Her seçim sonrası tartışılır:
“Yahu, sandık başındaki mühürlerin önü-arkası neresidir anlaşılmıyor.”
“Mühürü ters bastım acaba geçerli mi?”
“Mürekkep biraz taştı, oyum iptal edilir mi?”
Nitekim, bu tartışmalar sonucu milyonlarca oyun iptal olduğu ve geçersiz sayıldığına tanık olunur.
Nice geçersiz oylar yüzünden halk iradesinin çöpe atıldığını anlarız ama kimsenin umurunda olmaz.
Ülke nüfusu 80 milyona dayandı.
50 milyondan fazla insan oy kullanma hakkına sahip.
Biri çıkıp da “Sandık başındaki bu işkence nedir? Neden bir mühürü, yazılı kağıt üstündeki karenin
üstüne basamıyoruz” demiyor.
“Neden mürekkep bulaşması nedeniyle oyum iptal ediliyor, buna neden önlem alınamıyor” diyen yok.
Mars’a ulaşılan bir asırda oy iptallerine engel olamıyoruz .
Neden?
İlk neden şu:
Bizler, seçim öncesi halkın yaşına-başına uygun olanı düşünmeksizin, zekasını dikkate almaksızın ve
kolay olanı keşfetmeksizin sandık başına sürükleniyoruz.
Elimize tutuşturulan bir metre boyundaki listenin onun onda biri büyüklüğündeki zarfa nasıl
konulacağını hesap etmiyoruz.
Partilere ayrılan bölümdeki daire içine vurulan evet mühründeki “evet” kelimesinin büyüklüğünü dahi
hesap etmiyoru z.
Yani belli bir dairenin içinde yer alacak EVET kelimesini daha küçük şekilde tasarlayıp, bunun
okunmasından çok, yuvarlak içinde daha küçük harfle ve daha kolay mührün basılacağını
düşünemiyoruz.
Çok basit ama düşünülmüyor.
Yer çekimini yeniden keşfeder gibi oy kullanmak zorunda bırakılıyoruz.
Oy odasından çıktıktan sonra sarf ettiğimiz ilk cümle “Yahu ben yuvarlağın içine mührü ters bastım,
acaba iptal edilir mi” oluyor.
Ya da “Mührün mürekkebi, ya yandaki kutuya bulaşmışsa” kuşkusundan kurtulamıyoruz.
Tıpkı alafranga tuvalete yatkın olmadığımız gibi.
Hala, alaturka tuvalette deliğin ortasını hedefleyememek gibi.
Her daim deliğin yan tarafa sıçmaktan kurtulamadığımız gibi.
Öyle ama gelin de siyasetçilere sorun:
“Biz her şeyi yerli ve milli olarak üreteceğiz, önce yerli sonra milli olacak”
Üretin de, nasıl başaracaksın?
Henüz toplu iğneyi doğru-dürüst üretememişsin ki..
Bizim mahalle terzisi Hasan efendiye, bıyık altından gülerer sorar dururum her zaman:
“Yahu toplu iğnen çok sağlam, ne kırılıyor, ne bükülüyor, hangi ülke üretimi bu ?”
O da hemen cevabı yapıştırır:
“Alman üretimi tabii ki. Yerli üretim ucuz ama kırıldığı için daha pahalıya mal oluyor bana”
Yani henüz sağlam, kullanılır, kırılmayan, yakın doğu ülkelerine satacak kadar güvenilir bir toplu iğne
üretememişiz demek ki…
Yerli otodan bahsediyor siyasetçiler.
Daha seçim pusulasına basılacak mührü keşfedememişiz, yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz.
Yıllar önce rahmetli Motor hocası ve siyasetçi Necmettin Erbakan Hoca’nın ürettiği ilk devrim
otomobili aklıma gelir nedense.
Kontak anahtarını çevirdiler.
Arabada “tık” yok.
Meğerse benzin deposunu unutmuşlar…