Doğru, dürüst ve dost kalabilmek.
Hayatta dik durabilmek.
Hele bütün bunları bir gazeteci olarak, bir emekci olarak başarabiliyorsa insan ardında çok şey
bırakmış demektir.
Bence yazılmamış en büyük eser bu.
Yazılmamış ama zihinlere kazınarak okunan bir kitap.
Selçuk Altan öyle biriydi işte.
Saf, temiz, kin tutmayan, hayata asılan bir gazeteciydi.
Kin tutmazdı ama taraf tutardı, emekcinin safındaydı
Yandaştı ama çalışanın yandaşıydı.
Alın terinden yana olurdu, emekciyle birlikte veya tek başına hakkın alınması mücadelesinden
kaçmazdı.
Gazetecinin yaşam mücadelesinde hem yaşamış biri olarak, hem de gözlemleyen bir emekcisi
olarak, ezilenden, işsiz kalandan yanaydı.
Ama meslek yaşamında, kendisi daha fazlasıyla haksızlığa uğrar, işsiz kalırdı.
TRT'de çalışırken ise “sürgün”...
Ama kendisiyle ilgili şikayeti olmadan yola devam ederdi.
Yere düşmekte olan meslekdaşlarını da ayağa kaldırmaktan, mücadele ruhu aşılamaktan keyif
alırdı.
Çelebi, sevecen ama mücadeleci ve inandığı konularda inatcıydı..
Tartışmalarda sert ama yüreği yumuşak biriydi.
İyi bir gazeteciydi.
Gözlemciydi.
Sosyal ve girişkendi.
Mesleğinde yaşadıklarını, tuttuğu notları, biriktirdiği küpurları kitap haline getirmek yani kitap
yazmak için fırsat bulamadı.
Ama olsun, şimdi kendisini yazacaklar olacaktır.
Yazılmalıdır da.
İşte böyle güzel, dost ve dürüst bir insanı kaybettik.
Gazeteci Selçuk Altan aramızda hem yok, hem var.
Yaşam savaşını hem kazandı, hem kaybetti.
Kaybetti, onu Cebeci'deki annesinin yanına uğurladık.
Kazandı, hala yaşıyormuş gibi aramızda olacak.
Gazetecinin, bir gazeteci dostumun, arkadaşımın, kardeşimin ardından yazmak meğer ne zormuş.
Sevgili Selçuk:
Hani senin arabanı sürerken, kavşaklara hızla girdiğimde, bana hep “ Hoop, hooopppp” diye
bağırır ve komut verirdin ya...
İşte o komutlarını ve seni çok özleyeceğiz dostum...
Sana veda etmek ne kadar da zormuş be kardeşim...
“Hoop...Hooooppp...Hooooopppppppppp...”