RUHAT MENGİ
Daha 22 Temmuz 2007 seçimlerinin üzerindeki gölge kalkmış değil. Kalkması bir yana “Artık nasıl olsa geçti, geri dönmek mümkün değil” düşüncesiyle üzerinde bile durulmuyor.
Oysa ortada 22 Temmuz öncesi kaybolmuş, bu “şüpheli kayıp” dikkatleri çekmiş, medyada tartışılmış, YSK Başkanı Aydın’a sorulmuş (o da “bir sorun olmadığı” şeklinde cevap vermiş) ve bu seçimden tam bir yıl sonra ortaya “6 milyon” olarak çıkmış 5 milyon seçmen vardı.
Bir partiyi rahatlıkla “birinci parti” haline getirebilecek böyle bir sayım hatasıyla seçime gidilemezdi ama YSK Başkanı’nın sözüyle, inadıyla gidildi.
Bunun yanında Türkiye’de ilk kez uygulanan, oyların bilgisayarla toplanması sistemiyle (SEÇSİS) 22 Temmuz seçiminin ilk bir saatinde Türkiye genelinde toplanan oyların yüzde 25’inin AKP’ye aktarıldığı, böylece diğer partiler seçime sıfır oyla başlarken AKP’nin yüzde 25 oyla başladığı, bundan sonra oyların normal dağılıma bırakıldığı ama bu farkın kapatılmasının mümkün olmadığı iddiası seçim sonrası ortaya çıktı ve tartışıldı.
Hiçbir sandıkta, diğer partilerin en güçlü olduğu ilçelerde, illerde bile AKP oylarının yüzde 25’in altına düşmediği, bunun mümkün olamayacağı anlatıldı ama umursayan olmadı.
İki akademisyenden gelen yeni bir mektupta:
“Peki bu yüzde 25’e tekabül eden yaklaşık 7-8 milyon oy nereden ortaya çıkmıştı? Nüfus kütükleriyle seçmen kütükleri arasındaki 7 milyon farktan mı yani muhalefet oylarının bir kısmının yok edilmesinden mi?
Yoksa diğer partilerin oylarının seçimin ilk saatinde sıfırlanıp AKP’ye aktarılması ve AKP’nin yüzde 25 farkla başlamasından mı?” soruları var.
YSK’NIN GÖREVİDİR!
Hilenin ortaya çıkmasının tek yolu ise YSK’nın “sandık dokümanları ile elektronik dokümanları” imzalarla birlikte web sitesine koyması imiş. Veya AYM’nin önünde tüm imzaları kontrol edilmiş “sandık seçmen kâğıtlarındaki” seçmen sayısının ve sandık seçim sonuçlarının YSK elektronik kayıtlarıyla tek tek karşılaştırılması...
YSK ise bunu yapacağına web sitesine sadece sandık sonuçlarını elektronik doküman halinde koymuş.
Türkiye’yi 4 yıl idare edecek meclisi ortaya çıkaran bir seçimin sonuçları şaibeli olmamalı... YSK şimdi bile bunu yapabilir.
Ama burası Türkiye, şaibe maibe dinleyen yok. Dinlemedikleri gibi gelecek yerel seçimde en baba hilelere yol açabilecek şekilde ortaya çıkan yeni 6 milyon seçmen, çok sayıda il ve ilçede ölülerin, bebeklerin seçmen yazılmış olması, bir adrese 360 seçmen, bir daireye (var olmayan) 4 ailenin yazılmış olması da YSK’nın hiç garibine gitmiyor.
AH ÜÇ MAYMUN NEREDESİNİZ?
Çok garip bir şekilde hükümetin de “Olmaz böyle şey, tüm sandıkların güvenli olduğu kanıtlanmadan seçime gidilmez” dediğini duymuyoruz.
Üstüne üstlük YSK aniden bugüne kadar her seçimde kullanılan mükerrer oyu önleyecek “parmak boyası” na da gerek olmadığını, kaldırdığını açıklıyor.
Yani, ilk kez yargı denetiminin dışında açıklanan seçmen listeleri ile ilk kez parmak boyasız olarak ve ilk kez havadan inen ekstra 6 milyon seçmenle bir seçim yapılması ve halkın da bunu görmezden gelmesi isteniyor. Aslında şu milletin yerinde “3 maymun” u oynayan bir topluluk olsa işler çok kolay olacak ama...
Yargı neden susuyor, TÜİK ve YSK kimin güdümünde belli değil. Ne olursa olsun hileye alabildiğine açık ortamda ve ayrıca yine bilgisayarlı toplama sistemi ile bir seçim daha yapılamaz.
İzin verilmemelidir!
*****
ÖZAKMAN EKRANDA AÇIKLAMALI
“Şu Çılgın Türkler” isimli olağanüstü kitabın yazarı Turgut Özakman “Mustafa filmini beğendiğim yolunda bir izlenim yaratıldı” diyerek bu konudaki görüşlerini Cumhuriyet gazetesi için yazdı. Daha sonra anlattıkları VATAN’da da yer aldı.
Turgut Özakman Mustafa filminde yanlışlar, çarpıtma ve sulandırma olduğunu, bunun “belgesel değil bir Can Dündar filmi” olduğunu söylüyor, Dündar’ın kendisini yazılarında “filmi beğenmiş gibi yansıtmasından” duyduğu rahatsızlığı, filmi onunla birlikte izlerken bazı noktaların dikkatinden kaçtığını ama sonradan bunları farkettiğini anlatıyor.
“Can Dündar’a olan güveninin solup gittiğini” belirtiyor, daha da doğrusu ona fena halde kızıyor.
Dün Turgut Özakman’la telefonda konuştum ve onu Mustafa filmini bu kez benimle tartışması için davet ettim. Can Dündar’la birlikte katıldıkları 32. Gün çekimlerinin de Ankara’da yapıldığını, programı Ankara’da çekersek katılabileceğini söyledi. “Her Açıdan” için maalesef zor bu... Hele de bayram tatilinin son gününde.
Oysa bence gazetede anlattığı “Gözünden kaçan yanlışları ve diğer olayları” Türkiye’ye televizyondan anlatması gerekirdi. Özellikle de “Her Açıdan” da. Zira Mustafa filmindeki tüm hataları ve yanlış yorumları “Gösterime girer girmez” tek tek ve ilk yazan kişi bendim. Örneğin Can Dündar’ın daha sonra Genç Bakış’ta “Bu yorumu iyi niyetle filme koydum ama şimdi koymasam daha iyi olurdu diye düşünüyorum” dediği “Kaymak Hoca’dan intikam” yorumunu da ben yazmış, Dündar’ın bu sözü üzerine ise “Sadece bu itiraf bile Mustafa’nın belgesel olmadığını gösterir. Bu bir Can Dündar filmidir” demiştim.
Şimdi bu noktaya gelindi ama 32. Gün’deki tartışmada ben ve diğer eleştirenler onun “Bu filmde fazla bir hata yok. Neden bu kadar eleştirdiler anlamıyorum” sözleri ve Can Dündar’ın alaycı konuşmaları ile haksız duruma düşürülmüştük. O programdan sonra da “Özakman da konuşmazsa kim konuşacak onu etkilemişler” diye yazmıştım, belki bana kızacak ama bunu da hatırlatmak zorundayım.
Özakman orada “Dündar’ın kendisine hatalı kısımları düzelteceğine dair söz verdiğini” de söylemişti. Şimdi bu sözün tutulmadığını belirtiyor. Zaten olamazdı, gösterime girmiş bir filmi geri çekip düzeltemezlerdi. Ama sonuçta senaryosunu yazan, filmi yapan kişinin bile “yanlış yorumlarını” itiraf ettiği bir filmin en azından okullarda gösterilmeden önce düzeltilmesi şarttır.
Can Dündar da haklılığını ispat etmeye çalışacağına hatalarını kabul etmelidir. Kimse kusursuz olmak zorunda değil ama konu Atatürk ise en azından dürüstlük kusursuz olmalı!