde sivil-asker ilişkileri yeniden düzenlenmiştir. TSK’nın etkin denetimi için yeni düzenlemeler yapılmıştır. Yüksek Askeri Şura kararları yargı denetimine açılmıştır. Anayasanın Geçici 15’inci Maddesi kaldırılmış, 12 Eylül Askeri Müdahalesinin yargılanmasının yolu açılmıştır. Sayıştay Kanunu değiştirilmiş, askeri harcamaların denetlenmesinde yeni bir süreç başlatılmıştır. 28 Şubat döneminde çıkarılan Bakanlar Kurulu kararları yürürlükten kaldırılmıştır. Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu kaldırılmıştır. 28 Şubat’ta çıkarılan Başbakanlık genelgeleri aynı şekilde kaldırılmıştır. YÖK’ün oluşumunda Genel Kurmay Başkanlığının aday gösterebilmesini öngören hüküm kaldırılmıştır. RTÜK Üyeliği için MGK Genel Sekreterliğinin aday göstermesine ilişkin düzenlemeler kaldırılmıştır. Okullarda okutulan Milli Güvenlik dersinin askerlerce verilmesi kaldırılmış, Milli Güvenlik Dersinin içeriği diğer dersler içinde verilmeye başlanmıştır. 1960 darbesinden beri yürürlükte olan, Kırmızı Kitap diye bilinen, birçok anti demokratik müdahalenin ve uygulamaların gerekçesi olarak gösterilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirilmiş ve tamamen demokratik bir içeriğe kavuşturulmuştur. Buna bağlı olarak iç güvenlik, dış güvenlik ve askeri strateji belgeleri de yeniden demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi düzenlenmiştir. Faili meçhul dosyalar yeniden açılarak, karanlık odakları aydınlatmada kararlı bir duruş sergilenmiştir. Siyasal ve sosyal alanda demokrasiyi güçlendirecek pek çok değişikliği içeren 2 Anayasa referandumu yapılmıştır. Bu çerçevede Cumhurbaşkanının da doğrudan halk tarafından seçilmesini sağlayacak düzenleme de hayata geçirilmiştir. HSYK’nın yapısının değiştirilmesi başta olmak üzere, yargı bağımsızlığını güçlendirmeyi ve yargının işleyişini hızlandırmayı amaçlayan pek çok reform gerçekleştirilmiştir” .
"DARBE DÖNEMİ ARTIK GERİDE KALDI"
“İnşallah, Türkiye, seçilmiş Başbakan ve Bakanlarını asan, yaşını büyüterek, yanlı, taraflı bir yargılama neticesinde gençlerini idam, işkenceyle anılan bir ülke konumuna artık bir daha asla düşmeyecektir” diyen Erdoğan, yazılı cevabını şöyle bitirdi:
“Demokrasiye müdahale girişiminde bulunan, bunun tasavvuru ya da hayali içinde bulunan herkes, her kurum, er ya da geç, milletin mahkemelerinde yargılanacağını, hesap vereceğini aklında bulunduracaktır. Türkiye’ye çok ağır bedeller ödeten darbeler dönemi artık geride kalmıştır. Demokratikleşme mücadelemiz, milletimizin güven ve desteğiyle aynı kararlılıkla sürecektir. On yıl boyunca çalışmalarımızı, icra ettiğimiz iş ve işlemleri insani odak yaparak gerçekleştirdik. Bireyin hak ve özgürlüğü, milletimizin egemenlik hakkı ve hukukun üstünlüğü rehberimiz olmuştur. Vesayetçi anlayışı, darbeci zihniyeti, müdahaleci yaklaşımı tamamen tasfiye edene kadar, hukuki ve siyasi çabalarımız devam edecektir. Komisyonunuzun yapacağı çalışmalar ve hazırlayacağı rapor da, geçmişi aydınlattığı kadar, gelecekte darbelerin tekrar yaşanmaması için çok değerli katkılar sunacaktır.” (ANKA)