ORAY EĞİN
Birkaç ay önce önce e-mail bombardımanları başladı. Yalçın Küçük'ün Apo'yla fotoğrafları belli ki servis edilmiş, birileri tarafından yayılıyordu. Sonunda yandaş medyadaki misyoner gazeteciler tarafından kullanıldı.
Fotoğraflar eski, Yalçın Küçük'ün kitaplarında yer alıyor. Dahası Prof. Küçük bu konuyla ilgili davaların çoğundan da beraat etmişti geçmişte. Dün, avukatı Talay Akat'ın da açıkladığı gibi: 'Bir kısmı afla, ertelemeyle düştü ama maalesef ilk kez ortaya çıkıyormuş gibi bir hava oluştu. Oraya bilimsel çalışma için gitti, hiçbir zaman da saklamadı.'
Yalçın Küçük toplam iki kere görüştü Abdullah Öcalan'la. Bunların bir kısmı geçmişin sol-liberal dergisi Sokak'ta yayımlanmıştı. Sonra da Yalçın Küçük hem röportajları hem de fotoğrafları kitaplaştırdı. Yasal olarak satılan, piyasada bulunan kitaplar. 'Ele geçirilmesine' ya da 'keşfedilmesine' gerek yok...
Yazık ki bunları görev edinen gazetecilerin cehaleti bunları 'şok belge' olarak değerlendirmeye elverişliydi.
Oysa yıllar öncesinden komplolar kurulmuş, tartışılmış, sonunda aklanmış ve konu çoktan kapanmıştı.
Ama geçen sene birileri bu konuyu deşti, yeniden gündeme getirdi. Demek ki maksatlıydı.
Aynı şey Doğu Perinçek için de geçerli. Geçmiş yıllardan kalma dosyalar ısıtılıp ısıtılıp yeniden önümüze kondu. Onun da Apo'yla fotoğrafları tekrar çıkartıldı.
Amaç iki ismi de PKK sempatizanı gibi göstermekti.
Ancak eski fotoğrafların yeterli olmadığı düşünülmüş olmalı ki devreye Fehmi Koru girdi birkaç ay önce. Artık bir hedef gösterme platformuna dönen köşesinde Yalçın Küçük'ün PKK'yla ilişkisini ele alıp bir de işin içine Mesut Yılmaz'ı kattı.
Elbette işin Mesut Yılmaz'lı kısmı da yeni değildi. Yılmaz, 1999'da Küçük'e dava açmış ve kazanmıştı. Bu konu da 10 sene önce kapanmıştı kısacası.
Bu da yetmedi, yandaş medyanın en kontrolsüz yayınlarını yapan tetikçisi atv Haber'de Yalçın Küçük'ün PKK'dan para aldığına dair haberler yapıldı. Bu kanalın haber bülteni en ağır yargısız infazları yapıp en ilgisiz insanları bile hedef gösteriyordu. Yalçın Küçük de hayatında ilk kez atv'ye dava açtı.
Bütün bu yayınların peşi sıra gelmesi bir tesadüf değil, artık bu kadarını anladık. Ortada sistematik bir yıpratma kampanyası olduğu çok belli. Zaten bu gibi yayınların hep aynı yerlerde ortaya çıkması fazlasıyla manidar.
Hep sabıkası olan, hep bir şekilde şaibeyle yaklaştığımız medya grupları...
Bu yayınların galiba gerçekten belli noktalarda etkili olduğu ortada. Önceden birileri servis ediyor, bu mecralar kullanılıyor, zemin oluşturuluyor, sonra hedef gösterilenlerle ilgili yargı devreye giriyor.
Doğrusu çok ilginç. Yandaş medyadaki kimi yayınlar bu ülkedeki hukuk sisteminin işleyişi açısından hakikaten kılavuz mu?
Eğer öyle değilse, sorgu esnasında Yalçın Küçük'e sorulan ve daha evvel telaffuz edilmemiş bir şey gösterilebilir mi?
İlk haberlerden okuduğumuz kadarıyla Yalçın Küçük'e hep bu gazetelerde yazılan, kendi kitaplarında yayınlanan konular sorulmuş. Yine Apo, yine PKK... Aynı konular. O da bıkmadan yanıt vermiş, zaten yanıt vermekten hiçbir zaman sıkılacağını düşünmem.
Bir de sorgu esnasında dört kere 'Türk müsün?' diye sorulması var.
Bu sorunun anlamı nedir, ne kastetmektedir?
İsrail'e tepki bombaya dönüştü
Önceki gece evde otururken bir gürültü koptu, yerimden sarsıldım. Daha evvel HSBC bombalandığında aynı şeyi yaşamıştım. Çok yakından, çok gürültülü bir bombaydı bu. Bir süre sonra yaşadığım yerin yakınındaki İsrail ortaklı bir banka şubesine patlama yaşandığı ortaya çıktı.
Etrafında Müslüman insanların yaşadığı, yerleşim alanındaki bir banka şubesine bomba konmuş... Tek gerekçesi İsrail ortaklığı olması... İçeride normalde bir güvenlik görevlisi bulunurmuş, o gece nedense yokmuş. Müslüman ve Türk bir güvenlik görevlisi...
İsrail'e tepki gösterilerin, mollaların yürüyüşlerinin Türkiye'de yepyeni bir teröre dönüştüğüne daha iyi bir kanıt olabilir mi?
Bir devleti protesto etmek isteyenler artık kendi halkları için bile bir tehdit unsuruna dönüştüyse burada bir tedbir almak gerekmiyor mu?
Her gün İsrail konsolosluğunun önünde toplanan mollaları, şeriat özlemcilerini, Arapça slogan atanları, çarşaflıları, sakallıları görüyorum...
Her gün Yahudi aleyhtarı sloganlar atılıyor, yazışmalar dolaşıyor, Türk Yahudileri hedef gösteriliyor...
Ve iş artık bombalamalara vardı...
Bunun adı terördür. Ve bu da İsrail prostestosu bahanesiyle Türklerin Türklere uyguladığı terördür.
Kim bu kirli gazeteci?
Türk Basını'nın, özellikle de kimi gazetelerin işleyişini çok iyi bildiğim için yapılan her sayfaya, görüşülen her kişiye kuşkuyla bakıyorum. Özellikle yandaş basında yapılan yayınların hiçbiri nedensiz ya da tesadüf değil; sanırım pek çok okur bunu öğrendi. Bu yüzden de pazartesi günü Neşe Düzel'in Mahmut Övür'le yaptığı röportaj hakkında da bir soru işareti oluştu kafamda. Düzel'in her hafta yazdığı 'Neden' açıklaması yeterli değildi çünkü.
Dahası, Neşe Düzel'in yıllardır nasıl röportaj yaptığını da biliyordum. Birilerini istediği eksene çekmek, ağzından sadece kendi görüşlerine uygun sözleri söyletmek ya da onları söyleyecek insanları bulmak gibi bir yöntem uyguluyor. Onun röportajları objektif bir ifade platformu değil, bir 'ortak görüşün' ideolojik altyapısını hazırlamak. Eskiden biraz daha örtülüydü, biraz daha satır aralarından ilerlerdi belki. Ama şimdi ayyuka çıktı.
Neden Mahmut Övür peki?
Kendi gazetesi bile onun hiçbir işe yaramayacağını anlamış, hiçbir şeyi beceremeyeceğini görünce en zararsız yerlerden birine kaydırmış. Belediye haberlerini vermişler! Neden belediye haberleriyle ilgilenen biri kalkıp da Ergenekon hakkında atıp tutar, toto oynar?
Medyada bu gibi işlerin altında illa- ki bir motivasyon vardır. Mesela kendilerini bir yemeğe satacak kadar ucuz olan bir karı-kocanın fiyatı çok ucuzdur. İkisinin karnını doyurduğunuz takdirde yazmayacakları şey yoktur. O yüzden kalkıp da köşesinden Ergenekon ahkamları kesip, hedef gösterdiğinde ciddiye almıyorum. Sadece acıyorum, çünkü bunları 'karın tokluğuna' yaptığını biliyorum. Zira aç kalırsa daha da saldırgan olur.
Ama Mahmut Övür, bir köşeye atıldığından, artık hiç kimse önemsemediği için üzerinde durmadığım bir basın kaybedeniydi. Acınacak durumdaki biriyle neden uğraşılsın zaten. Ve onun motivasyonu, durumu hakkında da herhangi bir fikrim yoktu.
Ta ki Neşe Düzel'e o spekülatif açıklamaları yapana kadar... Halbuki rahat dursa, oturup belediye çukurlarını ve kanalizasyon sorunları yazsa, bir foseptik yazarı olarak kalsa kimse onun da pisliklerini dökmeyecek. Emeklilik gününü dolduracak.
Medyada bu gibi adamların her yaptığı kişisel olduğu gibi, onun da aklında meğerse bir plan varmış.
Dün, odatv.com'un açıkladığına göre Mahmut Övür meğerse CHP'nin Kars'tan üyesiymiş. Geçen seçimlerde de milletvekilliğine aday adayı olmuş ama Deniz Baykal'ın vetosuyla karşılaşmış. O gün bugündür de sistematik bir şekilde CHP ve Deniz Baykal aleyine muhalefet yapıyormuş.
Yandaş basın tarafından Deniz Baykal'a 'Ergenekon'un avukatı' muamelesi yapıldığı bir dönemde Övür'ün kalkıp da o mecralarda Ergenekon hakkında konuşması manidar değil mi?
Deniz Baykal da bu olup bitenin farkında tabii ki ve şimdi Övür'ün CHP'den uzaklaştırılması konuşuluyor.
Mahmut Övür 'Medyadan Ergenekoncular uzaklaştırılacak' diyor.
Tamam hiçbir itirazım yok. Hiç kimsenin de olamaz. Peki kendi köşesini, mesleğini kendi çıkarları için satanlar? Bir akşam yemeğine görüş değiştirenler? Milletvekili olamadı diye sistematik bir karalama kampanyası başlatanlar?
Onların da uzaklaşması gerekmiyor mu?
([email protected])