Ünlü gazeteci Uğur Mumcu ile ara sıra Siyah Beyaz Bar'da
karşılaşıyorduk...
Sık sık gelmezdi bara ama ara sıra uğrardı.
Barın sanat galerisinde açılan sergilere de gelirdi, sonra arkadaşları ile bir
kaç kadeh atabilmek için bardaki bir tabureye tünerdi.
Hürriyet'in Cinnah'taki bürosuna yakın olduğu için bizler Siyah Beyaz
Bar'ın müdavimleri arasındaydık.
Hele ben, nerdeyse barın hissedarı sayılırdım (!)
Hürriyet'in içindeki barı değil, Siyah Beyaz'ı tercih ederdim.
Nedeni açık...
Bürodaki arkadaşlarla zaten saatlerce beraberiz.
Saatlerce haberle boğuşuyoruz.
Sonra çıkıp barda, yine mesleki konuları içkimize “meze” yapıyoruz.
Ben bu yüzden değişik ortam ve değişik insanlarla birlikte olmayı tercih
ediyordum.
Çoğunluk arkadaşlar da aynı düşüncelerdi...
İş bitince herkes değişik lokanta, bar ya da kokteylere kaçardı.
1990 yılları ve sonrası...
Tempo Dergisi'nde Kurthan Fişek'le birlikte aynı odayı paylaşıyoruz ve
haber üretiyoruz 1987'den itibaren.
Rahmetli hocamız, içkiye fazla meyilliydi. Sigarayı içmez, adeta yerdi.
Sık olmasa da “Kurt Hoca”, Siyah Beyaz'ın müdavimlerinden sayılırdı.
Hakeza Hasan Cemal...
İstanbul'dan Ankara'ya geldiğinde Hasan Cemal muhakkak uğrardı.
Tabii Ertuğrul Özkök de...
Ertuğrul Özkök, Genel Yayın Müdürlüğü koltuğuna oturduktan sonra bu
bara hiç uğramadı sayılır.
Oysa yıllarca Hürriyet'in Ankara Temsilciliğini yapan Sedat Ergin bir
cazsever olarak sık sık gecenin geç saati de olsa bara takılırdı.
Bar muhabbetine ara verelim ve şimdi esas Mumcu ile ilgili olan
yaşanmış hikayemize dönelim.
Günlerden bir gün, Uğur Mumcu, Ankara'da yapılması planlanan yeni
Opera Binası ve tesislerindeki aksaklıkları köşesine taşımıştı.
Eski opera binası yıkılacaktı ve yeni bir proje hayata geçrilecekti.
Mumcu'un araştırmasına, görüştüğü teknik adamların verdikleri bilgilere
göre, Opera tesislerinde teknik hesaplar, akustik ve diğer bir çok alanda
yanlışlıklar yapılmıştı. Mumcu'ya göre, bu haliyle proje hayata
geçirilemezdi. Üstelik Almanya'da 1930'lar öncesi yapılmış bir opera
binasının kopya edilme ihtimali de yüksekti.. Yani “çakma opera binası”
olayına ışık tutan bir yazıydı.
Dikkatimi çekti, Mumcu'nun yazısını kestim çekmeceme koydum.
Sanırım bir hafta sonra Mumcu, opera binasıyla ilgili ikinci yazısını yine
köşesine taşımış, yeni görüşler ekleyerek binanın “özenti” olabileceğini
vurgulamıştı. Yeni yanlışları ortaya çıkarmıştı. Bazı yetkililerle de
görüşerek projenin yanlış olduğunun üzerinde ısrar etmişti.
Bu yazıdan sonra ben Tempo Dergisi için kolları sıvadım.
İlgililerle temasa geçtim. Nereye el atsam proje sapır sapır dökülüyordu.
Kültür Bakanı olaydan bihaber görünüyordu.
Bakanlık müsteşarı keza...
Ankara Mimarlar ve Mühendisler Odası dahil, bir çok sivil toplum
kuruluşu yöneticileriyle görüştüm, dinledim, iddia sahipleriyle görüştü ve
fotoğrafladık.
Tempo, Hürriyet'in yan organı olduğu için gazetenin Franfurt Bürosuna
ulaşarak, Türkiye'deki opera binasına ilham (!) veren Alman Opera
Binasının teknik bilgilerini, özelliklerini getirttim. Fotoğrafını çektirdik.
Haber yayına hazırdı.
Hemen hemen görüşmediğim kimse kalmamıştı.
Bu haber Tempo'da sanırım altı sayfa yer aldı.
Sonra, haberi unuttum gitti.
Yıl sonuna doğru Ankara Mimarlar ve Mühendisler Odası'ndan bir
davetiye geldi. Bir hafta sonra Bulvar Palas'ın büyük salonunda verilecek
yemekli ödül toplantısına davet ediliyordum. Oda yönetimi, yılın başarılı
gazetecisi ödülünü Cumhuriyet'ten meslekdaşım ünlü yazar Uğur Mumcu
ile bana vermeyi uygun görmüştü..
Sevinmedim diyemem.
Ödül gecesi eşimle Bulvar Palas'a gittik. Dönemin Meclis Başkanı
Hüsamettin Cindoruk ve eşine ayrılmış masada bizler de yer aldık
Mumcu Meclis başkanının soluna ben sağına oturmuştuk.
Yemekte Cindoruk'l sohbet ederken yarım saat sonra oda başkanı bizleri
sahneye davet etti.
Cindoruk kısa bir konuşma yaparak bizleri kutladı ve ödülleri verdi.
Yani başarı ödülü ikiye bölünmüştü.
Fotoğraflar çekildi.
Ellerimizde ödüller yemek masasına dönerken koluma giren Mumcu “Bak
Sezai, sayemde yeni bir ödül aldın. Bunu sakın unutma. Ben
yazmasaydım, sen ödül alamayacaktın. Seni gidi beleşci seni” diye espriyi
patlatmadan edemedi...
Gülüştük uzun uzun.
Bu durum Cindoruk'un dikkatini çekmiş.
Mumcu'ya sordu “Ne kaynatıyorsunuz yine” deyince rahmetli durumu
anlattı şakacı üslubuyla. Cindoruk da, uzun uzun kahkaha atarak,
sevincimize ve gırgıra ortak olmuştu...
Rahmetle anıyorum sevgili meslekdaşımı, Siyah Beyaz Bar'da kadeh
kaldırdığım arkadaş ve dostumu.
Eğer şu anda bulunduğu yerde de “araştırma gazetecilik” yapıyorsa, köşe
yazılarında iktidardakilere “çakıyor” ise şaşmam.
Orada yeni gazeteci arkadaşlar edinmiş, onlara espriler yapıyorsa, ne
mutlu ordakilere...
(son)