İçimden yazı yazmak gelmiyor.
Hevesim kırık.
Heyecan eşiğim düşük.
Umudum zayıf.
Böylesine karamsarlık anaforuna sürüklenmem, tek nedene bağlı değil.
Onlarca neden var.
Ama en önemlisi Sayın Erdoğan.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koltuğunda rahat oturduğunu, huzur içinde oturabildiğini sanmıyorum.
Zaten bu durum Cumhurbaşkanını giderek daha “kindar” yapıyor olmalı.
Dört ayaklı koltuğun bir ayağı bana göre genel seçimleri yenilemesiyle kırıldı.
O bakımdan Kasım seçimlerinden çıkan sonuç ne ülkeyi rahatlattı, ne de sayın Erdoğan’ı.
Aksine Erdoğan’ın hırçınlığı arttı.
Siyasi gelişmelerin ters gidişinden, içerdeki terörün azgınlaşmasından, dışardaki komşu ülkelerle olan
durumum devamlı sarpa sarmasından yönetim sorunlarının giderek boyutlanmasından bunalmış
olabilir. Bu yüzden hırçınlaşmasının bir izahı olabilir.
Bazı konulardaki görüşlerinde kendine göre haklı yanları vardır, savunma yöntemleri tartışılabilir.
Ancak hukuk konusundaki tavrı çok düşündürücü…
Neden “hukuk”denince tüyleri diken diken olmaktadır?
Bence bu sistem arayışından kaynaklanıyor.
İster parlamenter sistem olsun, ister başkanlık sistemi.
Demokratik seçenekler fazla değil.
Ama en gelişmiş olan iki seçenek var.
Bilemediniz, yarı başkanlığı da ekledik, oldu üç.
Bu üç seçenekte olmazsa olmazların başında “hukuk” geliyor.
Yani yönetim ve rejim açısından en önemli yerde “yüksek mahkeme-yargı” yer alıyor.
Almak zorunda.
Üstelik tarafsız, yansız olmak zorunda.
Sistem veya rejimleri ayakta tutan ana kolon bu.
Ama son olayda görüyoruz ki, sayın Erdoğan anayasal kurum olan en üst dereceli yargı mercii Anayasa
Mahkemesi’nin, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem
Gül hakkında verdiği tutuklama kararının kaldırılması yolundaki kararını “Kabul etmiyorum” diye
karşılaması sistemim temel taşlarını oynatıcı etki yarattı.
Bu etki-tepki sorunu çok ama çok tartışılacak.
Tartışılmalıdır da…
Hele hele yeni ve ilk defa sivillerin yapacağı bir anayasa arifesinde böylesine bir tutum ve tavrın
ortaya çıkması belki de “hayırlı” bir sonuca götürebilir Türkiye’yi.
Yani kimilerinin “ şer” diye baktığı ve yorumladığı bu çıkış ve tepkiden “hayırlar” doğabilir.
Neticede böyle bir noktaya gelinmesinin sebep-sonuç ilişkisi masaya yatırılır.
Yeni bir anayasadan önce “Yüksek Mahkeme” ve onun verdiği kararların rejim açısından, sistem
açısından ne anlama geldiği ortaya konur.
Sistemin “olmazsa olmazı” ortaya çıkarılır ve bunu herkes içine sindirir.
Daha sonra parlamenter veya başkanlık sistemi tartışmaya açılır.
Sayın Erdoğan’ın da “gergin” halleri, “hırçın” çıkışları sona erer belki.
Aksi halde sistemin freni patlar.