Bazı facialar “geliyorum” der.
Bazı karanlık güçler, bu faciaların ayak seslerini duyarlar ve bu seslerin yaklaştığını haber verirler.
Bu uyarılar çok önemlidir, önlem almaya yöneltir sorumluları.
Bu uyarılara, bazı sorumlular ise aldırış etmez.
Tıpkı Ankara’da yaşanan, cumhuriyet tarihinin en korkunç katliamı gibi…
Üstelik barış için yola çıkanların katledilmesi gibi…
Barış ve katliam nasıl yan yana getirilir ki?
Bizde getirilir ve getirildi de…
Barış için, kardeşlik için kol kola girip yürüyüş yapma niyetiyle yola çıkan binlerce insan, tam bir
katliamın göbeğine düştüklerini bilmiyorlardı bile.
Akıllarından da geçirmiş olamazlar.
Aksi halde, bile bile ölmek için, katliama kurban gitmek için neden Başkent’e gelsinler ki?
10 Ekim 2015 tarihi Başkent’in önemli günler takvimine bir “kara gün” bir “kanlı cumartesi” olarak
geçecek.
Bu kara lekeyi, toplu katliamı yapanlar da- ister failleri bulunsun, ister bulunmasın- her zaman, her
yerde ve 10 Ekim günleri lanetlelenecekler.
Lanetlenmelidir de…
Sivil toplum kuruluşlarının Yenişehir’de yapacakları miting için, toplanma yerlerine gelen binlerce kişi,
seslerini duyurmak isterlerken ölümün kucağına itildiler.
“Ankara Garı Katliamı” sırasında mekan taraması yapmayan ve hiçbir güvenlik önlemi almayan
sorumlular, yüze yakın insanımızın katliama kurban gitmesi karşısında kıllarını kıpırdatmadılar.
Bizzat içişleri bakanı güvenlik zafiyeti olmadığını iddia etti.
Oysa yapacağı tek şey vardı…
Ama’sız, nitekim’siz, lakin’siz istifa etmek…
Bir kere olsun böyle insanlık örneği, erdemli karar beklerdik hani.
Yüzlerce yaralı ve ölen 95 masum yurttaşımızın katliam haberini sayfalarına taşıyan yazılı basın ,
herhalde Cumhuriyet tarihinden bu yana ” kırmızı boya”nın en çok tüketildiği günlerden birini yaşadı.
Gazeteler öylesine kan kırmızısı, öylesine kan gölüydü ki, sorumlulardan en az birinin bu tablo
karşısında “Bu kan gölünde ben boğulurum” deyip koltuğu terketmesi gerekirdi…
Ammaaaaa…
Nerdeeeee…