Üniversitelerde görev yapan ancak adını duymadığımuz nice siyaset bilimi veya kamu yönetimi
doktoru, ya da prof'esörü yıllardır TV ekranlarında ve gazete köşelerinde “vaziyet” almış durumda.
Yeni yüzleri sıkca görüyor, dinliyor, ya da gazete sayfalarındaki yazılarını okuyoruz.
Sıfatları ne olursa olsun, görüşleri, bilgileri ve uzmanlaştıkları alanlarda söyleyecek sözlerinin
olması önemli.
Bilim adamlarının bilgigörgü ve araştırmaları kamu oyuna tansıtılmalı.
Ancak kimse bilim adamlarını “şunun” adamı diye yaftalamamalı.
Her kim ki, bilim adamı veya yazarlık yapıyorsa küçümsenmemeli, ait olduğu kamptan çok
fikirleriyle değerlendirilmeli.
Yazarsa, yazısı önemlidir..
Bilim adamıysa, araştırması ve görüşleri.
Hiç birine peşin hükümle yaklaşılmamalı.
Bu tablo için, bilim adamları ve yazarların tarafsız olması gerekir ve bu yansızlık çok değerlidir.
Gelin görünkü son on yıldır tüm “yandaş” medyanın görsel ve yazılı alanında adeta mantar gibi
türeyen AKP yanlısısavunucusu ve sözcüsü bilim adamlarının hiç birinde “tarafsız kalma” gibi bir
niyet ve davranış görünmüyor.
Aksine hepsi “biat” kültürünün emsalsiz örnekleri olarak TV'lerde boy gösteriyor, yandaş
gazetelerde yazılar yazıyorlar.
Üstelik bu bilimilim adamlarının kendi sıfatlarından çok “gazeteciyazar” sıfatını kullanmaları
benim dikkatimi çekiyor.
Üstelik beni bu durum ve tablo son zamanlarda iyice irite ediyor.
Ders verdikleri üniversitelerde kullandıkları profesör veya doktor gibi akademik ünvanlarını
neden kullanmadıkları veya terkettikleri beni düşündürüyor.
Hayretler içindeyim.
Kendilerine ve sadece kendilerinin takdir ettikleri sıfat GazeteciYazar
Aslında onlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar, ama benim ise üzerinde durmak istediğm husus
gazetecilik ve yazarlık sıfatlarının neden bu kadar ayağa düştüğü.
Yarım asırdan fazla yaptığım gazetecilik mesleğinde görmediklerime tanık oluyorum.
Bizler gazeteciydik, ekmeğimizi bu meslek sayesinde yiyorduk.
Ama “gazeteci” sıfatını hak edene kadar kılı kırk yarmak zorundaydık.
Doğrusu buydu.
Meslek gerekleri ortadaydı.
İlkeleri de.
Tarafsızlığı caba.
Ben, 30 yıl gazetecilik yapan bir meslek büyüğümün yazdığı günlük köşe yazılarında imzasının
kullanılması, yani “yazar”lık mertebesini hak ettiğinin tescillenmesi için üçdört yıl beklediğine
tanık olmuştum.
Gıkı çıkmadan yazısını, hatta başyazı yazmıştı.
Dört yıl sabretmişti.
Gazetenin başyazısını yazarken özel masası dahi yoktu.
Nerde boş masa bulursa orda yazardı.
İmzasız, sıfatsız ve rümuzsuz.
Ben ise Hürriyet'in Pazar ilavesi olan 8. Gün adlı ekte, “Başkent Notları” başlıklı köşe yazılarıma
başladığımda ismim cismim yoktu.
Meslekte 23, Hürriyet çatısı altında 13 yıllık eleman olmama rağmen köşe yazılarıma imzam
açılmamıştı.
İki ay sonra sayfa sekereterine “Galiba imzamı unuttunuz” dediğimde, bir hafta sonra köşemde
adım ve soyadım açıkseçik değil de, bu kez rümuzla yer almıştı: S.B.
Oysa bizler biliyorduk ki, sadece suç işleyenlerin, zanlıların ad ve soyadları rümuzlu yazılmak
zorundaydı basın yasaları ve ilkeleri gereği.
Sonunda bu kez köşemi hazırlayan yazı müdürünü aradım ve “ Yüz kızartıcı suçum varmış gibi
imzamı kullanmışssınız, hiç kullanmayın daha iyi” dedim.
Bu sözleri sarfettikten sonra açık söyleyeyim içim titredi:
“Ya müdürü kızdırdıysam, ya yazımı kaldırırsa” diye pazar gününü iple çekmek zorunda kaldım.
Köşemin altına ilk kez“ Sezai Bayar “ imzası kullanıldı.
Kendimi bundan sonra “ yazar “ sınıfına sokmuş oldum.
Sınıf (!) atladım sayılır...
(devam edecek)